Metin KARADAĞ
mkaradag@ciu.edu.tr
Şiir attım denize. Hayat denen denize:
Yüreğim enkazı gidiyor yüze yüze...(F.Demirağ)
Günümüz akademik geleneğinde şiir incelemeleri edebî (izleksel), dilbilimsel ve göstergebilimsel odaklı olarak sürdürülmektedir. Çağdaş yöntemlere dayalı bu dizgesellikler içinde sınırlı, betimlemeci tutumun, bu çalışmamızda olduğu gibi dar kapsamlı incelemelerde yeğlendiği görülmektedir. Estetik yapılanma ve soyut/değişken ırasına karşın bilgi kaynağı olarak bireysel ve toplumsal veri taşıyıcılığı işlevini de kapsayan şiirin özellikle resmi/formal söylemle bağdaşmayan ya da karşıtlık oluşturan iletişim aracı olması, uzun soluklu tartışmaların kaynağı sayılmıştır. Şiirin bu özelliğinden hareketle Kıbrıslı şair Fikret Demirağ’ın (1940-2010) dizelerinden yola çıkarak, şairin hayatı boyunca tutku, özlem ve duygularla söz senfonileri yarattığı yurdunu algılayışını, şiirsel tavrını saptamaya çalışacağız.
Hayatını bireysel çerçevede dizelerine yansıtan Demirağ, giderek topluma/toplumsallaşmaya ulaşan düşünce gelişimindeki vurgulamalarında, sağlam bir gözlemci ve somut bir eleştirmendir. Şair duyarlılığı, zamanın acımasız siyasal kavgalarında hiç kaybolmadan gerçeği arayışları, duyusal betimlemeleri de ihmal etmeyen bir senteze ulaşır. Zeytin imgesinde imlenen ada kimliğinin dünyaya merhaba deyişini, uğultulu betonların şok dalgaları altında aktarır. Doğalla yapayın; mâzi ile hâlin çatışması pek çok şiirinde karşımıza çıkar. Sulusepkenle imgelenen eski zamanlar, siyaset ve çatışmanın karmaşası altında tipiye dönüşür. Bu durum, çatışma kültürünün siyasal ve doğasal bağlamını içselleştirmiş şairin genel poetikası gibidir. Şiirin özgür kanatları bile, şairi bu kaostan kurtaramamıştır. Şairin çocukluğundan başlayarak irdelemeye çalışacağımız hayat serüvenine dizelerin eşliğinde geçebiliriz:
Bir zamanlar çocukluğumun ağaçlıklığından geçti gövdem,
yıl 1952, zeytinleri arkada bıraktım,
sonra yüreğimde umudun şok dalgaları,
uğultulu betonlara karıştım.
Önce sulusepkendi, sonra tipiye çevirdi hayatım,
sonrası hızlandırılmış bir film çekimi gibi- (Demirağ 1996-66).
Lefke, şairin çocukluk ve ilk gençlik yıllarını kapsayan ayrı ve unutulmaz bir yere sahiptir. Hayata merhabayla bağlandığı toprak kokusu ve yüreğine bir beste gibi işlenmiş olan portakal bahçelerindeki yaprakların hışırtısı, çocukluk günlerinin doyumsuz senfonisidir. Demirağ, Lefke’de çocukluğunda bıraktığı çürüyen bir dalda, artık suskun maden düdüklerinin anılarıyla şiir ayıklamaya girişir. Şair, Lefke’de, yıllar sonra gizemli anılarla süslü ilk gençlik yıllarının geçtiği bu mekândan ayrılışın yansımalarını, aşağıdaki dizelerde coğrafya-şiir-şair birlikteliğinde yansıtmıştır:
Eğer Lefke’de doğmuşsa bir ozan
ve gerçekten seviyorsa doğduğu yeri
dünyanın neresine giderse gitsin
yüreğinde yapraklar hışırdayacak
ve portakal renginde kokulu bir kan
akacak her zaman damarlarından
(agk. 126/127).
Ama şairin gönlüne ve ruhuna tüm varsıllığıyla yerleşmiş olan güzel’i, insancıl’ı arayış; geleceği kurgulayacak tohum, onda var gücüyle yer etmiştir. Bu söylem yola çıkışın, belirlenmiş tavrın pusulasıdır. Amacına, hedefine ulaşma sürecinde yüreğindeki tohumu koruyup, “çekirge” imgesiyle tanımladığı engellerden ekin’ini, yani özvarlığını korumasını bilmiştir:
Ben doğarken içime vuran ışığa
sahip çıktım: İşledim durdum içimdeki küçük tarlayı.
yüreğimdeki ‘tohum’un ısı ayarını korudum,
su ve gübre oldum toprağına
çekirgelere karşı ‘ekin’ime örtü (agk 67).
