Deniz anaları kıyılarımızda insanlara yapışmaya devam ediyor… Balıkçıların “bir dönem ortaya çıkarlar ama sonra çekip giderler” demelerine rağmen bu yıl deniz anaları yüzdüğümüz yerlerde cirit atmaya devam ediyorlar… Dün sabah denize girmek istedik Lapta kıyılarında… Halbuki uzun zamandır her sabah orada denize girenler olmasına rağmen dün yeniden ortaya çıktı deniz anaları ve neredeyse denize her gireni yokladılar!… Ben de nasibimi aldım deniz analarından… Kimilerine iyice yapıştılar, kızarmanın yanında deride kabarmalar da olurken kimilerine dokunup geçtiler… Benim de bir dokunuş gibi… Kızarma uzun sürmedi… Ancak uzun sürmemesinin nedeni denize hazırlıklı gitmek… Yanımızda sirke ile birlikte… Uzun zamandır görülmemelerine rağmen yine de sirkeyi yanımızdan eksik etmedik. Denizde de ‘yeni normal’ bir yaşam var artık…
Aslında pandemiden önce de dünyada yeni normal başlamıştı veya başlaması gerekirdi demek çok yanlış olmaz.
İnsanın dünyayı mahvedişi ile yeni normali çoktan başlatmış olmamız gerekirdi.
Bunların sonucunda 2020 neredeyse her şeyin abartılı yaşandığı bir yıl oluyor… Corona tabii en başta… Coronanın sonuçlarından ekonomik çöküntü… İşyerlerinin kapanması… İşsiz kalanlar… Parasızlık… Geri dönemeyen kredi borçları… Denizlerimizdeki deniz anaları da bu sorunların içinde biraz denize girip rahatlama isteyenlerin başına belâ oldu.
Patlayan borular da Türkiye’den gelen suyun Ağustos sonu veya Eylül başında tekrar akıp akmayacağı sorularını bıraktı kafalarda…
***
Sanki her yerden kuşatılıyoruz gibi… Açılmak istiyoruz, açılamıyoruz… “Turist gelsin” diyoruz ama artan vaka sayıları bu isteğimize de dur diyor… Öğrenci gelsin istiyoruz ama “ya gelirlerse ne olacak” diye de kuşku duyuyoruz…
Düğün de yapmak istiyoruz, parti de vermek istiyoruz ama önlemlere de çok uymuyoruz…
Hem coronadan şikâyet ediyoruz, vaka sayıları artınca “vay” diyoruz ama biz kendimiz gerekeni de yapmıyoruz… Düğünlere maskesiz gidip cak cuk öpüşüyor, sarılıyor, eski normaldeymiş gibi davranıyoruz…
Hükümeti “önlem almıyor, pandemi hastanesini yapmıyor, hantal davranıyor, doğru açıklama yapmıyor, PCR testinden muaf özel izinli girişlere izin veriyor” diye doğru olarak eleştiriyor ama biz de onları aratmayan rahatlık içinde yaşamaya çalışıyoruz…
Genel davranışı aslında böyle insanlığın…
Birilerini, bir şeyleri eleştiriyor ama aynısını da biz yapıyoruz ya bilinçli, ya bilinçsiz…
Örneğin çöp görüyoruz yerlerde, “kim attı bunları” diye kızıyoruz ama iki metre gitmeden biz atıyoruz çöpü yere… Sohbetlerde hep “insanlar çok duyarsız, piknik yaptılar, çöpleri orada bırakıp gittiler” diyoruz ama sadece eleştirenleri duyuyoruz…
Herkes birilerini eleştiriyorsa, herkes birilerine kızıyorsa, herkes temizse, herkes günahsızsa o zaman çöpleri hayaletler mi bırakıyor!
Kendimize dönüp bir bakalım…
Biz ne yapıyoruz veya ne yapmıyoruz!
Kendimizi düzeltelim, ondan sonra hakkımız varsa da eleştirimizi yapalım…
Bilelim ki coronayı hortlatan da, mutasyona uğratıp 19 yapan da, denizde deniz anaları sorununu yaratan da yine biziz…
Biz derken insan.
Kendimizi insandan sayıyorsak her gelen belânın da ortak sorumluluğunu almak ve üzerimize düşeni yapmak durumundayız.
Akîl insan!
Herhangi bir yerde, herhangi bir partiden, herhangi bazı vekillerin herhangi bir ülkenin büyükelçisiyle yemekte buluşması oldukça olağan bir durumdur. Diplomasinin de gereklerinden biridir aslında… Ancak KKTC konusu olunca öyle bir normallik ne yazık ki mümkün değil. Ulusal Birlik Partili milletvekillerinin, TC Büyükelçisi Ali Murat Başçeri’nin davetlisi olarak bir yemekte buluşmaları elbette ki normal sayılamayacak bir gelişmedir, önemli bir haber konusudur.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi, UBP’de Tatar’a küs oldukları söylenen veya en azından Tatar’ı desteklemedikleri bilinen bakan ve milletvekillerinin TC Büyükelçisi’nin yemeğinde buluşmaları ne kadar sıradandır ki! Keşke böyle bir sıradan diplomatik gelişmeyi biz de sıradan olarak görebilecek durumda olabilsek… Bir süre önce yine UBP’nin, DP’nin ve YDP’nin başkanları Ankara’ya huzura çağrılmışken, bir yıldır uzakta yaşayan ve meclise hiç gelmeyen ama maaşını çeken Hüseyin Özgürgün’ün birkaç gün önce milletvekilliğinden istifa ettiği yazısını kabul etmeyeceklerini açıklayan Tatar’ın söyleminden sonra bazı UBP’li isimlerin de Elçi’nin yemeğinde buluşması diplomaside sıradan bir gelişme olarak algılanamaz...
Yemekteki isimlerden Sucuoğlu’nun, diğer UBP’li isimlerin de yemeğe çağrılacağı ifadesine karşın yine yemekteki diğer isim Taçoy’un bunu yalanlaması kafalardaki başka bir soru işareti oldu. Kim doğru söylüyordu? Sucuoğlu mu, Taçoy mu?
Diğer isimler yani Üstel, Gürçağ, Canaltay “siyasetçinin olduğu yerde siyaset konuşulur” derken ve Atun’a ulaşılamazken bir büyükelçinin elinin seçimlerin bu kadar içinde olması ne kadar etik, ne kadar ahlaki, ne kadar kabul edilebilirdir?
Akil insanlar modası vardı bir zamanlar Türkiye’de… Bazılarının akil insanı da Büyükelçi mi yoksa!