Simge Çerkezoğlu
1986 doğumlu genç bir akademisyen Şevki Kıralp. Yollarımız Başpiskopos Makarios’u anlattığı “Başpiskopos Makarios ve Kıbrıs Rum Milliyetçiliği” isimli kitap sayesinde kesişti. Kıralp, bu eserle Kıbrıs Türk tarihinin en önemli, buna karşın en az bilinen liderlerinden birinin hikâyesini gün yüzüne çıkarıyor. Makarios’u devlet eliyle yazılan tarih kitaplarından çıkararak bambaşka içerikle önümüze koyuyor. Böylece ortaya tarihsel anlamda önemli ve okunması keyifli bir eser çıkıyor. Kitap bitiyor, Makarios üzerine söylenecek sözler bitmiyor...
İlk önce kitabın hikâyesini yazarından dinleyelim...
“Master ve doktora çalışmalarım boyunca Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs sorunuyla ilgileniyordum, her ikisinin de kesiştiği noktalarda başpiskopos Makarios vardı, özellikle 1950’den 1977’ye kadar olan dönemde baş aktördü. Benim de uyguladığı siyaset ve kurmak istediği Kıbrıs anlamında çok ilgimi çeken bir isimdi. Araştırdıkça tarih kitaplarında okuduğumuzun çok dışında ve çok farklı bir Makarios’la karşılaştım. Bizim tarih kitaplarımız onu katıksız bir ENOSİS yanlısı olarak anlatırken aslında tam da öyle olmadığı ve 1964’ten itibaren ENOSİS’ten uzaklaşıp bağımsızlığa yönelen isim olduğu ortaya çıktı. 1968’den sonra bunu kendisi de açıkça söylemişti. Bunun yanında Sovyetler Birliği ve bağlantısızlarla da ilişkileri vardı. Özellikle de soğuk savaş koşullarını çok iyi kullanıyordu. Sosyalistlerle çok iyi ilişkileri vardı. 1968’den sonra Kıbrıslı Türklerin veto haklarının sınırlandırılacağı ama ne İngiltere ne Yunanistan ne de Türkiye’nin Kıbrısın iç işlerine müdahale edemeyeceği bir ada yaratmak için çabalıyordu. Özellikle bunu dile getirmenin ve kurcalamanın tarih için yararlı ve gerekli olduğunu düşündüm.”
DAHİ LİDER, MAKARİOS
Kıralp, Kıbrıs ve Kıbrıslı Rumlar için Makarios’un önemli ve dahi bir lider olma gerekçelerini siyasi bakış açısıyla cevaplıyor.
“Hem sarayın hem başpiskoposluğun lideriydi. Hem dini hem de siyasal liderdi. Osmanlı ve İngiliz dönemlerinden gelen ulus başı kavramına cevap veren isimdi. Diplomatik yetenekleri bakımından deha bir liderdi. Küçük bir Ada’nın lideriydi ama 1964 yılında Amerika “Kıbrıs’ı böleceksiniz” dediğinde Makarios buna kafa tutabiliyordu. “Son sözü biz söyleriz, burası bizim Ada’mız” diyordu. Bunun için de Sovyetler Birliği’ni ve üçüncü dünyayı devreye sokuyordu. Amerika’ya istediğini yaptırmıyordu. 1972 yılında ise Yunan Cuntası lideri Papadopulos onu istifaya zorlarken bu kez de Amerika’yı kullanarak Cunta’dan kurtulmayı başarıyordu. İnanılmaz derecede uluslararası aktörleri kullanmayı başaran, bu anlamda çok önemli bir liderdi. Artık böyle liderler yok, olmama nedeni ise ülkelerin konumlarının da günümüzde değişmiş olması. Dünya düzeni artık çok kutuplu Amerika, Rusya, Çin var ve İran gittikçe güçleniyor. Çok uluslu şirketler devletler kadar güçlü. Avrupa Birliği diye bir oluşum var. Bir lidere uluslararası alanda çok manevra yaptıracak düzen kalmadı.”
Bana öyle geliyor ki Kıbrıs Rum siyasetini Makarios’la olan dönem ve Makarios’dan sonraki dönem olarak ikiye ayırabiliriz. Şevki Kıralp da bu görüşüme katılıyor.
