Fayka Arseven KİŞİ
Uzun yıllar Lefkoşa Devlet Hastanesi Kardiyoloji Bölümü'nde "Klinik Şefi" olarak görev yapan Kardiyolog Dr. Gülgün Vaiz ile hem geride bıraktığı 25 yıllık meslek hayatını hem de sağlıktaki sorunları konuştuk.
Vaiz, “Bizim işimiz hayat vermektir. Ama tabii ki bazen ölümü engellemek mümkün değildir” diyerek, “Sırat Köprüsü’nde duruyoruz bazen el veriyoruz geçiyor bazen kurtaramıyoruz, göz göre göre köprüden düşüyor” diye duygularını dile getirdi.
Meslek hayatı boyunca ülkemizdeki kalp alanındaki gelişmelere yakından tanıklık eden Vaiz, 1’nci Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın ve eski Cumhurbaşkanı, Başbakan Derviş Eroğlu’nun geçirdiği kalp krizi sonrası bu alanda yaşanan gelişmeleri anlattı.
Vaiz, 25 yılda en çok sağlıktaki sistemsizliğin ve alt yapı yetersizliğinin kendini zorladığını belirtti.
25 yıla acı tatlı birçok olayı sığdıran Vaiz, kimi zaman yüzünde gülümseme ile kimi zaman gözleri dolarak yaşadıklarını anlattı.
YENİDÜZEN: 25 yıl nasıl geçti?
Gülgün VAİZ: Hastalarımdan biri Ayşe ablanın kocası bir gün acile gelmişti, 90 kusur yaşında… Ona sormuştum “90 yıl nasıl geçti” diye, “rüzgâr gibi” demişti. Bu meslek, üstlendiğimiz sorumluluk, içinde yaşadığımız süreç öyle güllük, gülistanlık bir yer değil, yükü çok ağır…
BAŞKANLAR KRİZ GEÇİRDİ
“Denktaş kriz geçirdi, anjiyo merkezi kuruldu, Eroğlu’na ilk balon işlemi yapıldı”
YENİDÜZEN: 25 yılda neler oldu? Kalp alanında hangi gelişmelere tanıklık ettiniz?
Gülgün VAİZ: Biz 80 kuşağıyız. 12 Eylül sonrası Türkiye’ye gidip, eğitim gören dolayısıyla 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti sonrası doğan bir kuşağız. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne gittiğimde darbe yıllarına denk geldim. Demokrasi ve insan hakları konusunda hassasiyetleri olan bir yapım vardı.
Türkiye’de aldığımız eğitimler bugünkü dünyadan çok farklıydı. Bugün tıp dünyasına ileri teknolojik cihazlar hâkim. O günlerde ise insan muayenesi, hasta ile konuşma, yöntemler ile hareket etme durumu vardı. Bunların izlerini taşıyan bir nesilim.
Üniversiteyi bitirdikten sonra Florance Nightingale’de çalıştım. Sonra 1994 yılında Kıbrıs’a döndüm. O yıllarda Kıbrıs’ta anjiyo yoktu. Koroner Bakım Ünitesi vardı. Dünyada koroner bakım üniteleri 1960’lı yıllarda kurulmuştu. Ben geldiğimde bu merkezler ülkemizde vardı.
Ama kardiyoloji, dahiliyenin içinde birlikte çalışılan bir branştı. Dahiliyeci arkadaşlar o yıllarda birçok işi yapıyordu, dünyada da öyleydi. Branşlaşma çok fazla yoktu. Mideye, karaciğere, böbreğe, kalbe de dahiliye uzmanları bakardı. Sait Kenan, Caner ve Halit Bey de kalp doktoruydu. Onlarla birlikte çalışmaya başladım.
1996 yılında kardiyolog olarak büyük bir şokla karşılaştım; ülkenin Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş kalp krizi geçirdi. Dolayısıyla bu gelişme ülkenin gündemine de bomba gibi düştü. O dönemde diğer dahiliye uzmanı arkadaşlarla birlikte dönüşümlü başkana baktık. Başkanın yanında kaldım, küçük oğluma da 6 aylık hamileydim o dönemde. Türkiye’den, İngiliz Büyükelçiliği’nden arandık, başkanın gerekirse yurtdışına götürülmesi için yardım önerildi. Çünkü ülkede anjiyo yoktu ve yapılacak şeyler sınırlıydı. O yıllarda kalp krizlerine ilaç tedavisi uygulanıyordu. Ankara’dan Dr. Derviş Oral, Dr. Ünal Özsaruhan hocamız aradı ve yapılan tedaviyi konuştuk.
