Eve geldim!
Bir dubleyi aşan miktarda viski döktüm!
Ucuzundan!
Satın almaya gücümüzün yettiği bir marka!
-*-*-
Buz koydum bardağa...
Soğumasını bekledim...
Yavaş yavaş içtim...
Sonra bisikletime bindim...
12 kilometrelik parkurumu tamamladım, akşama Sim TV’de ana haberin konuğu olacağım!
-*-*-
50 dakika civarındaki bisiklet keyfi sonrası bu yazıyı yazıyorum...
Keyifli miyim?
Evet!
-*-*-
Gelelim konumuza...
Biliyorsunuz Tayyip Erdoğan KKTC’ye geldi...
Saat 14.30’da basın toplantısı düzenlenecekti ve ben ilk defa bizim Cumhurbaşkanı’nın mekanında, yani Silihtar Sarayı’nda Erdoğan’ı dinlemek istiyorum...
-*-*-
Önceden akredite oldum...
Basın kartımı da gönderdim...
Bana hiç bir şey bildirilmedi...
Kimliğim, basın kartım yanımda gittim...
-*-*-
Toplantıya giderken yol üstü iki meslektaşımla sohbet ettik, “basın toplantısına gidiyorum” dedim; “sokmayacaklar seni içeri” dedi bir arkadaşım ve güldü...
“Neden sokmasınlar ki, deli mi bunlar?” dedim...
-*-*-
Ama içimde benzer bir şüphe vardı!
Çocuk gibi heyecanlıydım!
-*-*-
Kapıya geldim!
Kapıda 40 – 50 Türkiyeli vatandaş, “Recep Tayyip Erdoğan” sloganı atıyor...
İçeri girmek için bekleyenlerden biri de resmi üniforması ile müftümüz!
-*-*-
Basın kartımı gösterdim, kapıyı açtılar, beni giriş kulübesine yönlendirdiler...
X ray cihazından geçtim...
İki kadın polis vardı odada...
İçlerinden birine “yenge” diye hitap ediyorum...
Kocası arkadaşım...
Hatta üzerimdeki gömlek, kocasının eski gömleği...
-*-*-
“Serhat abinize bir basın kartı verin boynuna assın” dedi.
Aldım, astım, bahçeye girdim...
-*-*-
Yaklaşık 30 – 35 dakika bazı arkadaşlarımla sohbet ettik...
Şakalaştık!
İçimde bir gerginlik vardı...
Bana seslenen arkadaşları dürttüm, “benimle konuşma atacaklar seni işten” falan diye...
-*-*-
Ortalık polis kaynıyor...
İçlerinde birlikte askerlik yaptığım var; akrabam sayılan yakınlıkta olanlar var...
-*-*-
Bir ara basın toplantısının düzenleneceği bölgeye doğru yürüdüm...
Yenidüzen Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Meltem Sonay ve Kıbrıs Postası Yazı İşleri Müdürü Canan Onurer ile sohbet ederken, bana kimlik kartı veren kadın polis yanıma geldi...
Çok kibar bir şekilde, “Aydın Akkurt bey, ‘kim aldı bu adamı içeri?’ diye sordu... ‘Biz aldık’ dedik... Aydın bey sizin burada olmanızın yasak olduğunu söyledi. Bilmiyorduk. Dışarı çıkmanızı rica edeceğim” dedi...
-*-*-
Tabii ki!
Hiç itiraz etmedim!
Polisle kavga mı edeyim?
Bağırıp – çağırıp rezillik mi çıkarayım?
-*-*-
Kapıya doğru yürüdüm!
Sessiz bir şekilde!
Kapıda 6- 7 polis...
Dediğim gibi içlerinde birlikte askerlik yaptıklarım, tanıdıklarım var...
-*-*-
Boynuma astığım kimliği çıkarıp iade ettim...
Kapıyı açtı bir tanesi ve içlerinden biri “teşekkür ederiz Serhat abi” dedi!
-*-*-
Hayatımda hiç bir teşekkür beni bu kadar duygulandırmadı!
55 yaşında, 120 kilo, 1.90 metre boyunda, dev gibi bir adam ağları mı?
Sessizce de olsa, vallahi ağladım!
