Olay bir şiir festivalinde gerçekleşir. 2008 yılında Yeni Delhi’de… Danimarkalı şair Pia Tafdrup ile ilk kez bu şiir festivalinde karşılaştım. Bir Akdenizli ve bir Kuzeylinin karşılaşması biraz gerilimlidir en başlarda… Pia’nın dinginliği ve benim huzursuz ve heyecanlı kıpır kıpırlığımın yarattığı dalgalar birbirine hemen kavuşamamış olmalıydı. Dinletilerden sonra şiirinin yaratığı çekimin beni ona yakınlaştırmayı başardığını hatırlıyorum yine de. Biraz da kuşaktaş olmamız yardımcı olmuş olmalı buna. Yemeklerde yan yana oturduğumuzu anımsıyorum. Ben de hemen kaynaşabilenlerden değilim. Akdenizlilik ölçüleri açısından mesafeli bir ilişki olmuştu bizimki yine de… Bana hikayesini anlattığında şiirini daha da iyi kavradım. Bizimki gibi savaşlarla, şiddetle, trajedilerle örülü değildi. Basit ve yalın ama insana dair iç yolculuğun kederini, varoluşun sancısını taşıyan bir hikayeydi yine de. Ev içlerini, babasını, oldukça dingin görünen evliliğini filan anlattığını anımsıyorum. Her şeyin yerli yerinde durduğu bir Avrupalı hayatı gibiydi bu. Pia, ülkesinin önemli şairlerinden biriydi, basamakları tırmanıyordu, özgüveni her halinden hissediliyordu. Hem olgunluğu hem de çocuksu bir masumiyeti aynı anda taşıyor gibiydi.
Kadınların birbirlerine dair çok içerden bildikleri şeyler vardır. Konuşulmaya gerek duyulmadan hissedilen şeyler. Ben o dingin görünümün altındaki fırtınayı hissettim sanki… Hem kadınlığa hem şairliğe dair bir bilgiydi bu…
Şiir festivalleri kendimi en çok evde hissettiğim yerlerdir biraz da. Yersizyurtsuzluğun kendine bir yuva bulduğu mekanlardır sanki oralar. Bir yandan içimi huzur kaplar bir yandan da şair egolarından sakınmaya çalışırım kendimi. Bazı festivallerde çevresinde bir nurla dolaşıp bakışları uzak bir noktaya sabitlenmiş, sizi görmeyen şairler vardır. Bunlardan uzak durup daha mütevazi akrabalarını bulman da mümkündür ama.
Sabah otobüsle şehir dışında bir aşrama götürülmüştük. Akşamki okumamdan önce otele gidip üstümü başımı değiştireceğimi ummuştum ama öyle olmadı. 5-6 diğer şairle okuma yapacağımız otelde bulmuştum kendimi. Sahneye çıkacaktım ve üstüm başımdan tedirgindim. Lavaboya gidip aynada kendimi biraz toparlamaya çalıştım. Pia da oradaydı. Yüzümün solgunluğundan rahatsız olduğumdan Pia’ya dönüp: “Pia, rujun var mı?” diye sorduğumu anımsıyorum. Yüzündeki ifadeyi unutmam mümkün değil. Donup kalmıştı. Ben ise utançtan kıpkırmızı kesilmiştim. Uygarlaşmamış bir Doğulu olarak bir Avrupalı’dan garip bir talepte bulunduğumu hissetmiştim. Diş fırçası ya da havlu istemek gibi bir şeydi belki de bu… Pia, rujunu uzatırken “Hayatımda ilk kez birisi benden rujumu istedi” demişti. Ben görgüsüz bir Doğulu olarak ruju sürdüm ve sahneye çıkıp şiirlerimi okudum. İlk okuduğum şiir “Aşk Sarkacı” adlı şiirimdi. Bir aşk üçgenini anlatan aynı zamanda da Kıbrıs’taki politik soruna ilişkin alegoriler taşıyan bir şiir. Şiirdeki sevgili bir aşk sarkacı gibi iki kadın arasında gidip gelmektedir. Ay Aşktan Yapılmıştır adlı kitabımda bulunan bu şiir şöyle başlar:
Beni böldün
kanarken kırılıyordum gecenin ortasında
içimin şehrinin köprüleri yıkıldı
kağıttan bir kadındı Eleni
bir tutam boya, biraz hüzün
ve basit hikayesi kadınlığın
Sen bir aşk sarkacıydın
bir ona bir bana dokunan
sonra onda durdun
yenilginin seçimi
(büyü hareketteydi oysa)
Gidip geliyordun
bir o bir ben
acıyarak her dokunuşta
………………………………………
(Aşk Sarkacı, Ay Aşktan Yapılmıştır,Ocak 2001, Gendaş s.5)
Pia’ya daha sonra festival sırasında çekmiş olduğum bazı fotoğraflardan göndermiştim. Teşekkür yanıtında benim için bir şiir yazdığını, rujunun Türkçe konuştuğu anı anlattığını söylemişti. Şiir Danca’ydı ve İngilizceye çevrildiği zaman gönderme sözü vermişti. Ben bunu unuttum sonra. Ama ruj hikayesi güzel bir anı olarak kaldı.
Yıllar sonra bir kitap dergisinde Pia’nın Yapı Kredi Yayınları arasından çıkan şiir kitabının duyurusunu gördüm. Kitapçıya yolum düştüğünde de almak istedim. Rafların arasında kitabı heyecanla karıştırırken o sayfayı açmışım. Şiir karşımdaydı ve çok güzeldi:
GİZEMLİ KÖPRÜ
Benim dudak boyamı sürmüş,
Türkçe şiirlerini okuyor
Kıbrıslı bir kadın şair.
Bir kadının
benim dudak boyamı
ödünç alma isteği,
bir an için,
bir ülkeden başka bir ülkeye
geçmekten daha fazla
sınırı aşmak gibi bir şey.
Ama konuşuyor işte dudak boyam
onun dudaklarında.
Şiirini yazdığı dile
bir öpücük daha yakınım birdenbire.
Dudaklarında dudak boyamla
bir şiir okuyor kadın
sarkaç gibi bir adam üstüne.
İki kadın arasında
durmadan gidip geliyor adam.
Dudak boyamın
benim yaşamım üstüne
okuduğu bir şiir de
olabilirdi bu;
O adamı
ensesinden öpecek
bir ok gibi.
(Pia Tafdrup, Bulunduğu Yerde, Seçme Şiirler, Ocak 2016, YKY, Çeviri: Murat Alpar)
*Ihlamur dergisi Mart 2018 sayısında yayımlanan “Rujun Var Mı?” başlıklı yazımın kısaltılmış halidir.