Denktaş beye damar açıcı ilaç yaptık. Ertesi gün yurtdışından hocalar da geldi ve oturduk konuştuk; nasıl bir yol izlemeliyiz. 24 saat sonra anjiyo laboratuvarı olan bir merkeze Ankara’ya gitmesine karar verildi.
Ama bu olay hem halk nazarında hem hükümet içinde büyük bir etki oluşturdu. Demek ki insanlar kalp krizi geçirebiliyor, burası bir adadır, ne yapılmalı? sorusu gündeme geldi. Ve anjiyo laboratuvarı kurulması çalışmaları başladı. 1998 yılında Prof. Dr. Derviş Oral anjiyo laboratuvarı kuruldu.
1998’de anjiyo için eğitime gönderildik. Ankara’dan da kardiyoloji hocaları geldi ve bizimle birlikte anjiyolar yapmaya başladı.
Yanılmıyorsam bu kez 1998 yılında Başbakan Derviş Eroğlu kalp krizi geçirdi. Siyaset tarihi ile anjiyolar birlikte gitti. Anjiyomuz olduğu için bu kez hocamız Derviş Oral Kıbrıs’a geldi ve ilk balon işlemini de Eroğlu’na yaptı. O güne kadar kalp damar cerrahisi olmadığı için sadece komplikasyon olmayacak hastalara anjiyo yapıyorduk.
Çok problemli hastaları da Türkiye’ye sevk ediyorduk. O zaman da girişim yapılabilmesi için kalp, damar merkezinin kurulması gündeme geldi. Ülkenin de artık gündeminde kalp hastalıkları vardı. Çünkü 1995 yılında 30-35 kişi kalp krizi geçirmişken, rakamlar artık yukarıya doğru çıkmaya başlamıştı. Artık günümüzde yaklaşık 500 kişi kalp krizi geçiriyor.
Tipik az gelişmiş ülkelerin izlediği seyri izliyoruz. Çünkü beslenme alışkanlıklarımız değişti. Hareketsizlik ortaya çıktı, obezite arttı, ülkede yaşanan ekonomik krizler gerekse bireysel yaşamımızdaki değişiklikler bize kalp vakaları olarak geri döndü.
2007 yılında Kalp Damar Cerrahisi kuruldu. CTP Hükümeti görevdeydi. Dönemin Sağlık Bakanı eşim Eşref Vaiz de bu konuda çok uğraştı. Kendi de bir kardiyoloğun eşi olması dolayısıyla ve kendi de genç yaşında kalbinde delik olduğu için kalp ameliyatı geçirmişti, o nedenle kalp hastalıklarına bir hassasiyeti vardı.
Kalp Damar Cerrahisi kuruldu, kardiyologların yanında kalp damar cerrahları çalışmaya başladı. Yine Ankara’dan Derviş Hoca ve ekibi ve İstanbul’dan ekip gelerek kalp damar cerrahisinin kurulmasına destek oldular.
O günden sonra kardiyoloji yavaş yavaş dünyada olan gelişmeleri takip etti. Bizim kardiyoloji ekibinin iyi tarafı sürekli yenilikleri takip ediyor, kongrelere katılıyor, eğitim alıyor.
Hastaların artmasıyla birlikte yine aynı yıllarda Mağusa Hastanesi kuruldu. Oraya da Koroner Bakım Ünitesi kuruldu. O da Mağusa’nın yükünü bayağı aldı.
KARDİYOLOJİDE İSTİFALAR…
5 doktor kalmıştık
2000’li yıllarda artan hasta potansiyeli ile birlikte ülkenin sözleşmeli hekime ihtiyacı oldu. Kadrolu hekim sayısı azalmaya başladı. Sözleşmeli hekim maaşları bir dönem çok düşüktü. Hekimler isyan etti. 2012 yılında Kardiyoloji Servisi, Dâhiliyeden ayrıldı. Kardiyoloji hastaları o kadar çoğaldı ki Kardiyoloji ayrı bir birim oldu. 2012 yılında bu kez çalışanlarla ilgili sıkıntı yaşandı.
Maaşlar çok düşük olduğundan 2017 yılında istifa depremi yaşandı. Lefkoşa Hastanesi Kardiyoloji Servisi’nde 3 doktor kalmıştı. Mağusa Devlet Hastanesi’nde de 2 arkadaş kalmıştı. Toplam 5 kişi ile neredeyse 10 kişinin çektiği yükü çekmiştik. Çok zor bir dönemdi.