“Makarios’un şansı ENOSİS mücadelesi içinde doğması ve onun lideri oluşuydu. 1977 yılından Makarios’un ölümünden sonra, Rum toplumunda siyasal partilerin artık ağırlığı ortaya çıkmaya başladı. Partiler başlarına buyruk kalmaya, toplumsal ayrışma partilerde kendini göstermeye başlıyor. Bu anlamda Makarios’un varlığı ve yokluğu fark yaratıyor. Ancak yine de DIKO, EDEK, sonradan kurulan EVROKO hep Makarios’un çizgisinde ilerleyen partiler oldu. AKEL bazen bu çizgiden kopan bazen bu çizgiye yaklaşan bir parti. Öte yandan DİSİ şu anki lider Anastasiades’in partisi, Klerides tarafından kurulan bir parti. Klerides’in 1974 sonrası yaşanan hadiselerde Makarios’u sorumsuz ve uzlaşmaz olarak tanımladığı, ona karşı olduğu biliniyor. Kıbrıs Rum siyaseti için Makarios bir dönüm noktası diyebiliriz. Sonuçta Makarios’çu cephe ve ona karşıtı olan cephe olarak partilerin konum alışları bile yine ona bağlanıyor. Siyaset Makarios üzerinden seyir alıyor.”
İSTENMEYEN ADAMLAR MAKARİOS VE DR. KÜÇÜK
Kıbrıslı Rum lider Makarios’un Kıbrıslı Türk liderlerden hangisi ile benzerlik gösterdiği kitapla netlik kazanan en önemli konulardan biri...
“Doktor Küçük ile Makarios aynı dönem içinde birinci adam konumunda olan iki isimdi. Makarios Yunanistan hükümetlerine karşı çok sert tutumlar içindeydi. 1955’den itibaren Yunanistan’a “siz Kıbrıs sorununa karıştıkça bizim işimizi bozuyorsunuz” diye sitem ediyordu. Fazıl Küçük ise “Türkiye müdahale edebildiği kadar Kıbrıs konusuna müdahale etsin, etmezse güçlenemeyiz” diyen biriydi. Rauf Denktaş da benzer düşüncedeydi. Bir noktaya kadar bu durum doğruydu çünkü biz azınlıktık. Türkiye’nin desteği olmadan Kıbrıslı Rumların çoğunluk ve ekonomi gücünü dengelemek mümkün değildi. Ancak 1960’lı yıllarda Fazıl Küçük ile Ankara’nın ilişkileri bozulmaya başladı. Çünkü Rauf Denktaş Ankara’da kaldığı sürede Türkiye’nın askeri kanadıyla iyi ilişkiler kurdu. Kendini Ada’da Türkiye’yi temsil etmek için daha uygun lider haline getirdi. Zaten 1973 yılındaki başkanlık ve muavinlik seçimlerinde Makarios tek adayken Kıbrıslı Türkler’den aday olmak isteyen Doktor Küçük ve Mithat Berberoğlu’na adaylıktan çekilmeleri ve Denktaş’ın bu göreve gelmesini istedikleri Türkiye’den ültimatom olarak gönderiliyor. Böylece Denktaş, Fazıl Küçük’ün yerini alıyor. Bu noktada Fazıl Küçük’ün Ankara tarafından ekarte edilmesi Makarios ile onları bir noktada benzeştiriyor. Ancak Makarios’un farkı halkının desteğini almayı her daima başarmış olmasıdır. Yunanistan’a hiçbir zaman yenilmedi. Bunu unutmamak gerekiyor.”
Denktaş’la Makarios’un ortak noktaları ise çocuklarına uzanıyor.
“Denktaş da Makarios da, her iki isim de çocuk yaşta annelerini kaybeden liderler. Niyazi Kızılyürek bu durumu önsözde yazdığı yazıda hatırlatıyor. Her iki liderin de annelerini kaybetmiş olmalarını ana-yavruvatan ilişkisine bağlıyor. ‘Belki de Yunanistan ve Türkiye’ye bu denli sarılmalarının nedeni annesizlikleri’ diyor. Tabii böyle de bir içsel dünyaları olduğu düşünülebilir.”
