Nafia Akdeniz
nafia.akdeniz@gmail.com
Kıbrıslı bir şaire “Edebiyat ve şiir barıştırır mı?” diye sorarsanız, cevabın duyulması için Kıbrıs şiirlerinin sesini açar ve şiirler arası ilhamlarıyla başlar anlatmaya... Yazlardan bir yaz, Kıbrıs’ta, şiirlerin orijinal dillerinde okunduğu uluslararası bir şiir etkinliğinde, okumalar sonrası ikili bir konuşma esnasında, Kıbrıslı bir şair Kıbrıslı bir şaire ortak dilleri olan İngilizce’de diyor ki, (çeviriyorum):
- Kıbrıs’ı temsil etmek için mükemmel bir seçimsin, tam bir Kıbrıslısın! Duruşun, siyah saçların, bronz güzelliğin, şiirlerin... Tek bir kusurun var, yanlış dili konuşuyorsun…(sessizlik…)
- (sessizlik…) Konuştuğum dilden çok memnunum ben ama bence birbirimizin dillerini öğrenmeliyiz.
- (sessizlik…) Öğrenmeliyiz, evet, haklısın… (karşılıklı kırık gülümseme, karmaşık yüz ifadeleri...)
Hangisinin Türkçe konuşan Kıbrıslı, hangisinin Rumca konuşan Kıbrıslı olduğunu merak ediyorsanız, birazdan zihninize yerleşen bu merak tahminler üretmeye başlayacaktır. Ya da şıp diye bilmiş de olabilirsiniz. Tahminlerinizin veya hemen bilmenizin gerekçeleri tarihî belgelerle desteklenebilir, hatta kişisel tecrüblerle pekiştirilebilir ki aile büyüklerimizden devraldığımız tecrübeler buna dahildir. Bir dilin ‘yanlış’ olduğunu iddia etmek o dili konuşan kişinin kendisini ifade edebilme yetisine ve varolma biçimine saldırıysa, saldırı aslında Wittgenstein'ın da dediği gibi dünyamızın sınırlarına, ki böylece sınır gittikçe daralmakta. Barıştıracak şiirin merağı saldırganın kim olduğu ile değil, 'yanlış' olduğu iddia edilen dilin kendi sınırlarını nasıl aşabileceği ile ilgilidir. Tüm dünya dillerine de kulak kabartan şiirdir bu, 'yanlış'sın diyenin dili hariç değil. İki Kıbrıslı şair arasındaki konuşmayı duyanlarda uyanacak olası kimlik merağı da millî üstünlük önerecek önyargı değil insanlık önerecek empati için beslendiği durumda barıştıracak şiirin ilhamı olabilir. Bu ideolojiye yaklaşma çabası olsa gerek uluslararası şiir etkinlikleri, festivalleri.
O yaz, benzer bir çabanın tam ortasında 'tam' bir Kıbrıslıyız. Uluslararası katılımcıların şiirlerini kendi dillerinde okumalarının yanı sıra Kıbrıslılar da şiirlerini Türkçe ve Rumca okudular. Amaç tüm dillerin duyulması, dünya şairlerinin birbirleri ile tanışması, belki tanışan şairlerin daha sonra çeviri ortamları yaratması, şiirlerin dilden dile aktarılıp seslerinin yanında anlamlarının da paylaşılması; yani dilimizin, dünyamızın sınırlarını aşmak. Duyulan dillerin birinin ‘yanlış' olduğu iddia edilince iki Kıbrıslı arasında, aşılıp gidilen, aşılıp gelinen sınır canlanıp ortalarında kıvrılan bir yılan olur o anda.[1] Tısssss! Hangi dildeyse artık yılanın bu tek heceli şiiri, sestir de şiir. Rumca konuşan Kıbrıslı Türkçeyi mi yoksa Türkçe konuşan Kıbrıslı Rumcayı mı yanlış buldu merağının kaynağıdır o yılanı dürten, eğer o merak üstünlük kurmak isteyen millî bir meraksa. Dürtülür yılan çünkü konuştuğu dilden dolayı ‘kusurlu’ olduğunun iddiası ulusuna ve ulusu üzerinden varoluş biçimine uzatılan dildir o kişiye der Vamık Volkan, bu iki etnik grubun çatışmasının psikolojik tarihini anlatan Kıbrıs- Savaş ve Uyum kitabında. Olası bir Barış ve Uyum kitabı mı var Kıbrıs'ın aklında? “Senin dilindir be yanlış!” deseydi diğer şair? İşte Kıbrıs sorunu…
