Simge OKBURAN
s_okburan@hotmail.com
Geçtiğimiz hafta Birleşik Krallık’ta gerçekleşen bölgesel ve yerel seçimlerin hiç kuşkusuz önemli sonuçları var. Radikal müslümanların tüm dünyada yaratmış olduğu tahribata rağmen, yarıştığı muhafazakar ve aşırı sağcı rakiplerinin “ tehlikeli müslüman” olarak tanımladıkları Sadıq Khan yüzde 56.8’lik bir oyla , dünyanın en önemli başkentlerinden biri olan , aynı zamanda ülkenin tümünün bağımlı olduğu kent ekonomisi noktasında önemli bir yere sahip Londra’nın belediye başkanı oldu. Üstelik İşçi partisinin hemen hemen tüm bölgelerde oylarını düşürdüğü bir dönemde Londra’nın ilk müslüman belediye başkanı İşçi partisinin adayı oldu.
Seçimden kısa bir süre önce yapılan kamuoyu yoklamalarında Londuralıların yüzde 55’nin belediye başkanının Müslüman olmasını sorun olarak görmediğini, yüzde 31’nin Müslüman aday konusunda rahatsızlık duyduğunu ortaya koydu. Sadık Khan, seçime rakipleri ile kıyaslandığında oldukca dezvantajlı başladı. 23 Haziran’da gerçekleştirilecek Ab üyeliğiyle ilgili referanduma , Ab karşıtı tavır sergiyeleyecek partilerin Khan üzerinden yürüttükleri islamofobik kampanyalarına , mültecilere sınır kapılarına kapatan ve çağ dışı insanlık sergileyen Avrupa’da yaygın etnosentrik düşüncenin varlığına , eşcinselliği günah gören bir dinin mensubu olup , eşcinsel haklarını ve evliliği savunmasına , içki içmediği halde kampanyasını yıkılmaktan kurtardığı bir barda başlatmasına ve seçimi kazanmasının ertesinde zafer konuşması esnasında rakiplerinden Paul Golding’in sırtını dönerek aslında seçim süresince yaratılan insanlık dışı ayrımcılığı birebir simgelediği tavıra , UKIP partisinin Galler bölgesinde ilk kez parlementoya seçilmesine rağmen önyargıları tek tek yıkmayı başardı.
İskoçya parlamento seçiminde kötü bir sonuç alan işçi partisi tüm bölgelerde güç kaybetmesine rağmen, güneyde oylarıın bir kısmını korumaya devam etti. İskoçya’da bugüne kadar en kötü sonucu elde eden Corbyn önderliğindeki işçi partisi, Londra’da yaşamış olduğu büyük zaferle dengeleri korumaya devam ediyor. Bazı yorumculara göre Corbyn’in 8 aylık liderliğini değerlendirmek için net veriler olmasa da ,ülke genelinde oylarını düşüren işçi partisinin , 8.5 milyon nüfuslu , yıllık 17 milyon poundluk bütçesi ile büyük bir finans merkezinin çerçevesini çizme ve denetleme yetkisi için aday gösterilen Sadıq Khan’ın adaylığı ve Avrupa’da tırmanan sağ partilere rağmen seçimi % 56.8’lik bir oranla kazanması büyük bir başarı olarak okunmalıdır.
Yoğun nüfustan kaynaklı konut krizine uzun zamandır çözüm bulunamaması, ekonomik krize bağlı olarak gelişen işsizlik ve alım gücünde yaşanan düşüş ile birlikte toplu taşıma fiyatlarının karşılanabilir durumda olmadığı yönünde geliştirdiği çözüm söylemleri ile halkın refahını artırmayı hedefleyen politikaları Londra’lılara umut oldu. Şüphesiz ki Khan’ın görevi süresince sergileyeceği tavır ve azim önümüzdeki seçimlerde İşçi partisinin akibetini doğrudan etkileyecektir. Bu nedenle Khan’ın zaferi, IŞİD’in yaratmış olduğu yoğun tahribatı kullanarak söylemlerinde radikalleşen aşırı sağın kendine tırmanacak bir nokta bulduğu Avurpa’da , oldukça anlamlı ve büyük bir sembolik öneme sahiptir.
Ulus devlet anlayışı, küreselleşmenin etkisiyle gücünü yitirmesine rağmen, ırkçı - milliyetci söylem ve politikaların yükselişe geçtiği bir ortamda, yönetim erklerinin farklılıkları eritmekle meşgul olduğunu ve tüm dünyada buna bağlı olarak alışagelmiş siyasetin “ farklı” olarak tanımladıklarına direnç gösterdiğini gözlemliyoruz. Sistemin ve buna bağlı sosyo-kültürel değerlerin temsiliyet noktasında yaratmış olduğu ‘öteki’ ve ‘farklı’ algısı , sadece etnisite sorunsalı değil aynı zamanda ‘yaş’, ‘cinsiyet’ gibi ayrıştırmalardan besleniyor ve bilinçli bir yönetsel zihniyet algısı yaratıyor.
21. yy’da mevcut sisteme karşı durabilmenin bilimsel yollarını en etkin şekilde tanımladığını düşündüğüm siyaset bilimci Jürgen Habermas, iletişimsel eylem kuramında, ekonomik ve yönetimsel akılcılaşma güçlerinin yaratmış olduğu ortak modernleşme sürecinin belli bir zümrenin güdümünde normalleştiğini savunur.
