Başbakan İrsen Küçük ve Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu son zamanlarda Anayasal değişikliklerden ve demokratik düzenlemelerden söz etmeye başladılar. Kimisi buna kuşkuyla, kimisi UBP içi çelişkilerle, kimisi ise Kıbrıs sorunu ile veya Türkiye’nin yeni niyetleri ile ilgili muhtemel gelişmelerle bağlantılı bakmakta ve yorumlamaktadır. Bunların tümünü es geçmek mümkün değildir. Ancak esas nedir ve ne olmalıdır? Yani, bugünkü yapı sürdürülebilir midir?.Bu günkü yapının şurasını burasını ele almakla çıkışı gerçekleştirmek mümkün müdür? Bunları tartışmak gerekiyor.
Anayasa değişikliği meselesini dillendirenlere ki onlar, bu Anayasasının esas sahibidirler ve ayni zamanda da, bugüne kadar noktasına dahi dokunulamamasının sorumlusudurlar. Öncelikle onlara ünlü Neyzen Tevfik’in bir dizesi ile seslenmek gerekir.
“ Ey beni yaratan, halime bak da varlığından utan.”
Evet, öyledir, ama yine de Eroğlu ile İrsen Küçük’ün bu sözleri de önemlidir. Çünkü, artık esası tartışma temelinde önemli bir zorunluluk ve kimsenin kaçamayacağı bir zemin, oluşmuştur. Çünkü bugün, bu yapıyı yaratan ve yaratılmasına en büyük katkıyı yapan, “Yerli ve Karşılı” herkes, bir gerçeği tesbit etmek zorunda kalmaktadır. .
BİR YERE VARMAK OLANAKLI DEĞİL…
Bu günkü yapı ile bir yere varmak olanaklı değildir. Bu yapı sürdürülemezdir. Onun için bu yapıyı yıllardır kutsayanlar dahil, herkes, “değişimci” oldu.. Bu yüzen bu aşamada, değişimi gerçekten isteyen kesimlere büyük görev düşüyor. Çünkü eğer tartışma esasa dair ve doğru bir temelde gelişmezse, Reform, Devrim sözlerinin içinin boşaltıldığı gibi, Değişim sözünün de içi boşaltılacaktır..
Bu yüzden iki konuya odaklanmamız gerekiyor. Bunlardan biri, Hayatın her alanında oluşan çıkmazları, öncelikle bir bütün olarak ve birbiri ile bağı temelinde ele almak durumundayız. İkinci olarak ta, çare arayışında; yalnızca, esas sorununun ortaya çıkarttığı sonuçlara dönük çare arayışı üzerine yoğunlaşmaktan kaçınmalıyız. Çünkü, sonuçların üzerinden çözüm arama yolunu tutma metodu, bugünkü çıkmazın derinleşmesine yol açmaktan başka bir netice vermedi..
Bir tarihsel dönem içinde ortaya çıkan, olumsuz bazı sonuçların giderilmesi amacı ile düşünülen sınırlı değişiklik; bize, kısa süreli bir rahatlama getiriyor. Ancak bir müddet sonra bunların uygulanma sonuçları da, esas sorunun üzerine binen artı yükler oluyor. Böylece esasın yükü daha da artıyor..
TORBA KADRO…
Bakın, siyaseten ve sosyal olarak çok sıkışıklık olan dönemler oldu. 1980’lerin başında bu görüldü. Bu dönemlerde örneğin işsizlik sorununu azaltmak maksadı ile ve bundan da siyasi avantajlar elde etmek amacı ile adımlar atıldı. Ama bu adımlar, üretkenliğin artırılması ve bundan kaynaklanacak istihdam yaratılması temelinde olmadı. İşsizlik baskısından çıkış bulmak amacı ile atılan adımlar ne oldu?.
Kamuya istihdam. Ayrıca işsiz sayısındaki artışta, daha ziyade, lise ve üniversite mezunlarına dönüktü. Haydi kararlar çıktı ve kamuya binlerce işsiz genç, memur temelinde, ama geçici olarak istihdam edildi. Öyle bir tablo ortaya çıktı ki kamu görevi ağırlıkla geçici memurlar üzerine kuruldu. Bu yeni huzursuzluklar ortaya çıkarttı. Kadrolu- Kadrosuz memur meselesi.
