Mustafa Akıncı’nın “KKTC Cumhurbaşkanlığı” makamına seçilmesiyle ilginç bir dönemin içerisinde bulduk kendimizi…
“Ha oldu, ha olacak, ha bitti, ha bitecek”…
Akıncı’nın emriyle mi, başka bir ekip işimi bilmem…
Ama bu ekibin medyadaki eliyle de öylesine bir ortam yaratıldı ki Akıncı’yı eleştirmenin “çözüm karşıtlığı-barış düşmanlığı” sayıldığı günler yaşadık…
Ta en başından beri aynı şeyi yazdım:
BM’nin kontrolündeki “liderler arası” süreç bir barış süreci değil!
Bu tespitimi sadece Akıncı-Anastasiadis süreci için yapmadım.
Diğer liderler arası süreçler de böyleydi!
İki liderin ağzına bırakılmış, iki dudak arasında, kağıt üzerinde barışın inşa edileceğine inandık, ya da inandırıldık.
Aslında bu sürecin bir ‘barış süreci’ olması gerekiyordu…
Yapılacaklar da belliydi…
“Güven yaratıcı önlemler” diye isimlendirilen konularda ciddi, sonuç alıcı kararlara ve iradeye ihtiyaç vardı.
- Yeni barikatlar açılmalıydı…
- Şehirler askersizleştirilmeliydi.
- Sigorta sorunu çözülmeliydi.
- Telefonlar iki tarafta da kullanılabilmeliydi.
- Elektrikte sistemler bir birine bağlanmalıydı.
- Milliyetçi unsurlar iki taraftan da temizlenmeliydi.
- İki toplumun ortak olacağı mini ortak alanlar (Başkent Barış Parkı benzeri alanlar) yaratılmalıydı.
- Belki ilerleyen bir adımla, Maraş ve Lefkoşa Uluslar arası Havaalanı konuşulmalıydı…
Olmadı… Hiçbiri tam anlamıyla yapılmadı.
Israrla süreç iki liderin elinde bırakıldı.
“Derinya Kapısı” sivil toplum tarafından gündeme getirildiğinde, bizim liderlik ağır aksak ilerleyince, lafını askere geçiremeyince “irade lazım, var mı” diye sormuştum.
Aman Tanrım!
Dedim ya Akıncı’yı eleştirmek çözüm karşıtlığı-barış düşmanlığı”ydı…
Kızan çok oldu…
E şimdi ne oldu dostlar?
Bakın Derinya’ya! Bakın Kıbrıs açıklarında yaşananlara!
Belediye başkanı, askerle konuşup askerin kullanımındaki plajı halka açabildi ama bizim “liderimiz” barikatın alışmasını henüz sağlayamadı. Liderimiz, siyasilerimiz, her kimse bu işin sorumlusu!
Birkaç ay sonra sağlasa ne fayda? Manzara ortada! Yaşadık ve gördük…
“İki liderin siyasi kararı var” dendi ama barikat hala kapalı…
Bırakın Derinya’yı, çözüm süreci gitti elimizden belki de…
Annan Planı travmasının ardından Mehmet Ali Talat’ın uğraşları sonucu Eylül 2008’de Papadopulos
Talat görüşmeleriyle başlayan, Derviş Eroğlu’nun 11 Şubat 2014 Belgesi’ne imza atmasıyla ivme kazanan, Akıncı’nın da hazır bulduğu süreç yerle bir oldu, öyle mi?
Dün Akıncı’nın konuşmasını dinledim ve yeniden irkildim.
Geleceğe dair umutsuzluk, hep güneyi suçlayan bir ruh hali, “Biz yaptık, onlar yapmadı” şiiri…
İyi de Sayın Başkan, müzakerelerin en kritik anlarında “KKTC ile yola devam ederiz” demek görüşme masasına dinamit koymak değil miydi Allah aşkına?
Bir yandan birleşmeyi konuşurken diğer yandan “sığınacak liman” açıklamak neyin nesiydi?
Eğer süreçle birlikte ‘karşılıklı güven’ de yerle bir olduysa bunda sizin de katkınız vardır Sayın
Başkan, hiç kusura bakmayın!
Kıbrıs Rum halkının hassasiyetlerini gözetmediniz.
Anastasiadis de Kıbrıs Türk halkınınkileri gözetmedi.
