“Sessiz Bir Yer” ve Korkunun Politik Tezahürü:

Sinema salonlarının olmadığı zamanlarda VHS kasetler ve kasetçiler, çoğumuzun eğlencesiydi…ve eğer söz konusu korku sineması ise, 80’li yıllar korkunun fabrikası gibidir. KKTC’nin kuruluşu da 80’lerde olmuştur.

 

Uygar Erdim

            Sinemaya gönül vermiş birisi olarak korku, en sevdiğim film türlerinden birisidir. Korku filmleri, henüz küçük bir çocukken beni bir sinemacı olmaya heveslendirme konusunda önemli rol oynamışlardır. VHS dükkanına gidip bir haftalık film kasetleri almak çocukluğum(uz)daki en güzel heyecanlardan birisiydi. O zaman kasetçiler, bir nevi film eleştirmenliği görevini üstleniyorlardı. Elden geldiği kadar, almak üzere olduğun film hakkında seni bilgilendirmeye çalışırlardı. İlla ki filmi satmak için de her filme ‘iyi’ demezlerdi. Sinema salonlarının olmadığı zamanlarda VHS kasetler ve kasetçiler, çoğumuzun eğlencesiydi…ve eğer söz konusu korku sineması ise, 80’li yıllar korkunun fabrikası gibidir. KKTC’nin kuruluşu da 80’lerde olmuştur.  Ganimete dayalı bir düzenin kurulduğu bu ortamda, bir sürü konuşulması gereken konu, konuşulamıyordu. Konuşanlar ise, susturuluyordu. Sessizlik olduğu sürece  demokrasi oyunu oynamak kolaydı.  Konu, nereden nereye bağlandı diye soracak olursanız, onu da anlatacağım. Ama önce 2018 yılında vizyona giren bir korku filminden bahsetmek gerekiyor: “Sessiz Bir Yer”!

            Filmin hikayesi, çok yakın bir gelecekte post-apokaliptik bir dünyada geçmektedir. Kıyametin nasıl geldiği tam olarak bilinmemektedir. Savaş sonrasını andıran bir atmosferde, hayatta kalmaya çalışan üç çocuklu bir ailenin serüvenine tanıklık ederiz. En küçük bir sesi bile duyup saldırıya geçen canavarlardan korunmak için aile, oldukça dikkatli davranmak zorundadır. Hayatta kalmak için gerekli bir numaralı kural, gürültü çıkarmamaktır. İnsanlar, işaret dilini kullanarak iletişim kurarlar. Ev içerisinde gürültü çıkaracak eşyalar kullanılmaz. Oyun zarları bile yünden yapılmadır ve onlarda halının üstüne yuvarlanmaktadır. Filmin, hem konusuyla hem de işleniş biçimiyle yenilikçi bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Son yıllarda, özellikle korku türünde yeniden bir yükseliş olduğunu ve ortaya kaliteli yapımların çıktığına tanıklık ediyoruz. 2016’da müthiş sinematografisi ile hafızalara kazınan, folklorik bir korku filmi olan ‘The Witch’, 2017’de en iyi film dalında Oscar adaylığı bulunan ‘Get Out’ ve 2018’de ise ‘A Quite Place’, başarılı korku türü filmlerinin sadece korku hikayesi ile değil, arka planda yer alan dram öğelerinin  de öne çıktığı filmlerdir. Son yıllarda sinemada ‘tür’ filmleri, bir  değişim aşamasından geçmektedir.  Artık sinemada türler, tek bir janraya ait olmaktan çıkıp, birden çok janranın (multi-genre) bir araya geldiği filmler haline gelmektedirler. Korku filmleri sadece korku değil ama aynı zamanda dram ve bilim-kurgu filmi olarak da tanımlanabilmektedirler. ‘Sessiz bir yer’ bu bahsettiğimiz konuya uygun bir örnektir. Filmde canavarlar var ama en az korku kadar dram da mevcuttur. Bu dramatik yapı, korkunun içerisinde geçiştirilmek için değil, dramatik yapının içerisine süreğen bir şekilde, alttan alttan gerilim hissini vererek kuruluyor.

            Sinemada ‘önceden tahmin edilebilirlik’ (predictable) denilen bir kavram vardır. Özellikle korku filmleri, sahip olduğu ikon zenginliği ve görsel temsiller bakımından, korkulacak olan sahne hakkında bize önceden ipuçları verir. Bu önceden tahmin edilebilirlik ne kadar zor olursa, seyircinin gerilme hissi o kadar da artar. Mesela birbirine çok benzeyen korkunun alttürü olan vampir filmleri, birbirine benzer formüllerle çevrildiği zaman, o film, korku veya hangi türe aitse, o türün verdiği hisleri azaltmaya başlar ve seyircinin ilgisi giderek azalır. Hikayesi iyi işlenmiş bir film, seyirciyi ne kadar sürprize uğratırsa, seyirciyi yanılttığı sürece onların ilgisini o denli kazanmaya başlar. ‘Sessiz bir yer’ hem eski formüllerin hem de yeni formüllerin bir arada olduğu, çoklu bir tür filmidir. Ona sadece bir korku filmi veya bir canavar alt-tür (sub-genre) filmidir demek haksızlık olur. Film, son yıllarda, ses efektleri ile izleyiciyi korkutmaya çalışan vasat taktiklerden uzaklaşıp, seyirciyi sessizlikle korkutmayı başarmıştır. Sadece sessizlikle değil, diyalogların azlığı, güçlü bir sinematografinin de olması, karakterlerin her birinin iyi işlenmesi, filmi sadece bir tür filmi olarak değil, çoklu tür olarak da izlenmesini sağlamıştır. Çocuk karakterler, anne ve baba karakterlerin gölgesinde kalmıyorlar. Mücadele, her karakterin kendi yapabileceği kadar, eşit derecede paylaştırılmıştır.