Ben de bir uyarı olur belki diye birkaç kez istifa girişiminde bulundum. Belki uyarabilirim de eleman alınır diye. O dönemde yine Bakanlık Türkiye’den, Kardiyologlar getirdi. Onlarla beraber yavaş yavaş o günleri geçirebildik ama çok zordu. Hem hasta yükü çok fazla hem de tek anjiyonun olduğu merkez. Hem anjiyo yapılacak hem yatan hastalara bakılacak. Çok zor günlerden geçtik. Sonra genç arkadaşlar geldi. Onların maaşlarında iyileştirmeler yapıldı. Ben ayrılmadan yaklaşık 8 kişilik kardiyoloji ekibi oluştu.
Gelen arkadaşların getirdiği yenilikler oldu. Daha komplike işler yapılmaya başlandı. Yavaş yavaş gelişti.
DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY ALT YAPI
Sistem bir türlü kurulamadı
Tek değişmeyen gerçek hastanenin alt yapısı oldu. Artık sadece kardiyolojide değil, birçok bölümde yatak bulunamıyor, yoğun bakımlar yetmiyor. 2 yıl önce de biliyorsunuz yangın çıktı. Çok büyük bir sıkıntı yaşadık. İkinci bir anjiyo laboratuvarının zorunluluğu gündeme geldi. Onlarla uğraştık. Ama yangının ardından pandemi gelince gündem değişti.
Pandemi 21. Yüzyılın trajedisi oldu. Sağlığın ne kadar önemli olduğu, sağlık sistemine yatırım yapmanın ne kadar önemli olduğunu gördük. Bütün dünya da sağlığa yatırım yapmak gerektiğini idrak etti. Düşünün ki aşılarda bile on yıllarca bekleyen teknolojik gelişmeler bir yıl içerisinde hızlı bir şekilde ortaya çıktı.
Dünyada bir trend var, sağlığın özele kaydırılması ve devletin bu yükü üstünden atması... Tabi ki sağlığın birçok ayağı olabilir. Ama devletin sağlık sisteminin hiçbir zaman zayıflatılmaması gerekir.
Ülkemizde birçok şey yapıldı. Neredeyse tüm Sağlık Bakanları, sağlık örgütleri, üniversiteler ile bir yol bulmaya çalıştı ama bir türlü o sistemleri kuramadık.
YENİDÜZEN: Sistemleri kurmamanın temel sorunu nedir?
Gülgün VAİZ: Hükümetlerin ömrü yok. KKTC kurulduktan sonra devlet kurumsallaşamadı. Kurumsallaşsa bilse devamlılığı olması gerekir. Bütün dünyada öyledir. Hiçbir alanda biz kurumsallaşamadık. Bugün de ortaya çıkan bu. Bir de tabi sağlık çalıştaylarında çıkan sonuçlar birilerinin isteyip ötekilerinin istemediği şeyler oldu.
Örneğin; güneyde doktorlar tam gün çalışıyor, devlet bunun karşılığını veriyor. Buna gücü yetmiyorsa, başka bir devlet, kısmi bir ödeme yapıyor. Ya da ‘git öğleden sonra istediğin yerde çalış’ diyor.
Ama çalıştığı sürenin verimli olduğunu denetliyor. Biz ikisini de yapamadık. Hem doktoru tam gün çalıştıramadık hem de yasasını yapamadık. Çünkü sağlıkçılar devlet memuru kategorisinde. Sağlık çalışanları devlet memuru gibi düşünülemez. Çalışma koşulları farklıdır, kendine özgüdür. Bunu göz önüne almak lazım. Markette bile hastaya müdahale etmek zorunda kalırsın. 24 saat hasta ile ilgilenmek zorundasın. ‘Benim mesaim bitti, gidiyorum’ diyemezsin.
Yapılması gereken bir konsensüs sağlayıp var olan sistemi veya başka bir sistemi iyi bir şekilde çalıştırmaktır.
Mesela atamalarda sizin üzerinize ansızın hiç çalışmamış birisi gelip pat diye oturuyor. Bu defa siz mağdur oluyorsunuz, çalışmak istemiyorsunuz. Maaşların, özlük haklarının iyileştirilmesi, kadroların sağlanması gerekir.
Genç hekimler 2016 yılından beri sözleşmeli çalışıyor bu da güvencesiz bir çalışmadır. Bu onların haklarını aramalarını engelliyor çünkü bir toplu sözleşme değildir.
Hastane de eskidi, çağdaş bir hastane değil. İnşallah bu sorunlar bir an önce aşılır. Çünkü hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve devletin tüm vatandaşlarına sağlık hizmetini aynı derecede ulaştırması, dünya standartlarına göre sunması gerekir.