Hayda, bu yeni tartışmalara yol açtı.. İstihdam adımının ortaya çıkarttığı bu yeni, olumsuz sonuç üzerine, bu kez, başka tedbir alındı. Bu da neydi? TORBA KADRO. Binlerce genç, Meclisten çıkartılan TORBA KADRO yasası ile Kamu görevine kadrolandı. Bu kez ne yıkıldı? Kamu görevine girişin, Anayasal ve yasal yolu dinamitlendi. Artık, arka kapıdan işe girme mubah sayıldı. Ne kural, ne nizam, ne adalet kaldı. . Anayasa ve yasalar es geçildi. Artık hayatın her alanında kural dışılık yöntem, bunu başaran da iyi siyasetçi sayıldı. Oy alma yolu ve yönetimini belirleme temeli bu oldu.
Bu üstelik bir defa yapılmadı. Arka arkaya iktidar bunu yaptı. Bunu yapan kim? Bugün Anayasa ve yasaların değişmesini savunan Derviş Eroğlu ve İrsen Küçük’ün temsil ettiği UBP. Muhaliflerde başarının bundan geçtiğini gördükçe, ister istemez buna uyum sağlamaya koşullandı. Farklı davranan da iş bilmezlikle suçlandı.. Son seçimlerde olduğu gibi, sınav metodunu yeniden gündem getiren CTP “cezalandırıldı”
.Peki bugün? Genç işsiz oranı genel içinde, resmi rakamlara göre %31. Yine üniversite ve lise mezunları. Haydi çare! Yine mi Torba Kadro? Olamaz. Olamadığı için 300-500 istidam yapabilmek için UBP Hükümeti olmadık kıvranmalar yaşıyor. Paket konusunda iyi iş yapıp,” istihdam izni” çıkması için kendi kimliğinden dahi taviz veriyor. Çünkü siyaseten ayakta kalmak buna bağlı. İnsanlarda kılıktan kılığa giriyor, bu 300-500 sayısının içine girebilmek için. Böyle bir durumda kim, “toplumsal onurdan” ya da enerjiden söz edebilir ki…
HEGEL’E BAKALIM..
Burada ünlü düşünür HEGEL’e atıf yapmak lazımdır. “Tekrar, tarihte çok önemli bir rol oynar. Bir olay, sadece bir kez gerçekleştiğinde, bunun, bir kaza sonucu olduğu, durum başka türlü idare edilse önlenebileceği düşünülür. Fakat ayni olay, kendini tekrar ettiğinde, bu durum, daha derin bir tarihsel sürecin yavaş yavaş su yüzüne çıkmakta olduğuna işarettir.” der ,Hegel…
İşte bu sözden hareketle, yaşadıklarımıza ve bugün yaşadıklarımıza bakalım. Yukarıda bahsettiğim TORBA KADRO, meselesi bir kere olmadı. Tam iki kez daha tekrarlandı. Arkasından 1990’lı yıllarda Sosyal Sigortalara gerekli yatırım yapmayan insanları, hem emekli etme, hem de en az asgari ücret ödeme kararlarını da ayni kadrolar aldı. Peşin maaş ödemeleri, avanta tahsisatlar, kamu kaynaklarına dayalı Yüksek taban fiyat politikaları, aldı başını gitti. Hangi kaynaktan? Toplumsal üretkenliğin ortaya çıkarttığı artı değerden değil… Türkiye’den aktarılan kaynaklardan bunlar yapıldı.
Bunun, siyaseten dayandığı temelde, Kıbrıs sorununda, çözümsüzlüğü sürdürmek adına, oluşan statükoyu, kendi kaynakları dışında, Türkiye’ den aktarılan kaynaklarla sürdürme mantığı idi.
