Sessizliğin Sesi

Sessizliğin Sesi

 

Nedendir bilmiyorum… Vasilya’da olduğumda, bir yanımda sonsuza uzanan o masmavi umman… Öbür yanımda, zamana karşı susar gibi görünüp o kadar çok şey anlatan dağlar… Ve doğanın börtü böceği ve “sessizliğin sesi”, sanki bana yepyeni bir dünya sunuyor…
Sıfır noktasında büyük bir boşluğum sanki… Yavaş yavaş yepyeni yaşanmışlıkla doldurduğum… ki, bazen alışkanlıklarımı sorguluyorum… Ve, bu alışkanlıkların bazısından kurtulmak istediğimin ayırdına varıyorum…
Yüzüm, bedenim dış dünyaya ait…
Ama, “içsel dünyam” tamamıyla bana ait… Öyle olmalı…

***
Yaşlılığı, bir işe yaramamak gibi değil, hep, “yaş almak” diye düşünüyorum…
Şimdi düşünüyorum da, ‘gençlik kahramanlarım” geliyor aklıma. Ör. Troilet’in, “Beyaz At”ı gibi, genç ölme fırsatını… “Foma gibi” genç yaşta, delirme fırsatını… Hans Hansen gibi, ‘başarılı bir iş patronu’ olma… Tim Willard gibi tenis hocası olup, kortlarda ilk aşkımı arama…
Ve, Jan Dark gibi, güçlü bir inanç uğruna diri diri yakılma… Ya da, bir çok genç idealist gibi, ‘haksız yere idam edilme’ fırsatını kaçırdım… Ama…
Ama, yine de, benim için en güzel yaşam yolunun, “sanattan, özellikle de şiirden” geçtiğine inanıyorum…
Ve ben, trajedisi olmayan bir varlığa inanmıyorum… Yani, ‘Stoacı’ bir yaklaşımla, “felsefe ile uğraşıyorum.” demiyorum…

***
Eskiden de yapardım ama şimdi çok sıklaştı ve yoğunlaştı…
Durmadan sorular soruyorum…
Kendimden başlayarak, herkese…
Ve, fark ediyorum ki, kimsenin – kendi iş dalları da dahil – gerçekten, derinlemesine, pek de bir şey bilmediği… Hiçbir konuda, derinlemesine, ‘araştırma – inceleme – okuma’ yapmadığı…
Daha da korkuncu: Buna, ihtiyaç duymadığı…

***
Sanıyorum, yaşadığımız kaosun nedenlerinden biri de bu… Herkes, yarım yamalak bildiğinin, en doğru olduğundan emin…
Beni delirten de – hangi konuda olursa olsun – ‘olaya / konuya, yakından, özüne bakmak yerine… Kendilerinin yıllardır taşıdıkları… Şöyle ya da böyle, bir yerlerden duydukları ve ‘İnanç sistemi’ haline getirdikleri doğrultuda bakıyor ve öyle açıklamaya çalışıyorlar…
Yani, kocaman bir olguyu, çok sınırlı, küçümen bir kutuya sıkıştırıyorlar…
Gel de tartış, gel de bir yerlere var bakalım…

***
Sıkılıyorum… Kendimden bile bazen…

***
Yarım yüzyılı aşkındır, el yordamıyla  / yürek yordamıyla hissettiklerimi gerçekleştirmeye çalışırken iki olgunun altını çizdim:
“İnsan ve Sevgi
Ve Emek…”

***
O günden buyana, insanı anlamak için… Sevmek için… Ona, emek vermek için yoldayım, yürüyorum…
Bunları başarabilmem için… Öncelikle kendimde gerçekleştirmeye çalışıyorum…
Sezgilerimle, neden – sonuç ilişkileriyle, yüreğimle, vicdanımla ve niyetle…
Ama, gerçekten de çok zor başarmak…
Çünkü ben, yaşamakla yetinmeyen bir insanım…
Mutlu bir çocukluk geçirmedim…
Belleğimin patikalarında, deprem izleri, yaraları ve anıları çok erken oluştu…
Ve, bilerek, isteyerek olmasa da, onunla birlikte çok güçlü bir “ego” da oluştu…
Ve ben…
Uzun süredir…
Ondan kurtulmaya…
Onu, sıfırlamaya çalışıyorum…


///////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

 

SÜLEYMAN ULUÇAMGİL
VEŞİNASİ TEKMAN’I
Sevgi ve saygıyla anıyoruz…

Süleyman Uluçamgil, 28 Mart, 1944’de Fota’da (Dağyolu) doğmuştu… O, üreterek, ölüme kafa tutan, sayısı az kişilerdendi. Kısacık hayat yarışında, ölümden önce, finiş ipini göğüslemiş… 21 Temmuz 1964’te, Dillirga Bölgesinin Bozdağ köyünde şehit olmuştur…
Yaşasaydı, kimbilir, şiir ve hayat hanesine, daha neleri yazacaktı… O kısacık hayat soluğunu, öylesine yoğun ve üretken yaşadığına göre…
Anısı önünde sevgi ve saygı ile eğiliyor ve onu bir şiiri ve sevgiyle anıyoruz.

“Durup dururken simitçi çığlığı gibi
Aklıma geldi Ölüm…
Oysa ki benim üniversite kapısında
Dökülen yapraklara şiir yazmaktı
Düşündüğüm…”


ŞİNASİ TEKMAN

23 Temmuz 2005 yılında yitirdiğimiz Şinasi Tekman, sadece heykel dalında değil, “Sanat ve Eğitim” konusunda da örnek bir yaşam sergilemiş, ardında sanatla örülü bir yaşam bırakmıştır…
Ülkemizde, heykel’in neredeyse adının dahi anılmadığı bir dönemde, bu dalda çalışmalarıyla ve öğretmen Koleji’ndeki başarısıyla da dikkati çekerek, iki yıllığına aldığı bursla, İngiltere’de, “King Alfred Koleji’nde, “Ağaç İşleri” konusunda gördüğü başarılı eğitimden sonra, sanatını yoğunlaştırarak… başladığı “yontu çalışmalarında, zamanla “figüratif anlayışa”  kayarak… Ülkemizde ilk kez, bu alandaki çalışmalarını bir “sanat çizgisinde” sürdürerek… Alanında bir “İlk”e de imzasını atmış…
Doğanın, var olan “sanatsal potansiyelinin farkındalığını” yaratarak, övgüye değer bir işlev sergilemiştir…

***
O, sadece bakmayan… ‘GÖREN’ bir sanatçıydı da…
Ölümünün (8.) yılında…
Onu, sevgi ve saygıyla anıyoruz…

Dergiler Haberleri