15 Kasım 1983 KKTC’nin kuruluş yıldönümü, biliyorsunuz çeşitli etkinliklerle her yıl kutlanıyor.
28 yıllık süreçte, söz konusu kutlama organizasyonlarında çok şeyler gördük, değişen ve gelişen siyasal durum neticelerinde.
Ama tüm bu kutlamalar içerisinde “müzik” anlamında bizleri ilgilendiren ve üzen sebeplerin başında geliyordu; 15 Kasımlarda, yani “tam gününde” bu ülkenin müzisyen vatandaşlarının organizasyonda olmayışı, yerine Türkiye’den sanatçıların getirilişi.
Yanlış hatırlamıyorsam böylesi bir durumu müzisyenler olarak protesto ettiğimiz de olmuştu. Neyse...
Bu kez 15 Kasım 2011 KKTC’nin Kuruluş Yıldönümü’nde, Ankara Büyük Elçimiz sn.Mustafa Lakadamyalı’dan gelen bir devetle Swiss Hotel’de gerçekleştirilecek olan resepsiyona “Cypress Classica” grubu olarak iştirak ettik.
Aldığımız bilgilere göre bugüne kadar Ankara nezdinde gerçekleştirilen böylesi organizasyonlarda “müzik-folklor” adına pek fazla birşeyler olmamış.
Ama bu kez sayın Büyük Elçimizin girişimiyle resepsiyonda kendi tarzımızda Kıbrıs Türk Folk Müziğinden birçok örneği, katılımcılara sunma şansını yakalamış olduk.
Öncelikle “kusursuz” bir organizasyon olduğunu söylemek isterim.
Özellikle “ülke kültürüyle” ilgili sunumlar, bu adanın kültürünü de yabancı davetlilere bir nebze de olsa gösterilmesi açısından çok önem taşımaktadır.
Şeftali kebabı, pide arası hellim, çakıstes, mucendra pilavı, macunlar gibi bölgesel tatların sunulması, “detay” düşünülmesindeki örneklerden biridir.
Müziğimizi sunup ilk bölümde ara verdiğimizde yanıma yaşlı bir bey geldi.
“ma sen gazeteci değilsin, televizyonda?” diye sormasıyla birlikte sohbete girdik. Meğer tv’deki programlarımı izliyormuş. Ardından bana “Leymosunlu olduğunu duyduydum senin ama nereden duydum?” dedikten sonra, Bayram’ın ikinci günü konuk olduğumuz Hasan Hastürer’in programında Leymosunu konuştuğumuz aklıma geldi. Hatırlatınca, kendisi de onayladı.
Kendisi Malyalıymış. Merak ettim ve sordum “burada mı yaşıyorsunuz?” diye... 1960’dan beri Ankara’da yaşıyormuş...
1960-2011... 51 sene toprağından uzak kalmak...yarım asır...
Daha sonra bir bayan yanaştı yanımıza, Türkçesinde “Kıbrıs ağzını” bulmak zor ama gözlerindeki ışıltıyla, kendi topraklarından birilerinin gelişine duyduğu sevinç ve gururla selamlıyor bizi, “aslında ben de Kıbrıslıyım” diyerekten.
Etrafta şu veya bu nedenle kendi topraklarından göç eden, göç ettikleri yerde çocuklarını dünyaya getiren ve bir yanı Kıbrıslı diğer yanı Türkiyeli olarak yaşama tutunan “azımsanmayacak” yoğunlukta bir Kıbrıs Türk nüfusunun Sıla’da yaşar olduğunu anlamak zor değil.
Baba tarafından yeğenimi bile bu resepsiyonda görmek, buralarda yaşam sürdüğünü bilmezliğin utancıyla belki, insan biraz da üzülüyor.
Ama gurur duyduğum şeylerin başında geliyor, insanlarımızın o topraklarda bulundukları mevkileri gördükçe.
Akıllı ve dürüst insanlarız vesselam. Kim ne derse desin, bazan bozulma yolundaki örnekleri gördükçe sinirlenir olsak da, özümüz ve mayamız güzeldir bizim.
Yani “kendimize özgülüğümüz” var.
Salonda yer alan insanlara göz gezdirdim ardından.
Yabancılar ve askeri erkan dışında kalanları inceledim neredeyse.
Ve o an bir kez daha anladım ki, Sıla’da çok Cumhuriyetlerimiz varmış meğer...
İngiltere’de, Kanada’da, Avustralya’da olduğu gibi...
Havaalanına gidiş ve dönüşlerde, yol üstündeki tabelayı kazıdım aklımın bir kenarına... “KIBRISCIK”... her yerde var olmayı sürdürüyoruz, tüm zorluklara, mutsuzluklara, kavgalara inat...