Şubat artık aşkın değil, gülüşün değil, sevincin değil, hüznün adıdır.
Çocukların yitik gözleridir şimdi şubat…
Evlat acısıdır, keskin bir sızıdır, yakarıştır, isyandır, haykırıştır…
Evlerimizden, kentlerimizden, adamızdan büyüktür bu acı…
Şimdi toplu mezara dönüşüyor, bir otel… Evlatlarımızın, öğretmenlerimizin cansız bedenleriyle yüzleşiyoruz birer birer… Dudaklarımız uyuşuyor, kilitleniyor çenelerimiz, hissizleşiyoruz giderek. Birbirimize yaslanacak, dayanacak, ölümlerden doğacak ve ayağa kalkacağız, çaresiz…
O evlerde hep ateş yanacak, ıslak kalacak hep kül…
O evler, acının adresi olacak...
Yastayız, acılıyız ve öfkeliyiz.
***
Evlatlarımızı koruyup, kollayamadılar…
Güle oynaya gönderdik evlatlarımızı, sevinçle, coşkuyla oysa...
O otelin sahibinin, müteahhidinin, mühendisinin, denetçisinin, lanet olası hepsinin bırakmayalım peşini…
Her kimse o çürük otelin, bu köhnemiş zihniyetin sorumluları bu topluma hesap vermek zorundadır.
Depremi, afeti, acıyı kendilerine siper etme hakları yoktur onların…
***
Şimdi toplu bir karanlık var üzerimize çöken… Göz çukurlarımıza uzanacak çocuklar… Sevineceklerdi oysa… Terleyecekti buğday tenleri, dudakları ıslanacaktı… İlk maçlarına çıkmışlardı henüz… Şimdi hepimiz bir göçüğün altında… Sıkıştık, nefessiz kaldık...
***
Avrupa’nın en görkemli kentlerine gitmeliydi bu çocuklar… Dünyanın en güvenli ülkelerine… İnsan hayatının kutsal olduğu yerlere gitmeliydi… İlime bilime değil kadere ve hurafeye sırtını yaslamış bir geleneğin acılı coğrafyasında insanlar rastgele yaşıyorlar meğerse… O uslanmaz kibir, o ölçüsüz ihtişam, o zehirleyici milliyetçilik yetmiyor şimdi büyük bir enkazın üzerini örtmeye…
Bir koltuğa tehditle ve talimatla ve zorla oturtulmuş adam ırkçılık kokan nefesini ve nefretini yayarken, tek bir çocuğumuzu canlı geriye alabilmeyi umut ediyoruz bizler…
***
Şimdi herkes üzgün…
Yine de şunu anımsayacağız, kimileri için üzülmek yeterli değil çünkü sorumlulukları var.
İşin aslı sorumsuzluğu var kimilerinin, hem de büyük, hem de umarsız…
Birkaç sene evvel yan yana dizilmiş, törenle ve gururla açtıkları hastane vizesizdi…
Öyle ya “talimat” varsa eğer zemin etüdüne gerek yoktur, yapı güvenliği denetlenemez, proje kontrol edilemez. Çok değil bir hafta önce “talimat” varsa “inşaat disiplinleri gereksizdir” diye yasa önerisi yapmışlardı, unutmayalım… Emir büyük yerden geliyorsa, betonun hesabı tutulmazdı. İktidarı, yaranmayı, itaati, rantı, parayı, makamı bilimin yerine koyuyorlar. Toprağı uğurunda ölen varsa vatan biliyor ve memleket kavramını yaşamla değil ölümle ölçüyorlar.
***
Ah be güzel çocuklar, saçlarınızı toprağa bırakamayız sizin… Sevmek için o saçlar… Kollarınız sarılmak için… O akşam uyudunuz siz… 6 Şubat akşamı... O uykuda kaldınız… Uyanmanızı bekleyerek nasıl geçecek günler, geceler, sabahlar… Hep aynı yaşta siz… O masum gülüşlerinizle… Siz hep çocuk...
***
“Bu nasıl bina” diyor NTV muhabiri!
“Demirler sere serpe ve çıplak, beton yok, bu nasıl bina…”
Türkiye Jeoloj Mühendisleri Odası “Deprem Danışma Kurulu” iki yıl önce hazırlamış raporunu, tam da Kahramanmaraş’ı, Gaziantep’i, Hatay’ı işaret etmiş, “Bu kentler fay üzerinde ve binaların yükseldiği zeminler insan yerleşimine uygun değil” denmiş.
Tüm makamlara tek tek sunulmuş rapor…
Umursayan olmamış.
“Büyük acılar yaşanır” denmiş, “binalar deprem sarsıntısını karşılayacak biçimde kurallara uygun hale getirilmelidir.”
Aldırış edilmemiş.
Deprem değil… Afet değil… Kader değil…
Toplu bir cinayet yaşanan…
Acıya yol verenler, kendilerine bu acıdan kalkan yaratacaklar şimdi…
***
Şubat artık aşkın değil, gülüşün değil, sevincin değil, hüznün adıdır.
Çocukların yitik gözleridir şimdi şubat…
Tek bir çocuk ölse bile bu ülke karanlıktı her zaman…
Büyük bir kalabalık ölür, her evladın ardından…
Şimdi…
Ah...
Şimdi kocaman bir mezarlık buralar…