Günde iki kez göz atarım Facebook’a. İlki sabahın erken saatlerinde, ikincisi de günün son saatlerinde. Çok hoş alıntılar veya yorumlarla veya resimlerle de karşılaşıyorum, iğrenç yorumlarla da. Düşündürenler de yok değil ama... İzlerken, bazen gülerim, bazen gülümserim...Bazen kızarım bazen küfrederim...
***
Geçen günlerden birinde bir video vardı. Yurdun bir köşesinde, küçük çocuklarımızın çektikleri kısa filmler varmış meğerse. Onlardan birini yayınladı bir vatandaş. İlgimi çekti, izledim. Sonra takıldım kaldım... Başa çektim bir daha, bir daha izledim. Bir süre anlamsız bakakaldım. Sevinsem mi üzülsem mi diye...
Önce işin ‘sevinme’ bölümüne takıldım... Bu yaştaki çocukların böyle birşeye girişmiş olması, ciddi ciddi uğraşıp, didinip birşeyler ortaya çıkarmaları ilginçti. Hatta sevindiriciydi bile. Ammmaaa..... Evet, işin bir de ‘ammmaaaa’ tarafı vardı. Ayrıntı gibi görünen ama ciddi ciddi düşünülmesi gerekenler...
Ellerindeki silahlar (!), bu silahları tutma şekilleri... Baskın (!) sırasındaki tavırları... Vurulanların (!) vuruluşları, yere düşüşleri v.s. v.s. v.s. Çok netti herşey... Çok güzel (!) şeyler öğrenmişlerdi televizyon kanallarında izledikleri filmlerden, dizilerden.
“Bravo medya” dedim kendime kendime. “Neler neler öğretiyorsun gençlerimize de, ve hatta çocuklarımıza da” dedim... Soygun yapmanın, çalmanın, dövmenin, insan avı yapmanın ve daha neler nelerin püf noktaları (!)... Hepsi var dizilerde. Sinema filmlerinde de.
***
Bizim çocuklarımız da kapmışlar (!) izlediklerinden birşeyler. Sonra da, “Biz de yapalım bir dizi film” (!) demişler ve harekete geçmişler. Kalem, kitap, defter, okul hayatı v.s. gelmemiş bile akıllarında... İnsan sevgisi, hayvan sevgisi, doğa sevgisi de gelmemiş. Silahlı kahramanlar (!) ve silahlı düşmanlar (!) bir ışık çakmış hemencecik beyinlerinde. Ve girişmişler..
***
Üzülsek ne olacak ? Çağ böyle bir çağ işte. Bir yandan ‘Aman Barış’ diye; “İnsanlar ölmesin”, “Şiddete hayır’ vb. diye bağırıp duruyoruz ama öte yandan da TV dizilerinin, internetlerin, hatta internet oyunlarının verdiği ‘eğitimi’ (!) es geçiyoruz..
Böyle mi ulaşacağız barış içindeki dünyaya ?
Küçücük bir döviz sohbeti
“Karar verdim, bu günden sonra ben de ya EURO’la ya da Sterlin’le çalışacağım.”
“Bu nerden çıktı şimdi ?”
“Abi.. Dükkan kirası Sterlin... Çarşıdaki fiyatlar sterline, EURO’ya göre ayarlanıyor... Elektrik dairesinin taktığı saatler bile dövizle hesaplanıyor... Ben de karar verdim bundan sonra dükkana giren müşteriye EURO fiyat verecem...”
“Devletin verdiği memur maaşları, sosyal sigorta maaşları, emekli maaşları TL’dir ama ????”
“Beni artık hiç ilgilendirmez abi... Ben 1000 küsur TL karşılığı sterlin’le kontrat yaptım bu dükkancık için..Şimdi üç misli kira veriyorum TL ile....”
“Mal sahibi ile konuşsaydın !!!”
“Konuşmaya kalktım hazır dövsün beni abi...”
“Allah yardımcınız olsun. Ne diyebilirim başka ?”
“Sadece bizim değil abi, hepimizin Allah yardımcısı olsun....”
Sokak Ağzı
“Dağ Yolu kaldı adı. Bence adını değiştirelim artık. Mesela ‘Ölüm Yolu’ koyalım.” (Canan-Lefkoşa)
***
“Özellikle siyasilerin Tiyatro Günü söylemlerine sadece güldüğümü belirtmek isterim. Onlar benim gözümde, sadece 20 yıl önce yanmış Devlet Tiyatrosu Salonu’nu ölüme terketmiş kişiler değiller, aynı zamanda tiyatroyu küllere terketmiş kişilerdirler. Senede bir gün bile konuşma hakları yoktur. Lütfen sussunlar bari.” (Tiyatro-Lefkoşa)
***
“Vallahi bardon... Herşeye para buldular. Yeni Mercedes’lere bile. Ama tiyatro binası için para bulamadılar zavallılar (!)...” (Cüneyt-Lefkoşa)
***
“Gönyelide büyük faaliyet var... Bisiklet yolları çok güzel görünüyor. Öyle de, araba park yerleri ne olacak ? Arabaların park etmeleri için de birşeyler düşünüyor mu sayın Başkan ?” (Müsteyde-Gönyeli)
***
“Papa ‘Cehennem yoktur’ demiş. Doğru söyledi adam. Cehennem dünyanın ta kendisi değil mi ?” (Musa Berber)
***
“Akıncı’ynan Anastasiadis yemekte buluşacaklarmış. Ama müzakere iç,n değil... Yansın mangalcık. Gitsin gelsin zivaniyacıklar. Başka derdimiz var mı ki ?” (Uygar Yeşil-Lefkoşa)