Şimdi ne yapacağız?

Şimdi ne yapacağız?


Birol KARAMAN
birolkaraman@hotmail.com

İrsen Küçük’ün 2010 yılında “20 Temmuz coşkusu” ile imzaladığı ve 2011 yılında Cumhuriyet Meclisi’nden onaylanarak yürürlüğe giren KKTC’nin su ihtiyacının karşılanmasına yönelik su temin anlaşması, 2016 yılının ilk günlerinde Kıbrıs Türk kamuoyunda hiç olmadığı kadar geniş bir şekilde yer buldu, tartışıldı.
İmzalandığı günden bugüne geçen altı yıllık süre içerisinde Kıbrıs Türk tarafı nezdinde yaşanan ve çoğunlukla istikrarsızlık yaratan birçok gelişmeye karşın Türkiye Cumhuriyeti’nin projeyi adım adım takip ederek sonuçlandırması, projeye sadece bu gözle bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti’nin açık başarısını, Kıbrıslı Türklerin ise başarısızlığını ortaya koymaktadır.

Gelin görün ki; konuyu sadece bu yönüyle ele almak ve geriye kalan siyasi ve ekonomik boyutlarını görmezden gelmek “bizden daha güçlü ve daha organize olduğunu” düşündüğümüz Türkiye Cumhuriyeti karşısında “biz hiçbir şey yapamayız” algısına yol açmaktadır ki; bugün su hizmetlerinin özelleştirilmesine yol açan önemli etkenlerden birisi bu düşüncenin yaygın bir şekilde benimsenmesinden kaynaklanmaktadır.

İlk olarak TC Başbakanı Sn. Davutoğlu’nun 64. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin kurulmasının hemen ardından ülkemize yapmış olduğu ziyarette Sn. Akıncı ile gerçekleştirdiği basın toplantısında su projesi ile ilgili ifade ettiği düşünceleri hatırlamakta fayda var. Davutoğlu su projesine ilişkin olarak “bizim açımızdan stratejik ve psikolojik boyutu son derece derin çok önemli bir mesaj projeydi” nitelemesini yaparak bunu “Anadolu ile Kıbrıs’ı yeniden birbirine bağlamak olarak” değerlendirmişti.

Adına “barış suyu projesi” denen ve dünyanın çeşitli ülkelerindeki fuarlarda ve toplantılarda tanıtımı yapılan bir projeye, “Anadolu ile Kıbrıs’ın yeniden bağlandığı”na ilişkin anlamlar yüklemek projenin barışa ne ölçüde hizmet ettiğinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Nitekim bu konu Kıbrıs Rum basınında yer bulmuş ve bu yönüyle “Türkiye’nin gizli niyetleri” sorgulanmıştır.

Öte yandan adına “barış suyu projesi” denilen bir proje üzerinden, kamu maliyemizdeki dengesizlikler fırsat bilinerek (ki bunun da yaratılmasında Türkiye’nin çok ciddi katkıları vardır) Kıbrıslı Türklerin demokratik yollarla seçtiği siyasi iradeye baskı yapmak, bu projenin “barışçıl” yönünün sorgulanmasına bir kez daha sebep olmaktadır.
En kaba tabiriyle “ya benim dediğimi yaparsınız veya size maaşları bile ödettirmem”  yollu mesajlar gönderen Türkiye’nin, Kıbrıslı Türkler tarafından algılanışında ortaya çıkan olumsuz imaj belki bugün Türkiye’yi yönetenler tarafından değerlendirilemez ama bu durum gelecekte de mutlaka sorgulanacaktır. En fazla da Türkiye’ye zarar veren bu tavrın özeleştirisi yapılacaktır diye düşünüyorum.

Bunları ifade ettikten sonra Kıbrıslı Türkler olarak aynayı kendimize tutmak ve başarısız olduğumuz konuları ortaya koymak, gelecekte ortaya çıkacak yeni bir takım gelişmeleri bugünden daha iyi bir şekilde kucaklayabilmek adına önemlidir. Genel olarak dört başlıkta toplanabilecek “başarısızlıklarımız”, bugün bize su hizmetlerinin özelleştirilmesi sonucunu dayatıyor olsa da, bundan çıkış yolları halen vardır ve önümüzdeki on yıllık sürede de kurtuluş mümkündür.