Demedi. “… bir şey yapmak daha fazla zaman ister yıkmaktan”, belli, Taner Baybars gibi bunu bilenlerdendi. Dememiş olması yeterli mi? Sessizlik örterken akıldan geçen düşünceyi, üzerine söylenen söz barışçıl bir tepki, peki. Konuşulan dilin/dünyanın ‘saldırıya’ karşı “ben çok memnunum” diyerek savunulması ve sınır aşma niyetiyle “birbirimizin dilini öğrenmeliyiz” diyerek kabul edilişi yılanı sakinleştirmiştir, şimdilik iyi. Öyle uzağa fırlayıp gitsin istiyoruz aralarından, sarılsınlar istiyoruz. Aralarındaki Husumet’i Jenan Selçuk şöyle yazdı: “suratları geçmişe / birbirlerine dönük sırtları / Nabzını yavaşlatmış bekliyor zaman, / ilk önce hangi taraf / uzanıp sarılacak”. Tıssss! Kısacık bir konuşmada Kıbrıs’ın hem sorunu hem çözüm çağrısı net olarak duyulabiliyor, evet. Ya duyulmayan? Ya o barışçıl tepkiden önceki sessizlik? O yutkunma? Üstünlük emreden önyargı mı, insanlık isteyen empati mi gırtlakta? Nabzını yavaşlatmış beklerken zaman, akıldan ne geçiyor? İşte şiirin kaynağı, barışın yaşam alanı işte! O sessizliği dile getirecek olandır şiir, Büyük Söz belki de o sessizliktir, şiir onu söyleyecektir, “asker olmak istemeyen çocuklar”ın samimiyetiyle söylerse şiir söyleyeceğini "utancından ölecek savaş" der, Neşe Yaşın şiiri.
Kıvrılır yılan. Sınır kıvrılır. Uyanır yeşil hat, diklenir. Her derin nefeste hacmi genişler, özgürlük alanları değişir, su yüzüne çıkar ölü bölge. Nefes verirken çöker geçmiş dibe. Samimiyetin ve onu bulandıran ‘kültürel mahremiyet’in bizi utandıran etkenler olduğunu saptar Micheal Herzfeld kültürel kimliğimizde. Söylemeye dilimiz varmayınca 'kahraman' dedemizin savaş suçlarını mesela, sessizlik ya kumaş olur kral terzisinin elinde, ya da şiir çıplak. “Güneşe tutulan ayna / göstermez ki baktığ’nı / güneşle bir olur, / ateş kül olur / çıkardığı yangında. / Ruhtan yapılmıştır / görünmez Zümrüdüanka”: Mehmet Yaşın’ın Güneş’e Tuttuğu Ayna’yı barışa tutunca şiir, barışla şiir bir olur, söyler Büyük Söz’ü şiir, sessizlik tüm dillerde ses olur, söz olur, dil ‘yanlış’sız olur. Tısssss! Çatlayıp çatallandığı zamanlarda Zümrüdüanka’nın kanatlarında evimize dönmek istiyoruz. Bilmiyoruz evimiz nerede. Göçmeniz hepimiz. Sınır kıvrılır, uyanır yeşil hat, aşmak isteyene diklenir. Uçan kuşa sorun, bilir; ev Kıbrıs’ta sanki lanetlidir! Kralın terzisi başlattı her şeyi, düşman uyandık, yazdı Gür Genç:
Dükkanlarını yağmaladık.
Heykellerini kırdık.
Domuzlarını mızraklayıp
Çocukluk fotoğraflarıyla yaktık.
Hendeklerini doldurduk. Dozerle düzeltip
futbol sahası yaptık mezarlarının üstüne.
Anılarının içine yıktık kerpiç duvarları.
Ağaçlarını kestik. Gölgelerini bile öldürdük.
Bir daha geri gelmeyecekler sandık.