-*-*-
Beni dışarı çıkardıkları veya kovdukları için değil...
Polisimizin, ben kapıdan çıkarkenki teşekkürü ağlattı beni...
Çok duygulandım...
-*-*-
Bir çeşit mutluluk göz yaşıydı aslında gözlerimden akan...
Doğru yoldayım mutluluğu!
Ama biraz da burukluk!
-*-*-
Türkiye’ye giremeyen, sokulmayan arkadaşlarımız geçti tek tek gözümün önünden...
Ben kendi ülkemde, yıllarca, onlarca basın toplantısına, onlarca mülakata, onlarca toplantıya katıldığım, toplumumuzun malı olan cumhurbaşkanlığına sokulmadım...
-*-*-
Dışarı atılmamı isteyen kişi Aydın Akkurt...
Ama sonradan öğrendim, TC Büyükelçiliği’nin hiç tanımadığım basın müşaviri gidip Aydın beye, “niye bu herifi içeri soktunuz?” diye kızmış!
-*-*-
Polisimiz üzgün!
Aydın Akkurt zavallı!
Ersin Tatar ezik!
-*-*-
Neymiş; egemen ve eşit devletmiş!
Çok komik!
Sadece sahte bir şovdan ibaretsiniz!
Görgüsüz, ilgisiz, alakasız, yalan ve iğrenç bir sahte şov!
-*-*-
Ekmeğimi yedim, suyumu içtim!
Hem Kıbrıs Cumhuriyeti, hem de İngiliz vatandaşıyım!
Sahte devletin hiç bir şeyine muhtaç değilim!
-*-*-
Değil saraydan, değil üniversitelerinden, işgalleri altında tuttukları topraklarından da kovabilirler...
Hatta kovmayı bırakın; kendileri ile aynı şeyleri düşünmediğim için, beni öldürebilirler...
Ama çok büyük konuşacağım; içimdeki Kıbrıs sevgisini öldüremezler ve bu sevgiyi ikiye bölmemi de isteyemezler!
-*-*-
Bana ceza mı verdiler şimdi?
Beni cezalandırdılar mı?
Söylediğim gibi, zavallılar, ezikler!
-*-*-
Bu arada “sorabilirsiniz” denseydi, Erdoğan’a ne mi soracaktım?
Fırsatım olsaydı, birinci sorum, “Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti bölünmez bir bütündür; peki Kıbrıs Cumhuriyeti bölünebilir mi? Bölünürse, bu bölünme, Türkiye açısından sıkıntılı bir örnek teşkil eder mi?” şekline olacaktı...
İkinci sorum ise Türkiye’ye sokulmayan Kıbrıslı Türklerden haberi olup olmadığı konusuyla alakalıydı...
Soramadık!
-*-*-
Haaa Erdoğan ne mi dedi?
Dinleyemedim!
Haberlerden okuyacağız!
BM çalışanının başına gelenler...
Birleşmiş Milletler’den (BM) çok üst düzey bir sivil memur...
Karısı ile birlikte hafta sonu KKTC’ye geldi...
-*-*-
E ayıptır söylemesi, Euro veya Dolar ödenen bir kişi için KKTC sudan ucuz!
Ve her türlü kirliliğe rağmen çok da güzel bir coğrafya...
-*-*-
Neyse bizim BM görevlisi karısıyla denize girdi...
Ve beklenen oldu!
Adamcağız, kırık bir cam şişeye bastı, ayağını kesti!
-*-*-
Yara büyük ve derin!
Karısı ile bir hastaneye gitti!
Hastanede adamın yarasına müdahale etmediler!
-*-*-
Özel, devlet hiç fark etmez!
Ayağı yaralı bir insan!
Üstelik yabancı!
Misafir ya hu!
-*-*-
Neyse, kadın aracı kullandı, adamın ayağına bir havlu sardılar ve Güney’e geçtiler...
İlk gördükleri kliniğe girip ilk yardım hizmeti aldılar!
Adamın ayağına dokuz dikiş atıldı ve az daha gecikmesi halinde ölebileceği uyarısı yapıldı!
-*-*-
Egemen, eşit KKTC mi?
Hade ya hu!