“Hiçbir stent hiçbir tedavi sizin yaşam tarzınızı değiştirip sağlıklı olmanızdan iyi değildir”
YENiDÜZEN: 25 yılda sizi en çok zorlayan ne oldu? Sistem mi, hükümetlerin aldığı kararlar mı?
Gülgün VAİZ: Hepsi. Çünkü her gelen hükümet ayrı bir icraat yapıyor. İkincisi alt yapı gerçekten eksik. Örneğin hastaneye bir şey satın alacaksınız çok uğraşmak zorunda kalıyorsunuz. Ya da mesela bir personel istiyorsunuz aylarca, yıllarca uğraşıyorsunuz o personelin gerekli olduğunu anlatmak için. Yani böyle olmaması gerekir. Hastaneler daha özerk bir kurum olmalıdır. Hastane Yönetim Kurulu neyse ihtiyaç devlet onu temin eder. Doğru olan budur. Her türlü sorun bakana veya müsteşara gidiyor. Olaylar da çok siyasallaştığı için herkes de kendi adına bir şeyler istiyor.
Ama görürsek ki her şey hakkaniyetle, sıraya olur güven de olur.
YENİDÜZEN: Hasta hakları açısından da özellikle kardiyoloji bölümünde insanların koğuş sistemine yatırıldıklarını görüyoruz. Bu insanların iyi sağlık hizmeti almasını engellemiyor mu?
Gülgün VAİZ: Hepimiz tek kişilik veya iki kişilik odalarda temiz, çağdaş sağlık hizmeti almalıyız. Koğuş sistemi çağdaş değil ve hastalar bunu hak etmiyor.
YENiDÜZEN: Yoğun olarak bir anjiyo trafiği yaşanıyor hastanede, sebebi nedir?
Gülgün VAİZ: Hiçbir stent hiçbir tedavi sizin yaşam tarzınızı değiştirip sağlıklı olmanızdan iyi değildir. Önemli olan sağlıklı kalmayı başarmaktır.
Ama bir bakıyorsunuz sigara içimi ilkokula indi. Şimdi böyle bir dünyada sigara hat safhada içiliyor, hazır gıdalar korkunç derecede tüketiliyor, online yaşayan bir nesil var. Hem çocukları hem aileleri eğitmezsek sağlık bir devlet politikası olmazsa 10 sene sonra kalp hastası olarak önümüze gelecek.
Ülkede trafik kazaları da çok yoğun, boşanma travması da ölüm travmasından sonra yaşanılan en büyük travmadır. O da oran olarak çok yüksek. Bütün bunlar insanları hasta ediyor. Elimizden geldiğince farkındalık yaratmalıyız. Çocuğumuzu doğumundan başlayarak sağlıklı beslenme ve spor konusunda eğitmeliyiz ki sistem kalp hastası üretmesin.
Ama bugünkü ekonomik durumlarda insanlar sağlıklı beslenmekten çok ne buluyorsa onu yiyor.
YENiDÜZEN: 25 yıllık meslek hayatınızda en mutlu olduğunuz anınız nedir?
Gülgün VAİZ: Hastanede Kıbrıslılarla dolu bir dünyada yaşadım. Polikliniklerde bekleyen Kıbrıslı insancıkların o saf, insancıl taraflarını gördüğüm zaman çok mutlu oldum.
Yaklaşık 16 yıl İstanbul’da kalmıştım. O yıllarda insan biraz daha kendi toplumuna dönük çok oryante olmuyor. Döndüğüm zaman ülkeye insanları yeniden tanıdım. Kendi insanımın saflığı, o Kıbrıslı düşünceleri, duyguları veya yaklaşımları beni çok mutlu etti.
Mesela Altıparmak’a baktım bugün hayatta olmayan kendine özgü kişilikleri olan hastalarım oldu. Öyle hastalar geliyordu ki bir tanesi Kız Lisesi’nin mezunlarından, Kız Lisesi marşını yazıp getirmiş. Böyle şeyler beni çok mutlu ediyordu.
Elinizi sevgiyle tutup kurtulmaya çalışmaları beni çok etkiliyor.
Ali Düşenkalkar diye bir arkadaşım var tiyatrocu… Onun babası kalp krizi geçirip, bizim servise yatmıştı. Ben de nöbetteydim. Hastaları ziyaret ederken, eşi çığlık atmaya başladı. Hastanın kalbi durdu. Hemen odaya koştuk. Şok uyguladık ve hasta uyandı. Kalktı, oturdu, ‘ne oldu bana’ dedi. ‘Bir şey olmadı’ dedik koroner bakıma aldık, bilahare de bypass oldu. Sonra beni ziyarete geldi, elinde bir resim ile… Resimde Kıbrıs’ın haritası var, ortadan bir el çıkıyor ve onun üzerinde de Atatürk’ün annesi. Çok hoşuma gitmişti ve bana demişti ki; ben bir boşluğa düştüm ansızın yeşil giyinmiş birisi elini uzattı ve beni aldı.