Habermas’a göre kullanılması olası tüm araçlarla akılcılaştırılmış bir düzen yaratılmıştır. Bu noktadan hareket edildiğinde yasama, yürütme, yargı ve elbette medya gibi kitleler üzerinde etkili araçlardan bahsedileceği gibi , bunun eğitim ve kültüre yansıması düşünüldüğünde zihinlerin nasıl şekillenip , köklediğini tanımlamak oldukça korkutucudur. İtalya'da ana muhalefet partisi konumundaki 5 Yıldız Hareketi'nin lideri Grillo’nun Khan ile ilgili "Westminster'ı havaya uçurduğu zaman görüşürüz” söylemi seçimin hemen ertesinde oluşan kalıpları dar , savunucusu çok bir zihniyetin çirkin bir tezahürüdür.Zihniyet kendinden olmayan belediye başkanından değil , normalleştirdiği değerlerin dışında kalan herkesi “güvensiz olarak “ tanımlamasından ötürü korku siyasetini üretiyor. Bu kalıp zamanla sıradanlaşarak politik partilerin, çıkar gruplarının şekillenmesinde ve katılımcı demokrasinin oluşumunda rol oynuyor.
Bu nedenle Londra’da ilk defa müslüman bir belediye başkanının seçilmesi farklı bir analiz gerektirdiği gibi, kendinden olmayanı kendi yöntemleri ile ortadan kaldıran sistemin çarklarından birini de böylelikle kırmış oldu.
Üzerinde yaşadığım coğrafyada benzeşik sorunsalları düşünüyorum. Mevcut durum üzerinden değerlendirdiğimizde adanın kuzeyinde temsiliyet noktasında etnisite sorunsalı ciddi boyutlarda olmamasına rağmen yaş ve cinsiyet üzerinden bakıldığında , gelişmiş ülkelere kıyasla ne kadar geride olduğumuzu görmek acıdır. Kadınların dünya genelinde temsiliyet oranı yüzde 21’iken , bu rakamın ülkemizde yüzde 8 oranında olmsı bizleri dünya ortalamasının üç kat gerisinde bırakmıştır. Kabinede kadının temsiliyetinden bahsedemiyor olmamız diğer bir acı gerçeğimiz olmakla birlikte , özel ve kamu kuruluşlarında üst yönetici pozisyonlarının yaratılan “ üst akıl “ tarafından işgali de söz konusudur.
Farkındalığı yüksek, demokrasinin tüm çarklarının işler durumda olduğu toplumlarda kadınların en az yüzde 40 oranında temsiliyeti söz konusudur. “Siyaset erkek işidir” diyen zihniyetin aynı zamanda “ Siyaset genç işi değil “ noktasından hareket ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu aklın yıllardır ülkede yaratmış olduğu tahribata hepimiz yıllardır yakınen tanık oluyoruz. Milli kimliğin oluşmasında etken olan sosyo-kültürel yapımız, cinsiyetler arası eşitlik noktasında kadınlara dezavantaj sağlıyor olsa da , bireysel farkındalıklarımızın toplumsal dönüşüme katkısı henüz benimsenmemiş durumda.
Farkındalığı gelişmiş ülkelerde kota etkin temsiliyet noktasında önemli bir adım. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nce 2003 yılında hazırlanan tavsiye kararı en az yüzde 40 cinsiyet kotası şeklindedir. Yasalar önünde eşit görülen kadın ve erkeklerin , temsiliyet noktasında henüz eşit durumda olmayışları sadece bölgesel değil aynı zamanda küresel bir sorundur elbette. Fakat yukarıda belirtilen oranlar bizlerin dünya gerçekliğinden hayli uzak olduğumuzu gösteriyor. Bu nedenle 22 Mayıs Pazar günü Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin gerçekleştireceği kurultayda önerilen yüzde 40 kadın kotası önemli bir dönüşümün göstergesidir.
Bu süreç bir yanda “ nicelik , nitelik tartışmaları” öbür yanda “ siz zaten dilediğiniz her organda aday oldunuz, desteklendiniz, korundunuz.Biz size engel mi olduk” yakınmalarını da beraberinde getirecektir. Analitik düşünce eksikliğinden toplum olarak mağdur olduğumuz gerçeğinden yola çıkarak eğitim sistemimizi sorumlu tutmak doğru bir başlangıç olsa da ,niteliği cinsiyet üzerinden tanımlayanların kabul edilemez olduğunu söylemekte fayda var. Kişisel gelişim noktasında bireysel çabasızlığımızı farkına varmak sanırım yaratılan ‘ bir üst aklın ‘ delinmesi noktasına önemli bir adım olacaktır.
Amerikalı feminist felsefeci Iris M. Young çoğulcu bir toplumda herkesin ihtiyacının eşit olmadığını, buna rağmen adalet kavramının eşitmiş gibi davranılmasını gerektirdiğinin altını çizer. Bunu bir ikilem olarak tanımlar ve eşit ile adil olmanın aynı anda mümkün olmayacağını söyler. Bu nedenle önerilen %40 kadın kotası bir pozitif ayrımcılık olup cinsiyetlerin eşit temsiliyetinde önemlidir ve adaleti kendiliğinden üretecektir.
Sadece kendi toplumumuz için değil, tüm dünyada iç çekişmlerin özünü kavrayan, farklı cinsiyetleri, renkleri, dinleri, dilleri hatta farklı kuşakları birbirine düşürerek çekişmelerinden beslenen ve bunu “normal” olarak tanımlayan siyasetin, tepeden tırnağa bu çizgileri kullanılarak kendini normalleştirildiği bir dönemden geçiyoruz. Dünyayı değiştirecek süper güçlerimiz olmasa da, bireysel farkındalıklarımızın toplumu, toplumun yaşadığımız coğrafyayı, coğrafyanın ‘üst aklı’ dönüştürebileceği gerçeğinden haraket ettiğimiz takdirde küresel yalnızlığımız son bulacaktır.