Bunun maddi, siyasi, demokratik ve manevi bedelini, hem Türkiye, hem Kıbrıs Türk insanı ödedi ve ödemeye devam ediyor. İşte bundan ötürü günümüzde kamu, bu ağır yükün altında dibe çökerken, tüm toplumu da her şeyi ile peşinden sürükler oldu. Yani bu yapı, artık herkesin kabullendiği gibi sürdürülemezdir. İşte bu yüzden Neyzen’in sözü buna taraf olan herkese uyar. “ Ey beni yaratan, halime bak ta varlığından utan”…..
Daha yeni yeni oluşan bu tarihsel gerçeğe karşın, ayni mantıkla siyaset yapılmaya devam ediliyor.. Baksanıza, kamu bütçesinden en az yarım asgari ücret düzeyinde muhtarlara kaynak sağlama kararı, sivil havacılıkta 31 kişiye yeni tahsisat verme açıkgözlüğü yapılıyor. Şimdi bunlar oldukça, elbette ki başkaları da “bana da, bana da” diye talep etmeye devam edecektir. Bakın; UBP hükümeti övünüyor; “1500 arsa dağıttık” diye. Yani kamu kaynaklarını DAĞITMA kültü hala devam ediyor….
BUNU İÇİN, “SİL BAŞTAN CUMHURİYETİ” TARTIŞMASI GEREKİYOR…
Şimdi dünkü ve bugünkü bu hale bakarak, bu durumu; yalnız bir kez gerçekleşen tesadüfi, işi bilmemekten yada tecrübesizlikten kaynaklanan, yada olan biteni, yalnızca belli siyasilere mal eden hatalar olarak mı ele almak gerekiyor? İşte bu yüzdendir ki bugün uygulanan o meşhur ekonomik tedbirler paketi de tüm propagandaya karşın başarısız oldu.
İşte şimdi, Hegel’in ifade ettiği gibi, bu tarihte tekrarlanan yanlışlar, artık ülkemizde yavaş yavaş su yüzüne bir başka tarihsel sürecin çıkmasına yol açtığını yaşamaktayız.. Çünkü bu düzenin yaratıcıları da artık bunun sürdürülemez olduğunu ifade etmeye başladılar.
İşte bundan ötürüdür ki ilerici toplumsal güçlere büyük görev düşüyor. Anayasa değişikliğini Eroğlu’nun artık söylemek zorunda kaldığı bu tarihsel momentte, ilerici olduğunu söyleyen herkese düşen görev, öncelikle hayatın her alanında yüzleşmeyi tetiklemek olmalıdır. Önce, yüzleşme ile birlikte, ayni zamanda bu yapının öyle, 2. yada 3. Devlet ilanı, yada Cumhuriyet tanımlamaları ile değil, “Sil Baştan Cumhuriyet” anlayışı ile ele alınmasının öncülüğüne soyunmalıyız. Yalnızca sonuçlar üzerinden tartışmak ve üzülmek değil. Hayatın her alanında, sil baştan, yeni bir anlayışla, örgütlenmeyi, düzenlenmeyi tartışmalıyız. Kendi üretmediği değerlerle, düzenleme yapmanın, bağımlılığı ve yok oluşu her açıdan tetiklediğini bilerek ve görerek yeni toplumsal düzenlemeleri düşünmeliyiz.
Anayasa, yasalar, devlet düzeni, hukuk sistemi, mülkiyet meselesi, ekonomik ve sosyal yapı, “Sil Baştan Cumhuriyet” anlayışı ile ele alınmalıdır. Bunun Kıbrıs sorununun çözümü ve dünya ile bağını gözeterek; sağ – sol, emek ve iş dünyası, toplumsal yeniden yapılanmayı tartışmanın esasına oturtmalıdır. Esas tartışma, bu yapı ile yüzleşmek ve yeni, ne olmalıdır temelinde gelişmeli. Oluşan durumun sonuçları üzerinden çare aramaya ve düzenlemeye değil, bu sonuçları yaratan esas yapının kendisini tartışmanın odağına almalıyız. Yeni bunun üzerinden tartışılmalı. SİL BAŞTAN…….