Konuşan onlar değildir sanki, içlerinde gizlenen başka biri olduğunu hissedersiniz. Sahte çiçeklerin verdiği duyguyu verir sesleri. Gerçek gibidirler ama sanki dokunulsa anlaşılacaktır yapay oldukları... Kelimeler, içlerinden geçen değildir. Söylenmesinde yarar olanları dillendirmektedirler. Gözlerindeki derin boşluktan anlarsınız bu konuşmanın başka alt yazıları bulunduğunu... Nefret edilesi değil aslında dokunaklı bir durumdur bu... Sahtelikleri talep eden bir dünyaya boyun eğmişlerdir hayata tutunabilmek için.
Woody Allen’ın dâhiyane Zelig filmini anımsatır bana böyleleri... Zelig bir “mockdocumentary”, taklit dokümanterdir. Bir “insan bukalemunu “ hikâyesidir anlattığı... 1920’li ve 1930’lu yıllarda yaşamış, kendisini çevresindeki insanlara dönüştürebilen Leonard Zelig adlı bir adamı konu alır. Bu bir psikolojik bozukluktur.
Filmde bana en dokunaklı gelen bütün bu kişilik değişimlerinin aslında güçlü bir sevgi ve onay isteğinden kaynaklandığını duyumsatmasıdır. Çok uzun zaman önce izlemiştim ama şöyle bir ayrıntı hatırlıyorum: Zelig bir diyalog içinde Moby Dick’i okumadığını itiraf etmek zorundadır ve bu “utanç verici “ durum, prestijini yerlerde süründürecektir. Bu an, sonradan edindiği psikolojik bozukluk için anahtar bir durumdur. Gerçekte olmadığı şeyleri olma yeteneğini geliştirmiştir.
Çok kızdığımız pek çok davranışın altında güçlü bir sevgi ve onay isteği yatar. Zelig, pek çok ünlü insana dönüştürmüştür kendisini. En fazla sevgi ve onayı ünlülerin aldığı zannıyla belki de.
Günümüzde de ünlü olma hayali kuran ve ünlü olabilmek için kendini başka birine dönüştüren pek çok insan var. Başkaları yapıyor da ben niye yapmayayım düşüncesidir biraz da bu... Bazılarına bahşedilen ışıltılı hayatlar neden benim de olmasın? Benim onlardan neyim eksik?
Şair ve yazar olmak, kendi efsanesini dünyaya bırakıp ölümsüzleşmek isteyen pek çok insan var örneğin... Şiirin ve düzyazının Zelig’lerini gözlemlemek mümkündür bolca... Edebiyat alanında biryerlere gelebilmek için neler gerektiğini düşünüp oyunu kuralına göre oynamaya yöneltirler enerjilerini... Şair, yazar edası oldukça önemli, kilit yerlerdeki insanlarla iyi ilişkiler geliştirmek ise elzemdir. Yeteneksizler kadar bazı yetenekli şair ve yazarlarda da görülebilir bu... Onayın en yüksek mertebesine ulaşmak sıradan bir onaydan daha önemlidir sonuçta. Zekanı kullanır kuralına göre oynarsın ve yükselirsin.
Zelig olabilmek de bir zeka , bir beceri işidir kuşkusuz. En gerçek gibi görünen sahte çiçeği üretmek de bir “başarı” değil midir?
Kendinden bir şair ya da yazar tasarlayan, sonra da çevreden bunun onayını almak için çeşitli yollar deneyen insanlar vardır. İçinde yaşadığımız pazarlama ve “mış gibi yapma” dünyası da çok uygundur bunun için...”Torbacılar “denen bir şair yazar tipi vardır örneğin. Torba içinde taşıdığı büyük olasılıkla kendisinin finanse ettiği kitaplarını imzalayıp durur çevredekilere... Satır aralarında kendinden ve edebiyat alanındaki başarılarından söz etmeye bayılır. Küçümsemek için yazmıyorum bunları. Daha çok da içimi acıttığı, zihnimi bulandırdığı için meşgul ediyor beni... Edebiyatın ne olduğunu dahi anlayamamış pek çok insan bu paye için numara çevirebiliyor. Geri planında bir sevgi ve onay isteği yatıyor ama hazin olduğu kadar da absürd bir durum söz konusu olan... İnsan ne yapacağını şaşırıyor böylesi durumlarda. Ağzını açsan ukala, kendini beğenmiş damgası yemen pek mümkün çünkü...
Epey zor bir iş aslında olmadığın şeymişsin gibi davranmak... Her an ipliğinin pazara çıkması mümkünüdür çünkü... Olmadığın biri olduğuna ne kadar uzun süre inandırabilirsin ki başkalarını?
Hayattaki hiyerarşilerdir insanı bozan... Hiyerarşik düzenler ve hiyerarşiler üzerinden düşünmeye eğilimli insan tipleri söz konusudur. Her karşılaştığını, kafasındaki basamakların birine oturtur kimileri. Hiyerarşi basamaklarını tırmanmak üzerine bir hayat tasavvurları vardır. Kendin çıkamıyorsan, oralarda olan birinin yanına misafir olursun. Birilerinin yanında durup yükselmek aşağılarda kalmaktan evladır sonuçta...
Bu sahtelikler, adaletsiz paylaşımlar dünyasında gerçekten kendin olabilmişsen, küçük hesaplar, kirli ihtiraslara esir olmamışsan ne mutlu sana. Şımarık sahte çiçeklerin ihtişamlı mekanlarında yürürken için burkulmasın sakın... En güzel bahçe senin içindekidir.
Sahte olanın itibar gördüğü bu dünyada belki hak ettiğin sevgi ve onayı görmeyeceksin ama bir başkasıymış gibi yaparak elde edebileceğin sevgi ve onay da gerçekte sana gelmemiştir ki.
Not: Olağanüstü koşullar nedeniyle bu hafta da eski bir yazı paylaşıyorum.