Yılmaz Akgünlü
yakgunlu@yahoo.com
Dünyanın müzikle yaratıldığı ve müzikle var olmaya devam ettiğini söyleyebilir miyiz ya da müziğin yaşamın saf özü olduğunu? Ama hangi müziğin?
Elimizden bütün sanatlar alınsa ve sadece müzik bırakılsa yeterli olur muydu gene de ruhumuzu doyurmaya?
Her insanın ruhunun olgunluğu ölçüsünde müzikten zevk alma yeteneğinin arttığını söyleyebilir miyiz?
Gençken melodi ve duygu açısından daha tekdüze müzikleri dinleriz. Müziğe kendimizi verdikçe ve dinleyebildiğimiz her çeşit müziği dinlediğimizde ondan aldığımız mutlulukta değişmeye başlar. Popüler olan daha az tad verir olur artık. Anlattığı şeyleri ilk dinleyişte algılayamadığımız, bu yüzden de sıkıcı gibi görünen besteler yoluyla daha derin duygulara açılmaya mı başlarız? Yoksa zaten varlığımız, yaşamı algılayışımız zenginleşip büyüdüğünde mi daha önce sıkıcı gelen müziğin içindeki güzelliği görmeye başlarız?
Müziğin genellikle hafif bir eğlence, oyalanma aracı olarak görüldüğü bir çağda yaşıyoruz. Çoğu bestenin ömrü birkaç ay ya da birkaç yılı geçmez. Yeni melodiler ararız eskilerinden bıkarak. Müzikte tüketilen bir metaya dönüşmüştür.
Müzik dinleme uğraşımızın çevresini oluşturan bazı unsurlar vardır. Dinlediğimiz müziğin popüler gücü, biz de bıraktığı etki, bestecinin kim olduğu, müzik dinlerken (ya da çağımız insanı için tüketirken) nasıl bir ortamda olduğumuz gibi.
Kendi gerçek duygularımızdan yabancı olduğumuz ölçüde popüler ya da kolay müziği tercih ederiz. Dinlemesi kolay, dinle at türünde, dinlerken özel bir dikkat istemeyen müziktir bunlar. Pop, rock, rap tarzı müziklerin çoğunu bunlar oluşturur. Ancak en kötü etkiyi de bu müzikler yaparlar.
Popüler müzik zihnimize tıpkı bir uyuşturucunun yaptığı gibi etki ederler. Bu tür müziklerde duraklama ya da boşluk neredeyse hiç yok gibidir, genellikle akılda kalıcı ya da daha doğrusu akla zorla giren, tecavüz eden bir yapısı vardır. Melodi zihnimizi ele geçirir ve algımızı müziğe hapseder, onu dinlemek için bir çaba harcamamıza gerek yoktur, o kadar çok bağırır ki sonunda zihnimizi teslim alır. Aslında müzikten çok gürültünün biçime sokulmuş hali de diyebiliriz. Böylece zihnimizi kapatarak sağlıksız bir biçimde unuturuz sorunlarımızı.
Bir insanın müzik zevkinin gelişmesinin ve daha önce tad almadığı otantik ama bir o kadar da dinlemesi zor müzikleri deyim yerindeyse anlamaya başlamasının tek bir yolu vardır, o da sessizlik sevgisi. Sessizliği sevip ona kendimizi verdiğimiz oranda gerçekten güzel müzikleri de duyup zevk almaya başlarız.
Çünkü bir söz vardır: Müzik sessizlikten yapılmıştır.
Müzik sessizlikten yapılmıştır. Sessizliğe aşık olan bilir ki, bütün evren sessizlikten doğar. Elbette burada söz konusu olan sessizlik fiziksel sessizlik değil.
Gerçek sessizlik içinde seslerin olduğu sessizliktir. Sessizlik arka plandır, temeldir. O zihnimizin derinindeki, sadece zihnimizin değil, zihnimize kaynak olan Yüce’nin heryerde her daim olan sessizliğidir. Gerçek sessizliği yaşadığımız ölçüde yeni sesler duyabiliriz ve müzik heryere yayılır. Bu yüzden içsel sessizliğe ulaştığımızda yaşamın ne kadar hafif ve akıcı olduğunu görürüz.
Bundan yoksunuz ne yazık ki çoğumuz. Bütün günümüz gürültüyle geçiyor. En büyük gürültü kendi isteklerimiz, kendi sınırlı yaşamımıza gereğinden fazla odaklanmamızdan kaynaklanan “benliğin” gürültüsü. Kaptırıp gittiğimiz şu bize dayatılan sözde “yaşam”.
O yüzden uzaktan akan ırmağın, bahçemizdeki kuşun, yağmurun sesini hiç duymuyoruz. Oysa rüzgar bir ormanda ağaçların arasından eserken her bir yaprağı her bir oyuğu ve boşluğu her an farklı bir biçimde titreştirirken harika bir senfoni bestelemektedir.
Ya da deniz kıyısında dalgaların çıkardığı sesler. Doğanın içindeyken, ateşin başındayken kendi nefesimizi duyacak kadar sessizleşmişken içsel sessizliğimize ulaşırız bazen, ve orda içimizde bizi bir müzik aleti gibi kullanan dünyamız yepyeni hislerle bestesini çalmaya devam eder. Ya da sevdiğimiz insanlara, bebeklere, hayvanlara sarılırken, onları hissederken sessizlik bize sevginin her an değişen, içinde hüzün, sevinç ve neşenin olduğu sıcacık müziğini çalar.
Ne yazık ki modern insan sessizlikten de müzikten de mahrum kalmıştır.
Hayatımız başlı başına müziktir. Bir ritmi vardır, tekrarlanan düşüncelerimiz vardır, tıpkı müzikteki tekrarlanan sözler gibi. Hızlı ve aceleci bir temposu ya da sakin bir temposu vardır.
Güzel bir müzikte var olan unsurlar yaşamımızın bir bütün olarak müziği içinde geçerlidir. Güzel bir müzikte canlılık ama sadelik bir aradadır. Müzik sessizliği içermelidir, duruşların hafifleyip dinginleşmenin nefes verişi gibi. Yaşamımızda da sessizlik olmalıdır. Günlük uğraşlarımızın arasında sık sık serpiştirdiğimiz rahatlama, huzur bulma ve asıl doğamızı bulma anları.
Bu anlarda çayımızı alıp sevdiğimiz kitaplardan pasajlar okumalı, içimize işleyen duygulu müzikler çalmalı ya da bir dostumuzla güzel bir muhabbet yapabilmeliyiz. Penceremizden dışarıyı seyredebilmeli, ya da çıkıp biraz yürüyüp evreni selamlamalıyız.
Olmak ve olmamak arasındaki ritm korunmadığında, sadece hep olmak durumunda olduğumuzda zaten olamayız artık. Olmayan bir olana dönüşürüz.
Müzik yaşamın bir taklididir, ama güzel bir taklidi, hakiki bir taklidide olabilir bu, sahtesi de. Bizim yaşamlarımız da güzel bir müzik gibi olmalıdır. Kendimizi nasıl besteleyeceğimiz bize kalmış. Hergün bunu denemeliyiz. Hergün yeni baştan dingince oturup kendimizin mi evrenin mi çaldığını bilmediğimiz müziği bestelemeliyiz. Hem de hergün daha da güzel bir biçimde. Bunu yapacak gücümüzü var.