Kıbrıs’ın insanı nefessiz bırakan gerçekliği karşısında çoğu zaman yalnızca söylendik.
İsyan ettik, hüzünlendik, sebeplendik; kimi mağduru oldu bu düzenin, kimi zengini!
“KKTC”ye benzedi pek çoğu kuzeyde…
Adanın güneyine “uzaktan baktık” ve baktıkça, uzaklaştık.
Uzaktan baktılar ada yarısına güneyden, baktıkça uzaklaştılar.
***
“Kapılar” hep kapalı kaldı.
O kapılar “etnik” bağnazlığı anlattı.
Anlamadık!
Biraz “nefeslendik” ama gerçeği yüksek sesle haykıramadık.
Çünkü gidiyor, geri dönüyor, kendi yurdumuzda “turisti” oynuyorduk.
***
“Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir” demiştir Marks…
Siyasiler de öyle yaptı, buralarda…
Sanatçılar, aydınlar, sendikacılar da…
Öyle aman aman “radikallerimiz” olmadı.
Bireylere “bencillik” zehri verildi, o güzelim evlerin üzerinde “tutulmuştur” yaftaları asıldığından beri…
İdare ederek “yorumladık” hayatı, cesaret ederek “değiştirmek” yerine…
Demokrasi oyunu içerisinde sandık getirisine göre yükseldi sesler…
Hep bir “arada kalmışlık” hali oldu, hep bir sersemlik…
***
Annan Planı’nın içeriği netleştiği zaman her anlamda ‘zirve’nin yaşandığı yerde, Burgenstock’ta, Luzern gölünün kıyısındaydım ve güneş doğmuştu, belki on günün ardından…
O gün, orada, çok sayıda Kıbrıslı gazeteci bir ‘referandum’ yapmıştık.
Plana “Hayır” çıkmıştı.
Üstelik gazetecilerin çoğu barışsever insanlardı.
***
24 Nisan’da yeni güne doğarken “gerçeküstü bir umutla” gözlerimizi açmış, hep yaptığımız gibi “kendi zaferimize” odaklanmıştık.
Sabaha doğru derin bir hayal kırıklığı içerisinde uykuya dalarken, hep yaptığımız gibi “kendi mağduriyetimize” inanmıştık.
Yine bize öğretilen “bölünmüş” duygulara hapsolduk.
Oradan da çıkamadık kolay kolay…
***
Hep “iki ayrı” yerden baktık hayata!
Bölünerek hayal ettik birleşmeyi.
Bugün de öyle, ne yazık…
***
Kıbrıs’ın kaderini değiştiremedik.
Mevcut kurulu düzeni yorumlamakla geçti ömrümüz.
Ya “sebeplenmekle” bu düzenden…
Ya ‘isyan’ etmekle…
Uyumlaştık git gide…
Bir türlü değiştiremedik…
***
Dün meydana yürüdüm yeniden “sesler” toplamak için…
O sesleri bulamadım.
Ne o yüzlerinde derin çizgileriyle yaşlılar vardı, ne puslu gözleriyle yeni yetme çocuklar...
Ne saçları örülü gençler vardı, ne ellerinde zeytin dalları analar…
Kuşları izledim, surlara baktım, yağmur çiseledi, ıslandım, kaçtım.
Sevemedim bu yurdun bölünmüş hallerini, alışamadım.