Politik tartışmaların ruhu tırmalayan bir yanı var. Gerçeğin sahibi benim yaklaşımı değil sadece rahatsız eden. Ne kadar yapıcı ya da ne haklılık taşıyıcı olsa da iç burkan bir tonu var her belirtilen görüşün. Yangın yerine dönmüş bir dünyada fikirlerimizi söylemek için önceden oluşturulmuş kelimeler ve kavramlara muhtacız ve tek bir kavram üzerinde sonsuz tartışmalar yapabilecek bir potansiyele. Çocukluğumdan beri maruz kaldığım bütün politik tartışmalar ruhumdaki toksin artırdı dersem haksızlık olur. Büyük bir inanç ve adanmışlıkla kalbimi ısıtan anlar hatırlıyorum çünkü. Sonra bunlar kandırılma ya da kendimi kandırma anları mıydı diye bir kuşkuya da kapılmıyor değilim. Bu yüzden bir fikri, bir iddiayı inatla dillendiren söylem ve retorikten kaçmak gerek gibi geliyor bana.
Sanatın başka bir dili var. Müzik mesela. Bütün sırlarımızı biliyor. Şiir daha hain müzikten. Malzemesi kötülüğe bulaşmış çünkü. Ama iyi bir şiir gibisi yok. Pek çok disiplinin özünü içine çekip bir durumu mucizevi bir biçimde üç beş dizeye sığdırmak mesela. Kitaplar dolusu politik analizin üstünü üç beş dizeyle çizmek sadece şiirin başarabileceği bir şey.
Kalbim nasıl da ağır son sıralar. Uyandığım her sabah ürkütücü haberlerle geliyor. Ceset torbaları gördüm az önce Euronews izlerken. Arjantin’de Hollanda’da ürkütücü seçim zaferlerine tanık oldum. WhatsApp gruplarında Filistin- İsrail tartışmaları çığırından çıkmış halde. Rakamlar, istatistikler yarışıyor birbiriyle. Küsenler, kırılanlar, restleşenler, itham edenler gırla. İçimden ağlamak geliyor bazen. İnsan olmak nasıl da zor bir zanaat.
Bir görüşe inanıp onu kahramanca savunmanın romantik bir yanı var bir yandan da. Bunda bir sakınca yok zaten. Elbette savunacaksın görüşünü. Önemli olan karşı tarafı da etkili bir biçimde dinleyebilmek ve bir boks ringinde olunmadığını idrak etmek. Bariz bir haksızlığa karşı karşı kaplan kesilirken hayattaki farklı duruşlar için bir adalet terazisi taşıyabilmek. Anlıyorum ama anlaşmıyorum, fikrine saygılıyım ama senin gibi düşünmüyorum, seni ikna etmek isterim ve senin tarafından da ikna edilmeye hazırım diyebilmek. Pek kolay değil bu. Baş göz yarmadan düze çıkılmıyor kolayına. İnsanlar ölürken sadece “yeter!” diye bağırmak gerekiyor zaten. İnsanlar öldürülürken bir politik tartışma yürütülemiyor.
Bir sorunu şiddetle mi diyalog yoluyla mı çözeceğiz sorusu geride bırakılmış durumda. İntikam sarmalı sürsün bundan birileri kazançlı çıksın isteniyor sadece.
Adalet duygusu bir tarafın bariz mazlumluğuna işaret ediyor cümlesini kurarken duraklıyor insan. Taraf dediğin bir genelleme ile oluşuyor çünkü. İki taraf yok. Bu genel kategori içinde pek çok faklı duruş var. Şiddet yanlıları ile barışseverler aynı kefeye konulabilir mi? Şiddetin herhangi bir türü bağışlanabilir mi? Yıllara yayılan çatışma ve şiddet varlığını onunla bulan, onunla beslenen katmanlar oluşturur. Sorun çözülse kimliksiz kalacak, yok olacak, şiddet ortamı nedeniyle elde ettikleri çıkarlar açığa çıkacak insanlardır bunlar. Öylesine bir mutasyon geçirmişlerdir ki intikam ve şiddetin kendi haline gelmişlerdir.
Açık ve net olan bir halkın üzerinden silindirle geçiliyor oluşu. Bunun sorumluluğu ise tek bir tarafa ait değil. Karmaşık denklemler var ortada.
İnsan hayatını, barışı savunmak şiddetin, silahların ortadan kalkmasını istemektir öncelikle. Daha fazla insan ölmesin diye girişimde bulunmak, tek bir insanın hayatının bile her şeyden daha önemli olduğunu vurgulamaktır.
3 Aralık’ta Lefkoşa’da büyük bir barış yürüyüşü gerçekleşecek. Bu çılgın gidişin sona ermesini talep etmek için hepimiz Elefteria meydanında olmalıyız. Buradan duyurmuş olayım 3 Aralık Pazar 15.00’de Elefteria Meydanı’nda başlıyor yürüyüş. Sona erdiğinde ise bir kültürel etkinlik olacak.