Biz seninle bir zamanlar ne güzel arkadaştık. İnsanların birbirlerinin kalplerine doğrudan dokunabildikleri, birbirlerine zaman ayırdıkları günlerdi onlar. Yine de gündüzler yetmezdi gevezeliklerimize. Gün ışımaya başlardı ve hala anılardan söz ediyor olurduk. Birbirimizin çocukluk sokaklarını, komşularını ezberlemiştik. Sanki gitsek oralarda bulacaktık onları. Edebiyata armağan edilecek birer anlatıya dönüşüyordu o gizli anılar. En acı anların içinden bile bir yaşama sevinci, gülünecek bir şey bulup çıkarıyordun sen. Limasol çocukluğun benim gözlerimin önünden bir film gibi geçiyordu. Senin sevgi dolu bakışınla güzelleşen bir Fellini kasabasıydı adeta. Kıbrıslılığı ne güzel anlamıştın; ne güzel anlatıyordun. O bitmek tükenmek bilmez sohbetlerde bütün sırlarını bana verdin; ben de sana… Bir şiir kız kardeşliğiydi bu…
Çocukluktan aşklara geçerdik o uzun günlerde. Sen bir aşk kraliçesiydin. Aşk tahtında otururdun. Şiire de bu yakışırdı zaten. Ben yine seni o filmlerin içinde görürdüm sen anlatırken. Anıların şiiriyle büyülenirdim. Gözlerim dolar; içim sızlardı. Dışardaki dünya zalimdi, korkutucuydu… Biz bu dünyaya ait değildik. Uzak bir yıldızdan rastgele düşmüş gibiydik yeryüzüne. İsyan doluyduk ülkede, çevrede olup bitene… Gençtik, büyük hayallerle kanatlanıyorduk. İyi ki şiir vardı… Masumiyetimizi oraya sakladık.
Bütün zorluklara, bütün acılara rağmen ne güzeldi o günler. Biz seninle ne güzel arkadaştık. Başımızda zeytin dalından taçlarla ne güzel komiklikler yapardık.
Ne yazsam anlamsız geliyor şimdi. İçimdeki kırgınlıklar artık kanatıyor beni…
Arada çok kayıp sayfalar var ama o çok acı sonunu gördüm ben senin hikâyenin. Bir tabutun ardından yürüdüm. Bunu içim almıyor. Hatırladıkça gözyaşlarıma engel olamıyorum.
Daha önceleri çok yazmak istedim senin için ama bir şeyler engel oldu. Çok kırılmıştım. Bunun sorumlusu tek ya da en çok sen değilsin. Birisi seni çok acıtmışsa çoğu zaman bunun nedeni senin de onu acıtmış olmandır. Dünyanın yanlış ve acıtıcı bir yer olmasıdır. Yalanın ve hilenin kalbi yanıltmasıdır.
Bu bir şiir akrabalığı ilişkisidir. Adlarımızın hayat boyu ve ölümden sonra da bir yerlerde yan yana durması. Bu bağı şimdi daha iyi anlıyorum. Kız kardeşimdin ve gittin…
Seninle ben de biraz öldüm sanki. Bir parçam kopup uzaklaştı. Dizelerimin kalbi durdu.
Daha önce çok ölümler gördüm. Birilerinin birden gidişini… İnsanı isyanla dolduran kıyımları… Bu acı bildiğim bir acı…
Bu sefer çok farklı ama… Veda etmek çok zor… Çok ince bir yerimizden kırdın bizi.
Biz senin ölümünü seyrettik ama bunu anlamak istemedik. Ölümü sana, seni ölüme yakıştıramadık çünkü. Sen ölümle dalga geçerken, çevrende sevgi hareleri oluştururken, sözcüklerle kanatlanıp dünyayı dolaşırken gidişini algılayamadık.
Son konuşmamızda sanki çok uzun yıllar yaşayacakmış gibi bir proje önermiştin bana… Sen bu gidişe hiç ama hiç inanmadın bence Filiz.
Belediye tiyatrosunun salonunda senin tabutunun başında öylece uzun uzun derin bir kederle oturduk ve kimse ağzını açıp tek bir kelime söyleyemedi ya… Bu yazı da sanki kelimelerle bu kederin derin sessizliğini incitiyor. Senin sessizleşmen karşısında var olmanın utancını taşıyor. Sen konuşamıyorsun artık ve bizim kelimelerimiz var hala.
Susmalıyım… En azından bu suçluluk halini atlatana kadar…
Bana bir şiir olarak geri gelmeni bekleyeceğim. “Hoşça kal” dememek; yeniden “Hoş geldin” diyebilmek için.