Kıralp’a göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başarılı olmama nedeni etnik ve milliyetçi aktörlerin varlığı...
“1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluyor ama Kıbrıslı Türk liderliği toplumu Taksim için harekete geçirirken, Kıbrıslı Rum liderliği ise toplumu ENOSİS için harekete geçirmek istiyor. İkisi de olmadı ama yine de zihindeki milli dava yürüme hikâyesi bitmiyor. Buna bir de 1960-1963 arasında Kıbrıslı Rumların Türklere göre daha zengin ve ekonomiyi daha fazla kontrol ediyor oluşları eklenince sıradan insanların biz bu Kıbrıslı Türkler için vergi ödüyoruz duygusuna kapılmasına ve rahatsızlık yaşaması gündeme geliyor. Böylece 1963 yılına gelmeden her iki toplumun liderleri ENOSİS ve Taksim için siyasal ve silahlı mücadeleye hazırlanıyor. Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başarısızlığı kaçınılmaz oluyor.”
HER İKİ TOPLUMUN DERDİ; ANAVATANLAR
Kitapta Kıralp, Makarios’un ENOSİS’den vazgeçip/geçmediğine cevap arıyor. Buna cevap ararken her iki toplumun da geçmişten bu yana benzer dertlerden muzdarip olduğu gerçeği gün yüzüne çıkıyor.
“Bugünün siyasetini okursak artık solda veya sağda tanımlayabileceğimiz pek çok siyasal aktör Kıbrıs Türk toplumunda suyun idaresini bize bırakın ya da ekonomik paket gönderiyorsunuz ama biz istemiyoruz topluma kabul ettiremeyiz gibi itirazlar var. Ancak 1974 ve öncesinde durum böyle değildi. Türkiye bir karar alıyorsa Kıbrıslı Türk siyasetçiler de bunu emir gibi kabul ediyor ve uyguluyorlardı. Günümüz koşullarında ise bu durum böyle değil. Makarios bu duruma 1974’ten çok daha önce geldi. Hem devleti tek başına yönetiyor hem de Kıbrıs Rum toplumunun ekonomik ilişkilerle kalkındığını görüyordu. Örneğin İngiltere ve İngiltere İmparatorluğu’nun dahil olduğu ülkelerle ve sosyalist blokla ekonomik ilişkiler gelişmişti. Çok kalkınmışlardı. Makarios bunları görünce Atina’nın Kıbrıs’ın içişlerine müdahelelerinden rahatsızlık duymaya başladı. Farketti ki ENOSİS gerçekleşirse bu ekonomik imtiyazlar ortadan kalkacak. Kıbrıslı Türkler de hazır uzaklaşmışken devleti tek başımıza yönetiyoruz diyerek cuntanın iktidara gelmesine izin verirse kendinin de sıradan din adamına dönüşeceğini farkediyor. Böylece 1968’den itibaren cunta ile birleşme, ENOSİS’i gerçekleştirme fikrinden vazgeçiyor bunu akıl karı olarak görmediğini dile getiriyor.”
“KIZILYÜREK EN BEĞENDİĞİM YAZAR”
Niyazi Kızılyürek için en sevdiğim yazar ifadesini de kullanan Kıralp, bunun nedenini anlatıyor...
“Olaylara bakarken her zaman bilimsel perspektifini önde tutuşu beni çok etkiliyor. Her akademisyen bunu yapamaz. Niyazi Kızılyürek bunu başaran bir isim. Siyasal analizlerine baktığımızda Kıbrıs Rum toplumu için de, Türk toplumu için de sol ya da sağ için daha az veya daha çok eleştiride bulunma söz konusu değil. Her zaman akademik perspektifiyle dengeyi koruyor. Milliyetçiliğin ne olduğunu içine sindirerek bunun üzerinden yazıyor. Bu çok hoşuma giden bir akademik perspektif ve Avrupa’nın doğusundaki toplumlarda da çok az görülen bir özelliktir. Akademik bakış açısını engellemeyen siyasal bir tarafsızlığı hep var. Tarihi herhangi bir ideolojinin değil akademik tarafsızlığın gözünden yorumluyor.”