Sınavları Nasıl Yapacağız?

Salih Sarpten

Sınav meraklısı bir eğitimsel kültüre sahip olduğumuz aşikar. Dahası sınavı olmazsa olmaz, başarıyı da sınav sonucunda alınan nottan ibaret sayan bir anlayışımız var. Üstelik bu anlayışı hayatımızın kaderi haline getirmişiz. Sınıf geçerken de böyle, okula girerken de, üniversiteye başlarken de, hatta mesleğe girerken de…

Son günlerin en önemli eğitim gündemi; “Sınavları nasıl yapacağız?” sorusuna yanıt verebilmek. Oldukça sınırlı sayıda öğrenciyi ilgilendirdiği için lise son (12.) sınıfların mezuniyet işlemleri ve uluslararası sınavlar için yüz yüze sınav yapma kararı çıkmıştı. Ancak oldukça büyük bir öğrenci grubunu ilgilendiren ara sınıfların dönem sonu sınavlarının nasıl yapılacağı henüz kesinlik kazanamadı. Okullardaki sınavlar yüz yüze mi olacak? Yoksa çevrim içi mi? Her iki seçenek de sıkıntılarla dolu…

Ancak bu yazının konusu bu değil. Çünkü bu bağlamda değiştirmemiz gereken çok daha büyük bir olgu var: Ölçme – değerlendirme anlayışımız…

Ölçme; bir niteliğin gözlemlenip gözlem sonuçlarının sayı veya sembollerle ifade edilmesidir. Başka bir ifadeyle herhangi bir nesneyi belirlenmiş bir birimle karşılaştırmaktır. Değerlendirme ise, bu ölçüm sonuçlarını, belirlenen bir ölçütle kıyaslanıp bir karara varılması işidir. Buraya kadar sorun yok. Ancak ne için ölçüp-değerlendirdiğimizi iyi anlamalıyız.

Eğitimde ölçme-değerlendirme en genel anlamda, öğrencilerin;

  • Hazır bulunuş düzeylerini belirlemek,
  • Gelişimlerini izlemek,
  • Gelişimlerine yönelik geri bildirimde bulunmak,
  • Öğrenme güçlüklerini belirlemek,
  • Öğretimin ve öğretim materyallerinin etkinliğini belirlemek,
  • Gelecekteki öğrenme süreçlerini planlamaya veri sağlamak,
  • Öğrencilerin güçlü ve zayıf yönlerini ortaya çıkarmak,
  • Öğretim programlarının yeterliliğini belirlemeye bilgi sağlamak,
  • Öğrencilerin yeteneklerinin hem kendileri tarafından hem de öğretmenler tarafından farkındalığını sağlamak için yapılır.

Kısacası ölçme-değerlendirme, öğretme ve öğrenmenin etkililiğini belirlemek amacı ile yapılan, eğitimle ilgili verilerin toplanmasını ve yorumlanmasını içeren çok adımlı, sistematik bir süreçtir.

Bizde ise yukarıdakilerin herhangi biri için yapıldığını söylemek oldukça zordur. Çünkü bizim için ölçme-değerlendirme, mutlak başarı ya da başarısızlığın göstergesidir. Hal böyle olunca da sınav yapmak ya da yapmamak gereğinden fazla önemli hale geliyor…

Oysa nitelikli bir eğitim sisteminde:

  • İçerik değil beceri esas alınmalıdır: Öğretim programı ve ölçme değerlendirme araçlarımız ezberleme, kelime hazinesi, genel anlayış, kalıp ve şablon algılama üzerinde kalmıştır. Bireysel yetenekler, iletişim becerileri, ekip çalışma yeterliği, sezgi, yorumlama, yaratıcılık ve hayal gücü yetenekleri ne programlarda ne de ölçme-değerlendirme araçlarımızda yoktur.
     
  • Düşünmeyi öğretme esas olmalıdır: Bugünkü eğitim anlayışımız düşünmeyi engellemektedir. Düşünme; gözlem, tecrübe, sezgi, akıl yürütme ve diğer kanallarla elde edilen bilgileri kavramsallaşma, uygulama, analiz ve değerlendirmenin disipline edilmiş şeklidir. Düşünme “mevcut bilgilerden başka bir şeye ulaşma” ve “eldeki bilgilerin ötesine gitmedir”. Dahası eleştirel düşünme, problem çözme, bilimsel düşünme, analitik düşünme, hüküm çıkarmayı öğretim programlarımız odağına alma gerekliliği kaçınılmazdır.  Dersler, konuları ve olayları derinliğine anlamayı ve eleştirel düşünmeyi esas almalıdır. Çünkü bilgi çok fazladır, hepsini kazandırmak mümkün değildir. 
     
  • Öğrenciler sınıfın duvarlarını aşmalıdır: Öğrencilerin sadece diploma için değil, gerçek hayatta anlamlı olması için derslerin ve içeriklerinin hayat ile ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Ders konuları, kitap sayfaları veya sınıfın duvarları arasında sıkışıp kalmamalı, öğrenilen bilgiler gerçek hayat ile ilişkilendirilerek öğrencinin öğrendiği şeylerin değerini görmesi sağlanmalıdır. 

Anlayana- Gülmece

Fark Var

Başhekim, akıl hastanesinde hastaları ziyarete çıkar. Bir köşede hastaların kendi aralarında bir rakam söyledikten sonra güldüklerini görür ve dayanamaz sorar:

  • "Neden söylediğiniz her rakamdan sonra gülüyorsunuz?"

Hastanın biri cevap verir:

  • "Biz bütün bildiğimiz fıkralara numara verdik 5 dediğimiz zaman 5 numaralı fıkra aklımıza geliyor gülüyoruz 8 deyince 8 numaralı fıkra aklımıza geliyor gülüyoruz."

Başhekim heyecanlanarak: Bir de ben söyleyeyim o zaman diye söze devam eder; 5 demiş çıt yok, 7 demiş çıt yok. Bakmış kimseden bir tepki yok dayanamayarak sorar:

-   "Ben söyleyince neden gülmüyorsunuz?"

Hastanın biri hemen yanıtlar:

- "Başhekimim, anlatmadan anlatmaya fark var.  Hiç güzel anlatamıyorsunuz"


Okumuş muydunuz?

Hayatta bir gayesi olmayan insanlar, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar gitmezler, ancak suyun akışına kapılırlar.

Seneca