En yakıcı sorun: Siyasi istikrarsızlık

Kıbrıslı Türkler olarak en ciddi başarısızlığımız, Kıbrıs’ın kuzeyinde istikrarlı bir siyasi ortam yaratamamış olmamamızdan ileri gelmektedir. Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünü ve bunun doğal kaynaklar üzerinde yarattığı baskıyı bir yana bırakacak olursak, hali hazırda sahip olduğumuz kurumların iyi yönetilmesi Kıbrıslı Türklerin gerek çözüm koşullarında gerekse şimdiki durumda tutunabileceği en güçlü dallardan birisidir.

Bu da ilk olarak siyasetin istikrarlı bir ortama kavuşması ile mümkündür. Su temin projesinin imzalandığı 2010’dan, suyun adamıza ulaştığı 2015’e kadar geçen beş yıllık sürede, ülkemizin dört başbakanı ve yedi doğal kaynaklar bakanı olmuştur. Bunu özel olarak not etmekte fayda vardır. 
Sadece son birkaç yılı bile değerlendirdiğimizde, 28 Temmuz 2013 erken genel seçimlerinden sonra kurulan hükümet, önce 2014 yılındaki yerel seçimlerle, hemen ardından 2015 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri ile meşgul olduğundan 2013’ten 2015 yılının ortalarına kadar belli hazırlıkları yapmak için değerlendirebileceğimiz çok önemli iki yılı heba ettik. Bu da TC Orman ve Su İşleri Bakanı’nın “beyefendiler daha karar verecekmiş” şeklindeki hoş olmayan açıklamalarına zemin hazırladı.

“Biz zaten neyi yönettik ki?”

Özellikle su ile ilgili dairelerin uzun yıllardan beridir yine bu siyasi istikrarsızlık sebebiyle (ve benim hiçbir zaman bilinçli olmadığına inanmayacağım bir şekilde) teknik kadrolar ve imkânlar bakımından bitirilmiş olması, su dosyamızı iyi takip edemememize yol açmıştır. Birinci başlıkta belirtilen siyasi istikrarsızlık ve 8-9 ayda bir değişen bakanların teknik kadrolar üzerinde yarattığı negatif etki, hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir konudur.

Yakın bir geçmişe kadar göreve yeni başlayan her bakanın işe Su İşleri Dairesi müdürünü değiştirmekle başladığı ve bir önce atanan müdürün müşavir konumuna düşmesi sebebiyle dairenin giderek “mühendissizleştiği” ortadadır. Bu yönüyle bakıldığında siyasi iradenin hatalı kararlarıyla işlevsizleşen teknik daireler sebebiyle toplumun büyük bir bölümünde suyun bizim tarafımızdan yönetilemeyeceği algısı doğmuştur. Hatta o denli ki; suyu yönetmekle yükümlü bakan bile bu söylemlere katılarak “biz bu suyu yönetemeyiz” demiştir (Bkz: Dönemin doğal kaynaklar bakanı Hamit Bakırcı). Bakan “yönetemeyiz” dedikten sonra cemaatten de beklenen tepki geldi: “Biz zaten neyi yönettik ki?”

Eksik yatırımların finansmanı ve kamunun yeniden yapılandırılması

Uzun yıllardan beridir alt yapı yatırımlarını gerçekleştirme yönünde kısıtlı bütçe imkânlarına sahip olan devletimiz, ana şebeke sistemlerini ve belediye sınırları içerisindeki yenileme yatırımlarını AB’nin ve TC Yardım heyetinin desteği ile gerçekleştirebilmektedir. Çok ciddi eksikliklerimizin olduğu söylenmesine ve yapılması gereken yatırım bütçesinin bilinçli bir şekilde yükseltilmesine karşın, bu yatırımları öncelik sırasına göre düzenleyerek Kıbrıslı Türk mühendislerin planlamalarıyla yapmak halen mümkündür.