Efor aletine koltuk sıkıntımız vardı. Sivil Savunma başkanı hastaneyi ziyarete gelmişti, böyle bir eksik olduğunu görmüştü. Bağışlamak istedi.
Koltuk gelince Acil Servis’ten haber geldi, ‘koltuk geldi gelin alın’ diye… Ben de Acil Servis’ten çıkmaya çalışıyorum bir baktım ki Gönyeli’nin tanınmış simalarından Trifayır aniden kötüleşti. Hemen ritim bağladık, hastanın kalbi durdu. Kalpte fırtına dediğimiz ritim bozukluğu oldu. Hemen şoklama yaptık, yoğun bakıma aldık. Anjiyo oldu, stent takıldı. Ondan sonra da 15-20 yıl yaşadı.
Böyle bir meslek…
Bir dokunuş hayat kurtarabilir bazen de yetmeyebilir...
“Lütfen eşime onu çok sevdiğimi söyleyin”
YENİDÜZEN: Yaşadığınız en acı olay nedir?
Gülgün VAİZ: Bir kalp krizi gelmişti. Hastanın şiddetli göğüs ağrısı şikayeti vardı. Sedyeye koymaya çalışırken, ‘Doktor hanım ben iyi değilim, öleceğim herhalde. Lütfen eşime onu çok sevdiği söyleyin’, ‘eşiniz nerde’ diye sorarken hastayı kaybettik. Çok üzülmüştüm ve bu olay beni çok etkilemişti.
Kaybettiğimiz her hasta bizim için çok büyük üzüntü. Her hekim hastasının iyi olmasını ister. Bizim işimiz hayat vermektir. Ama tabi ki bazen ölümü engellemek mümkün değildir. Bazen hastanızı kurtaramıyorsunuz ve sanki kurtaramadığınız için de kendinizi suçlu hissediyorsunuz. Günlerce uyuyamadığımız anlar oldu.
Bu meslek ilahi bir meslektir. Sırat Köprüsü’nde duruyoruz bazen el veriyoruz geçiyor bazen kurtaramıyoruz, göz göre göre köprüden düşüyor.
Ben insanları çok seviyorum. Mesleğimi de çok sevdim. Beni öğretmenlerim ‘doktor ol’ diye yönlendirmişti. Onlara çok büyük sevgi, saygı duyuyorum. İnsanın hayatında en büyük şansı karşısına çıkan öğretmenlerdir.
Babasız büyüdüm, annem genç yaşta dul kaldı ve çok üzgündü. Bizimle yakından ilgilenecek durumu yoktu ama çok iyi öğretmenlere denk geldim. Hatta şimdi de görüşüyoruz. Onları gördüğüm zaman anılar aklıma gelir. Öyle öğretmenlerdi ki Orhan Kemal’i elime verip, Fakir Baykurt’u, Yaşar Kemal’i okutan öğretmenlerdi. Ben bugünkü koşullarda o öğretmenlerin ayağına kalkmayıp da ne yapayım… Öğretmenin bir dokunuşu insanın hayatını değiştirebilir. Doktorlar da öyledir. Bir dokunuş, ufacık bir ayrıntı bir insanın hayatını kurtarabilir bazen de yetmeyebilir.
“Covid-19’un kalp üzerindeki etkileri çok”
“5 yıl sonra etkileri daha da ortaya çıkacak. Şimdi bile Covid geçirdikten sonra nefes darlığı, göğüs ağrısı ile gelen hastalar var. Dolayısıyla bilimsel veriler kalpte sorunlar olacağını söylüyor”
YENİDÜZEN: Covid 19 ve pandemi süreci insanların kalplerini nasıl etkiliyor?
Gülgün VAİZ: Mutlaka çok fazla etkileniyor. Covid 19’un en fazla etkilediği organlardan biri de kalp. İngiltere’de bir çalışma yayınlandı, Covid 19 geçirenlerin yüzde 50’sinde neredeyse kalp kasının, zarının da tutulduğunu, beyni etkilendiği, pıhtılaşmaya yol açtığı araştırmalarda yer aldı.
5 yıl sonra etkileri daha da ortaya çıkacak. Şimdi bile Covid geçirdikten sonra nefes darlığı, göğüs ağrısı ile gelen hastalar var. Dolayısıyla bilimsel veriler kalpte sorunlar olacağını söylüyor.