Yıllar sonra özlemle andığı çocukluğunu dizeleştirirken uzak dağlarda kalmış yitik sevdaların buruklaştırdığı yürek ezikliğini duyumsarken, ilerleyen zamanda “dökülen yapraklar kuşağı” dediği boydaşlarıyla terennüm ettikleri acı ve zorluklarla geçen ömrün savaş, mitingler ve mücadelelerdeki yanık türküsünü de dinleriz:
Şimdi uzak çocukluk sevdalarım
İçimde ürperip duruyor --
Aşkın ortaokullu yüreğine çıngılamıştı--
Şimdi ayda mayısta bir de olsa
anımsıyorum ortaokul sevdamı,
ortalık ayaydınlık. (Demirağ 1994-87).
Aynı şiirin ilerleyen bölümlerinde Portakal kokulu çocukluk yıllarının henüz izleri silinmemiş olan 2. Dünya savaşının yıkım ve acı dolu zamanları betimlenir. Gramafon çağından televizyona, John Travolta modasına uzanan ve karpit lambalarında titreyen gecelerin ürpertici çocuk anıları, bellekten ayak ucunda salınan Akdeniz rüzgârlarına ulaştırılır:
Şimdi uzaklarda bir yenidünya ürperip duruyor...
Portakal kokuları çocukluk kanıma sinmiş...
Gramafon çağından televizyon çağına geçtik
Benny Goodman çağından John Travolta çağına—
Şimdi uzaklarda 2. Dünya Savaşı çocukluğum
ürperip duruyor sisli puslu çocukluğum. (agk 87)
Bir kaç dizeyle betimlenen çocukluk yıllarının bellekte kalmış anıları, toplumsal belleğin de yansıtılmasını sağlamıştır. Akdeniz rüzgârıyla yayılan madenci ve portakal işçilerinin sesleri laden, portakal, harup ve zeytin kokuları, şairin kanına sinmiştir:
Gece vardiyası zor, nor, zivaniya sözcükleri aklımda,
karpit lambaları, madenciler, portakal işçileri—
Ayakucumda Akdeniz, kanımda Akdeniz rüzgârları,
laden, portakal, harup ve zeytin,
maden tozu, çam ve ekin kokuları sinmiş—
Ortalık ayaydınlık (agk 88).
Ortaokul yıllarının aşklarını yansıtan izleklerde bile şairin diğer pek çok şiirinde gördüğümüz bireysellikten toplumsallığa ulaşma süreçlerindeki motiflerini de izleriz. Geçmişe ilişkin duygular, zamanın güncel olgularıyla birleştirilerek yansıtılır. Karanfil yüzlü sevgilinin karşısında turuncu aşklara düşen şair, Sputnik, Vietnam, Şili göndermeleriyle soyut-somut ikilemlerini dizelerine yerleştirir. Herkes karmaşalıkta kendi “gemikonakları”na göçmüş, artık eski zaman kuşları da ölüme kanat açmıştır:
Seninle ayrı düştüğümüz yıllar boyunca
ortaokul yüzünde bir çağ değişti,
yüzümde birkaç çağ birden değişti.
Dikkatle bak, görürsün: yüzün bir karanfile
Ve benim yüzüm turuncu bir aşk vaktine
Nice nice uzun yıllardan
sonra yabancı düştü! (...)