Geldiler. Ellerinde kapılarımızın anahtarı…
Gür Genç’in Ganimet Laneti geçmişin karanlığında anahtar deliğine tutulan fener, açılır kapı, bir ses daha duyulur şiirden: “girme, o dağınıklık senin değil / … / çok leke, bir oyuk hizasında inişin / … / bastığın yerle arandaki mesafe / sıcak patik yün atkı tekeş eldiven / gece kesiği, zonklaması çatlağın / - girdim çıktım çünkü dışarıdan seslendiler-” eldivenin eşini en az 43 yıl önce ölümden kaçarkan düşürmüşüz kapı eşiğinde, döner der Emel Kaya şiiriyle dışardakilere. Ganimet saklayanın aklından geçeni geçmişin parçalarına teyellerse şiir, barıştırır, tekini bulur eldiven, ‘tam’ olur. Tıssss! Ganimeti saklayan bir anne ve kızı arasında geçen bir konuşma, Kıbrıslıdırlar, Kıbrıs'tadırlar, Aliye Ummanel’in Ev'inde:
Anne: Neyi isterlerse alabilirler! (Sessizlik). Değişen onca şeyin içinde değişen ev bir hiç. Onların evlerine oturduk, onların giysilerini giydik, onların çerçevelerine kendi resimlerimizi koyduk… Ben bu eve ilk girdiğimde her şey yabancıydı. Başkalarının evi. Alsınlar. Kaybettiğim onca şeyin yanında bu bir hiç. (Sessizlik). Umurumda değil, alsınlar.
Kızı: Neyi alsınlar? Ne bulacaklar bu saatten sonra bu evin içinde? Gençliklerini mi? Yok artık, gitti. Onlar da bu eve yabancı artık. Aradan yıllar geçti. (Sessizlik). Anne, kimin evi bu, iyi düşün. (Sessizlik.) Bir daha gelirse açmayacağım kapıyı. Onlar hayatlarını bilsin, biz hayatımızı bilelim.
Şair diyaloğundan tanıyoruz bu anne kız arasındaki sessizlikleri. Şiirin ayna tuttuğu güneş damlaları gibi tanıdık bu sessizlikler Kıbrıslılara. Bir Şairin Savaş Anonsu kadar tanıdık hem de, anons şöyle: “terkedilen köyde kalan son çocuk / kırmızı topunu bırak / ve kaç yalınayak / ötekilerin kaçtığı yöne / otuz yıl sonra dön bıraktığın yere / ve sor / kırmızı topum nerede?” Aliye Ummanel bu çocuğun topunu atar Rebecca Byrant’a. Geçmişin parçalarında rastlar Rebecca topun parçalarına. Yaptığı etnografik araştırmanın sonuçlarını anlattığı Parçalanmış Geçmiş’i yazar, top yine Aliye Ummanel’dedir. Geçmişin parçalarına Bir Şiirin Savaş Anonsu ile attığı ilk teyelin ardından, EV’e gider Aliye zümrüdüanka kuşunun kanatlarında. Tıssss! Kapılar açılacak, sınırı kuşlar bile vizelerle aşacaktır. Rıdvan Arifoğlu şiirinden bilir Kıbrıslı: “Nerde olduğunu en iyi / açılırken anlıyor yara”. Kanaya kanaya 30 yıl sonra dönülecektir kırmızı topun bırakıldığı yere, Rebecca’dan esinle Aliye anne-kız arasındaki sessizlikleri duymamız için bizi EV’e çağıracaktır.