BM süreci sizi masa başında son ana getirdi belki ama son mili yürümediniz.
Büyük Han’da sürecin başında havaya kaldırdığınız iki kahve, iki zivaniya bardağı gibi bizi kaldırıp, yere bıraktınız…
Paramparçayız şimdi…
Ta en başından beri “son deneme” diye tutturdunuz.
Barışın sonu olur mu hiç?
Barış biterse arkasından nelerin gelebileceğini hiç mi hesaplamadınız bu sözleri söylerken?
Umutları zivaniya bardakları gibi yukarıya kaldırırken yere düşme ihtimali olduğunu neden hiç
hesaplanamadınız?
Şimdi ne mi düşünüyorum tüm bu yaşananlara baktıkça?
Çok kaygılıyım.
İki liderin barışma sürecini de koparmasından endişe ediyorum.
Kıbrıs Rum toplumuna da kızıyorum elbette.
Yarattıkları suni ortamın bir anda yerle bir olacağını kestiremiyorlar, ona yanıyorum.
“Larnaka’ya turist yağıyor” diye övünüyor güneyi yönetenler…
İki liderin korkuları yüzünden sürecin içine balıklama dalan, ya da daldırılan “anavatanların”
iki kurşunu yeter de artar bile “turizm” dedikleri yapay ekonomik rüzgarın dinmesine…
Türkiye’nin umurunda mı sanıyorsunuz?
Herkesle kavgalı, kendi halkıyla çatışan, daha bir buçuk yıl önce meclisine kendi askerine ait jet uçaklarının bomba attığı bir ülke için çok mu zordur Yeşil Hat’ta bir çatışma çıkarmak? Ya da Kıbrıs açıklarında füzeleri ateşlemek?
Zor değil elbette…
Peki sonrası?
Sonrasında neler olur?
Derinleşen ayrılık ve bölünme, bizleri, çocuklarımızı savaşın, kanın, ölümün kol gezdiği bir adaya sürüklemez mi?
Korkuyorum dostlar…
İki liderin ellerine teslim ettiğimiz, onların da gidip anavatanlarının kucağına bıraktığı bizim geleceğimizdir…
Resmi birleşme olmasa da barışma, kucaklaşma, huzur ortamının bozulmasından korkuyorum…
Umarım “süreç” dedikleri olası BM çerçevesinde kalan son umutlar da yitirilmez.
En azından liderler bu yeni dönemde güven yaratan önlemlere ağırlık verirler, ayrılmayı körüklemezler…
Eğer bu da yapılmaz ve iki toplumun arası bilerek ve isteyerek açılmaya devam ederse…
Bırakın umudu-umutsuzluğu, barışmaya dair en ufak bir kırıntı da kalmaz, ayrılık kalıcılaşırsa eğer sonumuz geldi demektir…
Ve bu ‘son’ adadaki her bir birey için de pek de hayırlı değildir.
UBP DÖNEMİNDEN İCRAATLAR SERİSİ / AHMET ÇALUDA BELGESİ
Ahmet Çaluda nerede mesai yapıyor?
Bir dönem UBP'den milletvekili olan Ahmet Çaluda şimdilerde HÜR-İŞ'in başkanı…
UBP'ye olan yakınlığı ile biliniyor, daha doğrusu bildiğiniz UBP'li!
Yasal olarak HÜR-İŞ'in profesyonel sendikacı çalıştırma statüsü bulunmuyor.
Bu nedenle başkanı ve yöneticileri bağlı bulundukları devlet dairelerinde çalışıyor olmalı.
Yanlışsam beni sendikacı dostlar düzeltsin.
O zaman Ahmet Çaluda nerede görev yapıyor?
Kadrosu 1 Mart 2017 tarihi itibarıyla KKTC Başbakanlık'ta görünüyor.
Bu durumu sayfadaki resmi belgeden de görebilirsiniz.
Peki Ahmet Çaluda Başbakanlık'ta mı çalışıyor?
Başbakanlık'a gidiyor mu? Mesaisini nerede harcıyor?
Gayrı resmi olarak Başbakanlık çevrelerinden aldığım bilgiye göre Başbakanlık'ta değil.
O zaman nerede?
Bu durumda işbaşı yapmıyor mu?
Çalışmıyor mu? İşe gitmiyor mu?
İlginç değil mi? Tuhaf değil mi?