Cumhurbaşkanlığı seçimi geride kaldı.
Ortaya çıkan tablo, olmayan siyasi istikrarı daha da sorgulanır bir noktaya taşıdı.
Kaos derinleşti.
Her kafadan bir sesin çıktığı koşullarda hükümetin “sürdürülebilir bir toplumsal ve ekonomik yapı yaratma” temel vizyonu doğrultusunda icraat yapabilmesi hiç de kolay değil artık.
Belli başlı konularda siyasi irade gerektiren acil kararlara imza atılması gerekiyor.
Yağışlar iyi gidince bu yıl arpa-buğday üretimi arttı.
Bir ay içinde ürün fazlasını ihraç edemezsek ürünler değerlendirilemeyecek.
Üstelik ürün fazlası ve ihracat alternatifine bağlı olarak bu alanda yeni bir fiyat politikası belirlenmesi gerekmekte ve zaman da kısıtlı…
Mutlak siyasi irade sergilenmesi gereken bir durumla karşı karşıyayız…
Yine tarım alanında daha birkaç ay önce hayvan üreticilerinin Meclis önünde yaptığı eylem hâlâ akıllarda...
Sütle ilgili de sürdürülebilir bir yapı oluşturmak için bir şeyler yapılması gerektiği ortada…
Aksi takdirde Haziran itibariyle ciddi altüstlükler gündeme gelebilir.
Kamudaki ek mesailerle ilgili sorun da devam ediyor.
2014 bütçesinde 55 milyon TL olan ek mesai kaleminde bu yıl 50 milyon TL var.
2014’teki harcama 80 milyon TL’yi bulmuştu.
Bu yılın başında acilen köklü değişikliklere gidilmesi gerekiyordu.
Yılın ikinci yarısında bu konuda da ciddi sıkıntılar gündeme geleceği aşikâr...
Bunlar gibi pek çok konuda hızlıca kararlar üretilmesi ve “sürdürülebilir bir toplumsal ve ekonomik yapı yaratma” temel vizyonu doğrultusunda adımlar atılması gerekiyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle gecikmeler yaşandı.
Oluşan koşullarda bu adımların atılması iyice zorlaştı.
Bana göre en kritik konu Türkiye ile imzalanacak 2016-2018 programıdır.
Çok değil birkaç hafta önce bu köşede şunları yazmıştım:
“2016’ya ilerlerken ekonomik program tartışmaları alevleniyor.
Bu konuda siyasi çizgimiz nettir, özgüvenimiz tamdır.
Yolumuzu biz tayin etmeliyiz!
Vizyonumuzu, ilkelerimizi, hedeflerimizi ve bir takvime bağlı yürüteceğimiz programımızı biz oluşturmalıyız!
En temel hedefimiz günü kurtarmak yerine toplumumuzu karşılıklı kabul edilebilir federal çözüme ve barışa hizmet edecek sürdürülebilir bir yapıya kavuşturmaktır.
Toplumsal ilerlememiz ve aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerimiz açısından da bu bir milattır.
Toplumsal onurumuzu kurtarmak için kendi programımızı hazırlarken önümüzdeki 3-4 yılın sonunda cari harcamalarımıza dış destek ihtiyacını ortadan kaldırmamız gerekiyor.
Türkiye’nin cari harcamalarımıza sağladığı kredi miktarı tedricen azalırken, elde edeceğimiz hibe miktarı ise her yıl bir miktar artmış olacak. Bu da örneğin istihdam, sosyal politikalar ve benzeri konular için ihtiyaç duyduğumuz kaynağa rahatlıkla ulaşabileceğimiz anlamına gelmekte.
Toplumsal mutabakatla bu yolu yürürken cari bütçemize sağlanan 216 milyon TL (2015) desteği her yıl nasıl 70 milyon TL azaltacağımız sorusuna elle tutulur bir cevabımız olmalı.
Ortak kararlarımız ışığında gerçekleştireceğimiz yapısal reformları Türkiye’nin bize sağlayacağı her bir kuruşla ilişkilendirerek masaya oturmamız halinde ise hiçbir dayatma ile karşı karşıya kalmayacağımızı öngörmemiz mümkündür”.
***
Siyasi irade ve toplumsal mutabakat gerektiren bunca acil konu varken kanımca taraf olunabilecek tek tartışma, “sürdürülebilir bir toplumsal ve ekonomik yapı yaratma” temel vizyonunun nasıl daha hızlı ve etkili biçimde yaşam bulabileceğidir.
Bir süredir toplum bu minvalde değişim mesajını yükseltiyor ancak diğer yandan bir akıl tutulması yaşanıyormuşçasına “Yenilenmenin Akıl Defteri” ışığında yapılması gerekenlerden dahi söz etmek akıllara ziyan şov nitelikli reaksiyonlara da yol açabiliyor.
Yanlış parametrelerle seyreden bu oldukça sıkıntılı / kısır sürecin toplumsal açıdan olumlu sonuçlar doğurmayacağı kanaati iyice yerleşiyor.
O halde, sevdiğim bir sözdür, “senden soruluncaya kadar susmak, susturuluncaya kadar söylemekten hayırlıdır”.