Cumartesileri, yazım gazetede yayınlandıktan sonra o “Gündem” bitmiş; yeni bir sayfa açılmış demektir.
O günden başlayarak, Cuma’ya kadar, (bir radar gibi) yeni gündemler yakalamaya çalışır bütün duyu organlarım.
Geçen hafta “cehennem ateşleriyle” (Sadece tenimizi yakan güneşin değil, yüreğimizi yakan yangınların da) kavrulan bu küçük ADA’da “gündem” ağır akan (bu yüzden de kokuşan) bir dereye benzese de; bizim dışımızda kopan fırtınaların bıraktığı “toz/duman” boğdu bizi…
Pazartesi, “sönen yangınlar” etrafında koparılan fırtınaları mı; havanın kısmen serinlemesinin yarattığı fırtınaları mı yazayım diye düşünürken; “Brexit” fırtınası dağıttı gündemi…
Yedi düveli işgal etmiş Britanya’nın “o şanlı günlerinin meyvesini yiyen yaşlı kesimin bağımsızlık çığlıklarıyla attığı oylar” bomba etkisi yarattı tüm dünyada…
Kelli felli bütün liderler(!), uzman(!) kritikçiler “ne olacak bu dünyanın hali” muhabbetlerine kapılmışken; bizdeki kuklaları “Kıbrıs türkü’nün halinin ne olacağını” çoktan çözmüşken(!) benim bu konuyu yazmam anlamsız olurdu haliyle!..
İyisi mi ben, Anaalina’nın, Rusayısı’ndan özür dileyip; İsrailoğulları’nın “Ağlamaduvarı”na attığı imzaya bakayım diye düşünürken; bizim Yavrualina tüylerini gabartıp; öyle bir “gulu gulu” çekti ki (İslamofobik İngiltere ve AB’ye ağzının payını vererek!) nutkum tutuldu!..
Daha haftanın başında, bu kadar “komik” gündemler yakalamanın keyfiyle, “neşeli” bir yazıya hazırlanmanın hayallerini kurarken; acı bir haberle, yüreğimdeki FİLİZ kırıldı…
Pazartesi akşamı, hastanede ziyaret edip; umutsuzca direnişe çağırdığım Filiz Naldöven, acılarını, şiirlerini, kızı Nehir’i ve dostlarını arkada bırakıp; “Yokülkesine” doğru yolculuğa çıkmıştı Salı sabah…
Şiirin FİLİZİ kırılmış; “diğer tüm “gündemler” anlamını yitirmişti… O’nu nemli bir toprak ve çiçeklerle, “yokülkesi”ne uğurlamadan önce, Belediye tiyatrosu sahnesinde bindiği yeşil sandalına (birkaç söz söyleyebilirim belki diye) yanaştığımda çenemin kilitlendiğini; bir gün önceki “lafazanlığımdan” geriye hiçbir söz kalmadığını anlayıp; öylece susmuştum…
Gece, İstanbul Havalimanı’ndaki terör saldırısında onlarca insanın ölüm haberi; ertesi gün sevgili Cenk’in (Mutluyakalı) ve ardından da; yakın arkadaşım Ahmet Gulle’nin babasının ölüm haberleriyle derinleşti suskunluğum…
En çok da cenaze törenlerinde duyduğumuz, “ne yapabiliriz ki, hayat devam ediyor” ( ve benzeri teselli sözleri) çoktan yitirmiş anlamını…
“Hayatı anlamlı kılabilecek, şiirden öte bir şey var mı?” diye soruyorum Filiz’e; şiiriyle yanıtlıyor beni:
------
BİRİNCİ CEMRE
Selviler
Akşamüstü siyah selvilerin arasından baktım kendime..
Adadan yetim düşmüş bir denizim ben..
Kalbime çekilirim, yoktur bir kıyı vuracak ve sesimi duyuracak
Bir martı…
Adadan yetim bir çocuğum dizimi kanattılar dünyanın
Sokağında…
Düşüyorum gibidir, tutuyorum kendimi elimden..
Daha ne bekliyorum benden…
Metruk evin kapısını açınca düşüyorum boşluğa...
Kurşun sayan kız çocuğu selvilerin altında...
İkimiz çekince pimini hatıranın
Gömük kemikler dağılır sonsuzluğa..
Yaşıyorum gibidir geliyorum gibidir..
Beni çok beklediler..
Yıllar siyah selvilerdir gözleri yolda..
Yere yatar üstüne sererim ruhumu
kara uykuya..
Uyuyorum gibidir ölüyorum gibidir..
Hala ne bekliyorum senden..
Filiz NALDÖVEN