ŞİDDET SARMALI

Neşe Yaşın

Farklı görüşlere neden tahammül edemiyoruz? Aynı fikirde olmasak, anlaşmasak bile neden en azından anlamaya çalışmıyoruz? Farklı düşünen insanların saldırgan tartışmaları, düşüncelerin boks ringi yoruyor beni. Sistem için ideal insan tipini yetiştirmeye programlanmış eğitim bunun yerine farklı görüşlerin ifade tarzlarına yardımcı olsa dünya daha güzel bir yer olurdu. Benden farklı düşünen haindir anlayışı dünyayı hainlerle dolduruyor.

Kuşkusuz ki öfkelenme hakkımız var ve görüşlerimizi, hayallerimizi bir tutkuyla savunacağız. Faşist, ırkçı, sevgisiz, çıkarcı vb. yorumlar duymak kanımızı ateşliyor. Zekice yanıtlamak, görüş sahibini de şaşırtacak biçimde taşı gediğine koymak dururken reddettiğimizin kendine dönüşüyoruz kimi zaman.

Bazı ortamlarda gizli bir dine sahip biri gibi susuyorum. Masadakiler yaşama kültürü, politik iklim açısından bana yakın insanlar oluyor genelde. Bir konuda epey farklı düşünüyorum onlardan ama ağzımı açmaya korkuyorum. Ağzımı açtığım anda hain damgası yiyecekmişim gibi geliyor. Belki uzun uzun anlatsam ikna olacaklar. Belki de onlar beni ikna edecekler ve bir miktar fikrimi değiştireceğim. Ama bu yola girsem yaralayıcı, şiddetli bir tartışmaya dalınacak ve sonrasında karnıma ağrılar girecek. Zaten kimsenin vakti yok bazı ayrıntılar üzerine düşünmeye; klişeler, politik formüller, paket halindeki yargılar ne güne duruyor? En iyisi susmak.

Ötekilere dair en temel duygumuz korku. Potansiyel olarak bir başkası bize büyük bir zarar verebilir. En yakınlarımız dahil buna. Hatta onların bunu yapması daha da olası. Birisine sonsuz bir güvenle yakınlaşmayı deneyebiliriz; denemişizdir de. Bu güvenin yerle bir edildiği anılarımızdır sorun. Yalnızlığı seçenler biraz da bu nedenle yapıyorlar bunu.

Bazı insanları içimde öldürüp, yasını tutup onları artık dünyamın dışına çıkarmış oluyorum. Sonra bir gün gerçekten ölüyor onlar. O tamamlanmış yas kışkırtılıyor, vicdan muhasebeleri başlıyor yeniden. Keşke bu suskun küskünlüğü yaşamak yerine konuşsaymışım, anlamaya, bağışlamaya çalışsaymışım diyorum o zaman.

Takdirler de tenkitler de abartmayla dolu ne yazık. Ya göklere çıkarıyoruz ya da yerin dibine batırıyoruz. Kimilerinin bizim için çocuk oyuncağı olan bazı şeyleri ne zorluklarla başardığının farkında değiliz. Göremediğimiz yaraları var pek çok insanın.

Biz ve onların kelimeler savaşı içindeyiz. Hiçbir savaşın galibi yoktur oysa. Yaralarla çıkarız her savaştan ve intikam çemberi açılır.

 Gerçek bir savaşla, tarihin çoktan geride bıraktığımız dönemlerine ait görüntülerle uyandığımız bir hafta yaşadık. Sözler savaşı ise kim haklı kim haksız, kim sebep kim sonuç üzerinden sürüyor. Sorunları şiddetle çözmeye çalıştığında hiçbir zaman çözmüyorsun omları. Geride bir yıkım bırakıyorsun ve intikam sarmalını açıyorsun. Şiddet en büyük haksızlıktır.

Milliyetçilik ve militarizmin dünyayı yönetiyor, gündemleri belirliyor olması en çok kaygı veren. Şiddet her zamanki gibi sözcüklerle alt edemediğini susturmanın en güçlü aracı. Dünyanın kaderi bazı narsislerin iki dudağı arasında. Biz küçük dünyalarımızda bazı gelecek hayalleri kurarken onlar bunları yok edecek politikaları üretmekle meşguller. Beş dakikada değişiyor bütün işler. En azından başımıza her an her şeyin gelebileceği konusunda ikna olduk sanırım.

Ötekilerden korkuyoruz ve onlar da bizden korkuyorlar. Korku nefret ve düşmanlığın en önemli kaynağı. Birine nefretle yaklaşmak onun nefretini de körüklemek demek. Böylesine bir kısır döngü bu.

Barışseverler bir ejderha karşısındaki her an yutulmayı bekleyen beyaz güvercinler gibi duruyorlar. Güvercin ejderhayı yenebilir mi? Bence yenebilir. Şiddetin karşısında ihtiyacımız olan dayanışma ve yaratıcı fikirlerdir yalnızca. Yüzyıllar boyunca bunun için yapılmış bir mesai var.

Şimdi kaygı ve korku ile bakıyoruz yaşananlara… Kınamanın ötesinde de ihtiyacımız var sözcüklere. Düşüncelerimizin sınırlarını aşmaya, yaratıcı seçenekleri bulup öne çıkarmaya ihtiyacımız var. Bu ejderha karşısında yenik düşmemek zorundayız. Belki de göründüğünden daha güçlüyüzdür. Kim bilir?