Eski zaman kuşları ölüme uçtu! (...) (agk. 91)
Çocukluk günlerindeki anıları, yaşadığı ortamların belki yokluklarla dolu ama, Akdeniz ve mitoloji kokulu evreni, şairin dizelerinde bolca yer etmiştir. Asırlarla yaşıt “bilge zeytinler”in duruşu, binlerce yıl önceden suskunluğa gömülmüş ve yürekleri uzak bir tragedyanın ölen zamanlarına vuran “mitolojik kadınlar” olarak görünür. Zerdaliler, incirler çocukluk çağının türkülerini unutmuş, davete karşılık veremez olmuşlardır. Çocukluğunun küllerini arayan şair, artık yıkanılacak aynı suyun kalmadığını görünce, yitirilmiş anlardan “canavar kent”e döner. Küller arasında bulmayı umduğu ama yitirdiği aslında kendi varlığıdır:
Gittim eşelemeye çocukluğumun küllerini,
tozlu, tenha, bilge zeytinler karşıladı beni;
sanki binlerce yıl önce susmuştu hepsi
ve rüzgârda en eski, en uzak ölülerini
dalgın anımsayan mitolojik kadınlar gibiydi: (agk. 128)
Çocukluk yıllarına dönme özlem ve arayışlarında, sızıltılı bir yüreğin çalınmış gençliğe kadar uzanan acılarını duyarız. Anne’sinin şiir sesli tragedya gözlerine ve onun güneş tadını veren sütüne çağrışımlar sunan feryadında özlem ve zamana isyanın coşkusu yansıtılır:
Bildim, söze dökemedim, adalı bir şiire
Baflı kıyılardan, bir acıdan getirdiğin
anne rengi sütünün güneş tadını senin,
tragedya gözlerinin şiir sesini senin,
şarkısını ölü babamın, uzak kızkardeşlerimin,
yanan zeytin yapraklarının çıtırtılı sesini;
bizim olan şiiri kaçırdım ben bu yüzden,
yalnız bizim olan ve başka hiç kimsenin.
Dönsek çocukluğumun evine, avluya kursan
ilkgençlik karyolamı, yıldızlı yaz gecesi
yeniden fısıldasan bizim olan sesleri
başlasam bizim olan seslerle(...)
Savrulurdu şiirimde bakla çiçekleri (agk. 156).
Savrulan çiçeklerle şiirdeki yolculuğunu başlatarak hayatının rotasını belirleyen şair, gerçek hedefini de haykırır artık:
Şiir attım denize. Hayat denen denize:
Yüreğim enkazı gidiyor yüze yüze... ( 13, Demirağ 1996 ).
Bir Çocukluğu Yeniden başlıklı şiirinde çocukluk yıllarına farklı bir gönderme yapan şair, doğayla bütünleşmiş yaşam çevresinin ve kendisini büyüten su sesinin atmosferini, portakal yapraklarının kokusunu anımsatır:
Bir gün yolun düşerse çocukluğunun evine
bir portakal yaprağını ezerek avucunda
kokusunu uzun uzun içine
çekmeyi sakın unutma,
gövden ve yüreğinle bir daha dolaş
artık geri gelmez çocukluğunu
mersinleri hışırdata hışırdata
Zeytinlerin serin, kaba gölgelerinde
Bir gövdeye sırt verip
Çocukluğunu büyüten su seslerini
Uzun uzun dinlemeyi sakın unutma.(...) (agk. 124).
Demirağ, çocukluğunun geçtiği toprakların buruk anılarını aktardığı Lefke’ye Şarkı başlıklı şiirinde hurmalara inen telli kargalardan, artık suskun maden borusunun unutulmuş sedasından ve küllenmiş sevdaların, yitirilmiş babanın izlerinden dizelerini kurgular. Adanın mazisindeki gür ağaçlar şimdi tozlanmış, evler ve anılar silikleşmiş; taşlaşan bir başka dünya ortaya çıkmıştır. Bu durumda şair yüreği kuşkusuz ağıdını yakacaktır:
Şimdi çocukluğumun kasabasında
hâlâ havalarda döne döne süzülerek
iniyor mu hurmalara telli kargalar (agk 125).
Şairin (Babamın anısına, anneme saygılarla) alt başlığıyla yazdığı Düzenin Kemiren Böcekleri adlı şiirinde, birkaç dizeyle ebeveynine yürek sesini sunarken, “düzenin böcekleri” ile didiklenmiş ömürlerin muhasebesini ortaya koyar:
Babamı benim
yarı yarıya umarsızlık yedi, (...)
Düzenin böcekleri üstüne üşüşüp yedi babamı! (...)
Anamı benim
yarı yarıya hasret, yoksulluk yedi, (...)
Düzenin böcekleri üşüşüp kemirdi durdu anamı!
Siz kendi bencilliğinizle sürgündünüz
O günlerde de, şimdi de! (agk 81).
Fikret Demirağ’ın şiirlerinde çocukluk yıllarının özgün yaşam koşulları altındaki ortamları, özlemle dolu buruk anımsama dalgalarıyla yaşarız. Akdeniz esintilerinin besteleri ve dalgaların senfonisiyle geçen yıllar içinde otuzuna varan şair, evliliğini, baba oluşunu, içkilerini dizelerine taşıyarak hayat serüvenini şiir vadisinde sürdürür:
(...)
Bu, benim otuzuncu kilometre taşımdır,
yarıya inen otuzuncu bayrağım! (agk. 26).