            Korku sineması, günümüze gelene kadar elbette çeşitli aşamalardan geçmiştir. Filmlerin popüler türler olarak anılmasında, Hollywood’un stüdyo sisteminin önemli bir payı vardır. Çünkü Hollywood formüle etmeyi, kategorize etmeyi ve pazarlamayı çok sever. Türler henüz adına kategorileştirilmiş bir isim koymadan önce, özellikle Avrupa’da avangarde sinemanın etkisiyle hayata geçiş durumdaydılar. Korku filmleri, her ne kadar ‘gerçek dışı’ filmler olsalar da, her ülkenin kendi mitlerinden, efsanelerinden ve inanışlarından beslenmektedir. Amerikan korku filmlerinin altın çağı 1970’li yıllar olarak kabul edilir. Öncesinde, tür olarak korku filmleri, izleyenlerin ilgisi bakımından çok da ciddiye alınmayan ve ‘neden korku sevilir’ sorusuna cevap aramaya ihtiyaç duyulmayan zamanlardan geçmiştir. Yavaş yavaş, ülkelerdeki sosyolojik altyapılar değiştikçe, 1970’li yıllara gelindiğinde artık korku filmlerinin de gerçek hayatla bir bağ kurulabileceği akıllara düşer. “Bu yıllar Amerika'da, Vietnam savaşı ve sonrasının acılarıyla, kesin bir yenilgi duygusunun, Watergate skandalıyla, çevre kirlenmesinin yarattığı kaygıların birbiriyle bütünleştiği; her şeyin sorgulandığı, kültürel ve siyasal karşı söylemlerin oluşturulduğu bir dönemdir. Yine bu dönem tam anlamıyla bir korku filmleri patlamasına sahne olmuş ve dolayısıyla, yaşananlarla filmler arasındaki ilişkiyi araştırmak kaçınılmaz hale gelmiş; bu durum, türün gerçek anlamda ilk kez ciddiye alınmasını sağlamıştır. Ülkeye hakim olan güvensizlik duygusu, siyasal meşruiyetin sorgulanması, "birey" mitinin yıkılışı ve orta sınıfın elindekileri yitirme korkusuna kapılmasına neden olan enflasyon, bir yandan toplumun temel kurumlarını -aile, kilise- korku sinemasının malzemesi haline getirirken; öte yandan da kapitalizmin aldığı yeni biçim olan korporatif ekonomik yapıya yönelik endişeleri ortaya koymaya başlamıştır.”[1] Yani aslında canavarlar deyip de geçmemek lazımdır. 1980’li yıllarda ise daha çok seri nitelikli korku filmlerinin (Halloween, Friday the 13th, Nightmare on Elm Street vb) çokluluğuna tanıklık ederiz. Yazımın başında 1980’lerin korkunun fabrikası olduğuna değinmemin sebebi budur. Yatağımızın altındaki canavarlar birdenbire kendiliğinden üremezler. ‘Sessiz bir Yer’deki canavarlar da öyle! Bu filmdeki canavarlar ve hayat şartları bize kendi içinde bulunduğumuz durumu hatırlattı. Filmdeki ilk kural neydi hatırlıyor musunuz? Sessiz Kalmak! Ne kadar sessiz kalırsan o kadar yaşarsın. Biraz sesini yükselttin mi canavarların dikkatini üzerine çekersin! Halbuki, bizde ne sessiz cinayetler vardır ki, susmadıkları için canavarların saldırısına uğramışlardır! Faili meçhul gazeteci cinayetleri, susturulan insanlar, saklanan gerçekler, uyuşturulmuş kitleler! Gerçekten de, sistem bizi sessiz olmaya itmektedir. Çocukken, konuşmayı öğrendikten sonra, en çok duyduğumuz kelimelerden biri ‘sus’ olmuştur! Susmak, öğretilmiş bir fiildir ve alıştırılmış bir eylemdir. Sistem, ses çıkaranları avlamak üzerine kurulmuştur! Etrafımızdaki canavarları görmüyor muyuz yoksa görmek mi istemiyoruz, onun cevabını da size bırakıyorum. İlginçtir ki, ülkemiz, ‘Sessiz bir yer’ filmindeki gibi, apokaliptik mekanlarla doludur. Biz de bir nevi kendi sessiz yerimizde yaşıyoruz. Konuşamadığımız o kadar çok şey var ki, işin en üzücü yanı, konuşamadığımız şeylerin bilincinde olup onları zihnimizde susturmaya zorlanmak!

Not: Bu satırları yazarken, ülkemizde Afrika gazetesine yapılan saldırılarla  ilgili davada yer alan hakimin, görevinden istifa ettiği haberini okuyorum. Birileri susturmaya devam ediyor. Çocukken gecenin bir yarısı, tuvaletten yatağımıza doğru koşar adım ilerlerken bizi bir canavar yemedği için mutlu oluyorduk. Meğer ki, canavarlar sadece yatak altında veya dolabımızda değillermiş!

 

[1] Nilgün Abisel, “Popüler Türler ve Sinema” (Alan Yayıncılık, 1995)

Dergiler Haberleri