Bir şeyi söylerken bir başka düşünceyi, kalbinin rengini, içinde gizli kıskançlık, küçümseme ve hırsı açığa vurmak. Türkçede bunu anlatan bir kelime var mı diye düşündüm az önce. Dilimin ucunda bir kelime var ama bulamadım bir türlü. Türkçede olmasa bile dünyadaki sayısız dil içinde bir karşılığı vardır elbet bunun. Kimileri bile isteye yapar bunu, can acıtmak ister. Böylesini anlatan bir başka kavram olmalı. Bir çeşit incitme sanatı kastettiğim. Olumlu bir şey söylüyor gibi yapıp bir ima ile karşıdakini üzmek. Diğer türlüsünde bir aymazlık vardır, gizlenen bir biçimde kamufle edici sözlerin ardından başını uzatır. Bir de bakışların dili var elbet, anne dilinden önce öğrendiğimiz. Susmak çok şey anlatabilir. Susmak değersizleştirmektir, hiyerarşi kurmaktır kimi zaman. Pandemi dönemi ilişki savaşları açısından bir anlamda korunaklı bir dönemdi, sosyal medyayı saymazsak. Sosyal Medya’da bakışlar ve beden dili yok en azından. Sayısız insanla karşı karşıya gelinen büyük şehir hayatlarını bir düşünelim. Hiç tanımadığınız insanlar, bir bakışla, bir sözle sizi incitebilir. Bunların hepsi belleğe kaydoluyor. Kayıt orada duruyor, silikleşiyor ve benzer bir olayla karşılaşınca belirginleşiyor tekrar. Hele de yaşandığı anda can acıtmışsa.
Bunun tersi de geçerli elbet, bir başkasını yüreklendirmek, ona yaşama sevinci aşılamak… İçten geliyorsa mümkün bu. Bakışlar, mimikler, beden dili ve bazı küçük ayrıntılar yalanı, sahteyi ele verebilir çünkü. Ruhlarımız söz kazaları sonucu oluşmuş yaralarla dolu. Dışarıdan görünmeyen yaralar bunlar. Kimseyle paylaşmadığımız, paylaşsak bile tam anlatamadığımız. Kimi zaman bir şiirlerde rastlıyoruz bu yaraların dile gelişine ve iyi geliyor bize.
Hayat bir miktar düzeliyor ya, sosyal ilişkilerin vahşi ormanına dalmak biraz da bu. Hem de eskisinden daha beter, bastırılmış, hüsrana uğramış, sıkıştırılmış ve birden azat olmuş bir insan kalabalığı içinde. Ev içlerinin korunaklı güvenlik alanından sosyal hayatların vahşi ormanına hoş geldiniz. Kaldığımız yerden devam edebiliriz birbirimizi yaralamaya. İçimizde biriktirdiğimiz öfkeyi karşımızdakilere boşaltabiliriz. Onlara çeşitli imalarda bulunup canlarını yakabiliriz. Dış görünüşlerine, statülerine, hayatlarına dair sinsi, küçültücü göndermelerle mikro iktidarlarımızı kurabiliriz.
Geçmişte bazı zararlı davranış virüslerine karşı kendime uyguladığım bir karantina varmış, şimdi fark ediyorum. Öyle dalmıyormuşum bazı ortamlara, camdan kalbimi sakınıyormuşum.
İçlerindeki iyiliği gördüğüm bazı insanlar vardır. Bazen beni üzseler de zamanla bağışlarım onları. Kimileri ise canımı acıtmışlardır ama ruhlarının ne kadar yaralı olduğunu görüp bana yaptıklarına öfkelensem de bir çeşit merhamet duyarım onlara karşı. Böyle kötü olmak bu kısacık hayatta insanın başına gelebilecek en büyük felakettir çünkü.
Ağızlarından bal damlayan sahteler vardır bir yandan da. Bir çeşit rüşvettir o bal. Ya da kendini sakınma stratejisidir. Aramız bal olursa bir kötülük gelmez taktiği.
Bu vahşi ormanda gerçek sevgiyi, hissedilebilir bir kalp titreyişini arar dururuz hepimiz. Bazen hayretle görürüz bu titreyişin hiç ummadığımız birinden geldiğini. Bu insan ara ara saçmalasa, ilişki girdabında bocalasa da o titreyiş bir biçimde ulaşır bize. Onun yarasını, çıkmazlarını, hayat içinde payına düşen hikâyeyi şefkatle karşılarız.
Sevebileceğimiz böylesi insanlarla doludur dünya ama öyle kötü deneyimlerimiz vardır ki ürkerek yaklaşırız. Kolay kolay açamayız kalplerimizi.
Hayatta kaç insanın kalbinde gerçek bir sevgi ateşleyebildiysek odur en büyük servetimiz. Onların sevgisizliğinden çok bizim beceriksizliğimizdir ilişki fakiri olmamızın bir nedeni. Yaralanma korkumuz, çeşitli nedenlerle sahip olduğumuz özgüven eksikliğidir. Sevmeyi beceremediğimiz için sevilmiyoruzdur belki de. Hayattaki en kıymetli beceridir sevebilmek. İtilip kakıldığımız, örselenmiş çocukluklarımızdır bunun önündeki engel. Aşabiliriz ama bunu. Sevme derslerinin hem öğrencisi hem de öğretmeni kendimiz olmak zorundayız çocukluğumuzda bunu bize veren olmamışsa. Zor biliyorum ama başarabiliriz.