Burada hükümetin bütçe disiplinini öne sürerek fonları kaldırma hedefini ortaya koymasına karşın su gibi hayati yatırımlar için istisnalar oluşturulabileceği ve yapılacak yatırımlar için finansal imkânlar yaratmak mümkündür.

Buna yönelik yasal düzenlemelerin ortaya konması ve su ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yeniden yapılandırılması ile kısa sürede birçok şeyin başarılabileceği görülecektir.

Türkiye ile olan bağımlılık ilişkisinin sorgulanması

Siyasi istikrarın sağlanması, kamunun yeniden yapılandırılması, projelendirme ve finans olanaklarının yaratılması ekseninde çıkmamız gereken yeni yol, bugün bize ulaşılamaz bir hedef gibi görünebilir. Ancak imzalanan protokol çerçevesinde sonuç ne olursa olsun (özel bir şirketin ihaleyi kazanması veya diğer olasılıklar) önümüzdeki on yılın konuları bunlar olacaktır.

Yıllarca dünyadan izole bir yaşam süren Kıbrıslı Türkler bugün artık dünyayı daha farklı algılamakta ve yeni yetişen genç kuşakların edindikleri ve yeniden ürettikleri bilgi sayesinde dünyada meydana gelen gelişmeleri çok yakından takip etmektedir.

Bu gelişmeler takip edildiği zaman karşımıza çıkan sonuç, özelleştirilen suyun belli bir süre sonra ya şirketlerin bırakıp gitmesiyle ya idarenin sözleşmeyi feshetmesiyle veya sözleşme süresinin sonunda idarenin uzatma işlemini gerçekleştirmemesi sebebiyle yeniden kamulaştırıldığıdır. Bu bakımdan bugün ortaya çıkan sonuç sebebiyle karalar bağlamak doğru değildir.

Suyun özelleştirilmesi konusunda yaşanan süreci, iç ve dış etkenlerle birlikte değerlendirmek gerekir. Ayrıca ne kendimizi sütten çıkmış ak kaşık olarak görmek ne de “biz hiçbir şey yapamadık ve yapamayız” noktasına girmek doğru bir yaklaşımdır. Bunun yerine özeleştirimizi yapıp eksikliklerimizi doğru tespit etmeli ve Türkiye ile oluşan bağımlılık ilişkisinin ortadan kaldırılması için programlı bir eylem planını hayata geçirmeliyiz.

Bunları yaparken, İrsen Küçük gibi kendi dönemi ile sınırlı kalmayan tahribatlar yaratabilecek siyasileri, sadece bugünü yaşayan ve teknik kadroları keyfi biçimde telef eden yetkilileri görevleri esnasında takip ederek engellemeyi başarmalıyız.

Ha bir de; Türkiye’yi “bizden daha güçlü ve daha organize olmuş” bir ülke sanmaktan vazgeçmeliyiz. Biraz geriye dönüp baktığımızda, ne Kıbrıs’ta ne de Türkiye’de uygulamaya çalışılan veya hayata geçirilen herhangi bir projenin sağlıklı sonuçlar üretmediğini görebiliriz. Ben kendi alanımla ilgili onlarca örnek verebilirim ama sözü TC Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na bırakmak daha doğru olacaktır.

Eroğlu: “2014 yılında uygulamaya koyduğumuz ‘İçme Suyu Temin ve Dağıtım Sistemlerindeki Su Kayıplarının Kontrolü Yönetmeliği’ ile yüzde 43’e varan su kayıp ve kaçak oranımız 4 yıl içerisinde yüzde 30’a indirilecektir.”(i)

 

--------------------------------------------------------------------

(i)Kaynak:http://www.haberturk.com/ekonomi/ekonomi/haber/1126820-eroglu-icme-suyunda-kayip-ve-kacak-orani-indirilecek

Dergiler Haberleri