Neriman Cahit
Sevgili dostlar, yaşamınıza artık “Sevgiyi” de dahil edin. Sevginin sıcaklığını, güzelliğini de… Çünkü, sevgi her şeyin metalaştığı günümüzde, yeryüzünde paraya dönüştürülememiş tek Anka Kuşu…
Ve aslolan, yeryüzünde yaşamaktan ötürü duyduğumuz, duymamız gereken büyük keyif ve mutluluğu, sevgi duygularıyla, yakınlarımız ve dostlarımızla paylaşmak…
***
Özellikle de çocuklarla…
Kendi çocuklarımız yanında… Özellikle de anne-baba sevgisinden yoksun yetim çocuklarla… Onların, gülmeyi unutan küçücük gözlerini sevgi ile yeniden hayata döndürebilirsek ne mutlu bize…
Ve eğer, mutluluk söylendiği gibi gerçekten “paylaşmak” ise… en uygun zaman “hemen şimdi…” değil mi?..
YASEMİN KOKUSU
Bunları yazarken, 1995’in yılbaşı arifesinde, karısıyla buluşmaya giden ama patlayan bir bomba sonucu, yaşamını yitiren, “Sevgi Peygamberi”, Onat Kutlar’ın şu sözleri geliyor aklıma: “Kokuyu duyuyor musun, sanki bir yerlerde yasemin var !...”
Ve belleğim, onun yazdıkları arasında dolanmasını sürdürerek, ‘Yeter ki, Kararmasın’ adlı kitabından “Balyoz ve Özgürlük” başlıklı bir yazısındaki bir bölümü getiriyor: “Balyoz”, bir civciv ve fabrikasını anlatan kısa metrajlı bir Yugoslav filmidir:
“Çağdaş (!) yöntemlerle her gün binlerce civciv üreten bir işletmeyi gösterir bize film. Üzerinden, binlerce civcivin geçtiği bir bandın iki yanında ‘seçici kadınlar’ durur ve “sağlam” civcivleri ayırırlar! Bozuk, sakat ve ölü civcivler bantta bırakılır ve az ileride kabuklarıyla karışık olarak varillere dökülürler…
Bandın üzerinde sapsarı, birer ışık yumağı gibi yavrular, yaşamak için, titreyerek, seçilmeyi beklerler…
***
Birden, bir “kara civciv” görünür aralarında… Sapasağlamdır ama “kurala uygun” değil…
Acımasız bir el, iterek, bant üzerinde bırakır onu… Yürüyen bant, civcivi UÇURUMA götürmektedir… Geriye doğru hızla koşar civciv, kurtulmak için…
Eller, yeniden iter onu: “Sen, kuralları bozuyorsun… Git…”
***
Bu umutsuz çaba, küçük civciv yumurta kabukları ile birlikte varile düşünceye kadar sürer… Sonra, üstüne aralıklarla işleyen bir balyoz iner. Varilde, atıklar çok yer kaplamasın diye…
***
Filmin sonu umutsuz değil…
Avluda arabalara yükletilmek için bekleyen varillerden birinde kimsenin fark etmediği bir kıpırtı… Kara civciv, yumurta kabuklarının arasından başını çıkarır… Varilden atlar…
***
Ve, güneşe uzanan aydınlık bir yolda koşmaya başlar…
Düş mü gerçek mi kim bilir…
Ama niye gerçek olmasın ki…
---------------------------------------
Sevgiyi de katalım…
MUTLU BAYRAMLARA…
Bir bayramın daha arifesindeyiz…
Evet, bayram… Bayramlarımız…
Bize, insan olduğumuzu, sevmeye, sevilmeye, yaşamaya… bağışlayıp, mutlu olmaya ihtiyacımız olduğunu, en çok duyuran günler… Ama, artık çok gerilerde kaldı böyle günler… Artık, sadece anılarıyla avunduğumuz…
Ve insan, anılarıyla avunmaya başladığı zaman… Yaşamında bazı kayıplar söz konusu olduğu için, “anılara” yolculuk ediyor…
Düşünüyorum da… Ne kadar çok “kayıplar veren” bir toplum olduk biz…
Bunları düşününce, bayramın getirdiği “sevinci” duymak yerine derin bir hüzün sarıyor yüreğimi…
Gittikçe, kendi özünü yitirmekte olan bir toplumda, “kimliğinin özünü” yitirmemek için… Eli kalem tutan her insanımız, “hatırladıklarını / yaşadıklarını yazıp, bir bellek olarak” arkasında bırakmalıdır… Gelecek nesiller için…
ANLAMSIZ ÖZENTİ…
Kendi kimliğimizin “gelişim çizgisi” yerine biz, hep Batıya özendik… Bir sürü gerçeği atlayarak, önemsemeyerek…
Gelin, bu bağlamda Batı’ya bakalım:
Tabii ki, o da değişiyor ama, her şeyi kökten bir yana bırakarak değil!
Tamam, geçmiş bayramlar da tıpa tıp aynisi olmayacak ama bu demek değildir ki, “her şey” bir kenara atacaksın, birden bire…
Ne koydun ki onun yerine… Önemli olan bu…
***
Bizde bayramlar git gide bir tatile indirgendi: “Aman, ya yurt dışına kaçayım ya da burada bir otelde yer ayırtayım da kurtulayım yaşlı eli öpmekten!”
Aslında, bir düşünelim bakalım:
“Nedir kaçmaya çalıştığımız… Bir yaşlı insanın elini öpmek mi? Aslında, ‘Onu değil, kendi zaaflarımızı çoğaltıyoruz böyle yapmakla…”
Üstelik çocuklarımıza da kötü örnek oluyoruz!
***
Artık, düşünme ve attığımız her adımın hesabını kendi kendimize olsun vermek durumundayız… Hem de sadece bayramlarda değil… Diğer günlerde de olsun: Gözleri kapıda, bizi bekleyen, o çaresizliğin girdabındaki yaşlı ve hasta insanlar…
Bizim de, eninde sonunda… O acı gerçeği yaşayacağımızı anımsayarak…
***
Yani sadece, bir “cari müessese” değildir insan…
Toplumlar ve kişiler için de, belli “hesaplaşma günleri” olmalıdır…
En azından kendini, sahnenin üzerinde tutarak… Yahut da, ayna karşısında, gözlerinin taa içine bakarak hesaplaşması gereken günlerden biridir bayramlar…
Unutmayalım ki: “İnsan, sadece yesin, uyusun, çoğalsın” diye yaratılmadı! Dünyaya karşı, bir sorumluluğumuz vardır: En yakınımızdan en uzağımıza kadar: Ki, kendi ailemiz, yakınlarımız, ülkemiz ve Dünya…
Sahi, niçin dünyadayız biz…
Sadece, nüfus cüzdanını şişirmek için mi?.. yoksa, sadece belli seviyelere gelip de, kendi “EGOSU ve YAKINLARINA” çıkar sağlamak için mi?
BÖYLE GÜNLER…
Böyle günler, bunun için önemlidir…
Kıbrıs Türkü bunları eskiden yerine getirirdi…
Özel bir paylaşım, özveri ve birbirine karşı bir “dayanışma” vardı…
Pek çok şeyimiz yoktu ama mutluyduk…
Bir kuruş ya da yirmi para…
Ve, bayram şekeriyle…
***
Aynı duygular içinde
MUTLU BAYRAMLAR HEPİNİZE…