Kıbrıslı düşer dönüş yoluna, terkettiği evine misafir olmaya. Diklenir sınır, tıssss, aşılacaktır. Bir Kıbrıs şiiri daha duyulur sınırlarda; “Rumca veya Türkçe olmasının önemi yok işaretlerin / Kaybederim yine de yolumu / Sadece tek bir yön olsa bile gidilecek / Polis koklar ve usule aykırı / Olduğunu söyler sanrılarımın / Ve ‘kontrol altında’ damgasını vurur bana köpekleri”. Kıbrıs’tan Kıbrıs’a geçerken ‘kontrol altında’, Stefanos Stefanides’ın bu Kutsal veya Şeytansı şiiridir okuduğumuz işaret dilinde, ha Türkçe, ha Rumca, sessizlik işte. Kaybedeceğiz evimizin yolunu, gölgemiz bile öldürüldü yıllarca, kayıbız… Kaybeder miyiz gerçekten evimizin yolunu? Merak ediyoruz, merak ediyor Ev ve Zaman şiirinde, Yiorgos Moleskis, “Ev yaşıyor mu yaşamıyor mu? / Geçen kışın yağmuruna direnebildi mi yoksa teslim mi oldu?” Gidiliyor ziyarete. İkram var, yutkunulan ancak gırtlaktaki sessizlikle bir bardak su, görmek istiyor insan 43 yıl, belki de çok daha fazla zaman önce savaşa terk etmek zorunda kaldığı evinin içerilerini, Senem Gökel'in şiiri de ziyaretçi: "... arkama bakmadan / geçebilmek istiyorum koridoru / Bir bardak su için mutfağa varmak / ve huzur dolu yudumlamak onu / O kuyulardan, / Kovalarla çıkmadıkları konusunda kuşku duymadan; / Sahipsiz varsayılan bedenlerin / Hikayeleriyle atıldığı kuyulardan". Bayrak dikerken kralın terzisi, ikram edilmiş suyu içtirmiyor kuşkulu tarih. Tuğçe Tekhanlı'nın Kuyu'suna bakıyor gizlice narsist ve şairi dinliyor: "kayıp otobüslerde soluklanıyor / kuşkuya kapılmış gözlerin / çekip çıkarıyorum / suçu kuyularından". Kova kova suç çıkarıyor şiir, Kıbrıs kuyusundan. Erişilememiş olsa da henüz ‘tam’ barışın sırrına, yaşam dayanmış sınıra, ısrarlı, açmış dikenli tellerde çiçek, kabuk değiştirtecek aradaki yılana, 'yanlış'a.
“Doğanın garip çiçeği şair”, evet Zeki Ali, o çiçek, o sınırın, o dikenli tellerinde, şair… Barıştırsa, o barıştırır.
Kaynaklar:
Ali, Z. (1999). “Rivayet Değildir” – Sürüden Ayrılan Şaman. Işık Kitabevi Yayınları.
Arifoğlu, R. (2007). “Raylar” – Hasta Oluyor Olamaz Gece Yenidünya. Yom Yayınları.
Baybars, T. (2007). “Bir Evin Yıkılması” – Tilki ile Çobanaldatan, Toplu Şiirler (1951-2001). Çeviren: Gürgenç Korkmazel, Yapı Kredi Yayınları
Bryant, R. (2011). The past in pieces: Belonging in the new Cyprus. University of Pennsylvania Press.
Cockburn, C. (2004). “Introduction” in The line: Women, partition and the gender order in Cyprus. Zed Books.
Genç, G. (2015). “Ganimet laneti” - Sakangur. B / Altı.
Gökel, S. & Maria Siakalli (2012). "Adadaki Kuyular" - Şiirler, Basım Kıbrıs Yazarler Birliği
Herzfeld, M. (2014). Cultural intimacy: Social poetics in the nation-state. Routledge.
Jenan, S. (2012). “Husumet” - Şeytanrı. B / Altı.
Kaya, E. (2015). “Çıktım evden” - Yan Etkiler. Yasakmeyve Yayınları.
Moleskis, Y (2011). "The House and Time" cited in The past in pieces: Belonging in the new Cyprus, Rebecca Byrant. Şiiri çeviren: Nafia Akdeniz
Stefanides, S. “Ars Poetika: Kutsal veya şeytansı” – Kıbrıslırum Şiir Antolojisi, Hazırlayan: Gürgenç Korkmazel, Paloma Yayınevi.
Tekhanlı, T & Andreas Timotheou (2016). "Kuyu" - Şiirler, Basım Kıbrıs Yazarler Birliği
Ummanel, A. (2008). “Bir şairin savaş anonsu” – Düş Geceye Düşünce, Ars Operandi Yayınları
Ummanel, A. (2016). Ev, tiyatro oyunu – Lefkoşa Türk Belediyesi.
Volkan, V. D. (1980). Cyprus, war and adaptation: A psychoanalytic history of two ethnic groups in conflict. University Press of Virginia.
Yaşın, M. (2013). “Güneşe tutulan ayna” - Evden Kaçan Çocuk. Yapı Kredi Yayınları.
Yaşın, N. (2005). “Büyük söz” - Bellek Odaları. Dünya Yayıncılık
[1] Arianna Economou’nın Walking the Line/Sınır Aşmak adlı dans permormasına ilişkin olarak Cynthia Cockburn, sınır’ı The Line/Sınır adlı kitabında bir yılana benzetenlerdendir.