Sırayla içeriye mi girsek!

Tayfun Çağra

Halil Karapaşaoğlu, arkadaşlarımız Mert ve Ayşe’ye konuştu. Vicdani Ret’ten 3 gün cezaevine giren Karapaşaoğlu bu söyleşisiyle vicdani ret konusunun yanında bir kez daha cezaevi koşullarını da gündeme taşıdı.

3 günde çok şeyler gördü Halil içeride… Demek ki sadece bakmak yetmiyormuş.

Baktığınız yerde neler olduğunu anlamaya çalışmak gerekli.

Dün gazetemizde okudunuz bu söyleşiyi…

Ancak başlıkları bir kez daha buraya almakta yarar var ki neden bahsettiğimizi anlatabilelim;

-Koğuşlarda kırık camlardan yağmur geliyor, şiltelerin üzeri hep ıslanıyor.

-Odaların kapısı yok, camlar açık. İnsanlar soğuğu battaniye ile önlemeye çalışıyor.

-Tam karşımızda 17-18 yaşlarındaki çocukların koğuşları vardı. Çocuklar birbirleriyle cinsel ilişkiye giriyorlar, ‘uyuz’ hastalığına yakalanıyorlarmış.

-Cezaevinde sıcak su yalnızca Pazartesi ve Cuma günleri var. Onun dışında sıcak su yok.

-Cezaevi’nde muazzam bir emek sömürüsü var.

-Bir ün boyunca cezaevinde vicdani retti anlattım. Bana karşılık ilk başta önyargılıydılar. Daha sonra hepsi beni sahiplendi. Sarılarak ayrıldık.

-Yasa geçmezse dört kişi daha yargılanmaya başlayıp, büyük ihtimalle hapse atılacak. Toplu hapse gidişler olabilir.

-Birileri vicdani retti önemsizleştirmeye çalışsa da kamuoyunun bu olayı sahiplenmesi, askerlikle ilgili meselenin ülkenin önemli bir yarası olduğunu gösteriyor.

***

Cezaeviyle ilgili Halil’in anlattıkları çok da inandırıcı gelmiyor değil mi! Sanki de daha fazla izlenmesi için, reytinginin fazla olması için hapishane koşullarının abartılarak anlatıldığı geri kalmış bir ülkenin cezaevinin anlatıldığı biz dizi gibi… Olsa, izlenirliği fazla olurdu gerçekten ama ne yazık ki bu bir dizi değil. Cezaevimizin gerçeği. Karapaşaoğlu 3 gün kaldığı cezaevini gördü, yaşadı, anladı, anlatılanları dinledi, kendisi anlattı, oradakiler dinledi.

Peki 3 günde görünen gerçekler hükümetler tarafından görülmüyor mu? Cezaevi’nin bu şartları bilinmiyor mu? Cezaevinin yetkilileri bunları anlatmıyor mu? Anlatılıyorsa bunlar duyulmuyor mu?

***

Yeni hapishane yapılıyor diye herhalde yıllardır devam eden bu sorunların üzerine mi yatılıyor?

Yani çok basit olan kırık camların onarımı neden yapılmıyor? Bir yerde duş alınırken, hem bulaşık, hem çamaşır nasıl yıkanabiliyor? Devlette bu kadar savurganlık varken enerji tasarrufu adı altında ısınma kısıtlaması nasıl yapılabiliyor? Ya mahkum/tutuklu çocukların durumu?

***

Sorulacak soru çok.

Vicdani rettin hemen şimdi çözümlenmesi ve yeni hapishane yapıyoruz diye böbürlenmeyi bırakıp şu anki cezaevi koşullarının da yapılabilecek oranda giderilmesi çok önemli.

Yani diyorum ki; gerçek durumu görmek için birkaç günlüğüne sırayla hapishaneye girip çıkmak mı gerekiyor acaba! 


 

Sevmezdim, özler oldum

İlk kez yaz mevsimini bu kadar özledim… Küçük yaşlarda severdim yaz mevsimini… Okullar tatildi, akşamın geç saatlerine kadar sokaklardaydık, oyun çoktu, biraz daha büyüyünce de henüz denizler ‘bizimken’ denizden çıkmazdık falan… O yüzden de yaz mevsimi sevilirdi. Sonraları çok sevmez oldum. Yaz-kış fark etmezdi… Hatta yazın o yoğun sıcağı içinde artan sorumluluklar, iş güç ve de denizlerin artık bizim olmaktan çıkıp paralı olduklarında girecek deniz de bulamamızdan dolayı sevemez oldum yazları… Kış daha iyiydi, serindi, arada bir de yağmur yağıyordu, denize girme olmadığından sinir olmamız da gerekmiyordu ama bu kış fena geldi. Oysa ki yağmuru hep istedim, biraz serinlemek, biraz bereket için hep yağmur yağsın istedim. Yine hep yağsın istiyorum ama keşke bu yağan yağmuru bir yerlerde toplayabilsek… Gençleri alıp sürükleyecek kadar yoğun olan bu yağmuru cana, mala zarar vermeden keşke bir yerlerde biriktirebilsek… Evet, çoğu yerde oldu bu yağmurlar… Çoğu yerde de zararlar oldu ama bizdeki zararın çoğunlukla altyapımızın olmayışından, gelişigüzel, plansız, popülist, rant severlik üzerinden olan yapılaşmadan dolayı olduğunu da biliyoruz. Hep istediğim yağmur, bizim hatalarımızdan/suçlarımızdan dolayı istenmez hale geldi. O sevemez olduğum yazı özler oldum.


Kanlı ay

Bugün ‘ay’ tutulacakmış… Yani dünya, güneşle ayın arasına geçiyor… Ay kızıl renkli olacakmış. Tutulma sırasında dünyadan  yansıyan güneş ışınları ayın yüzeyine vuracağı için böyle bir renk alıyormuş. Onun için de bazı kaynaklarda adına ‘kanlı ay tutulması’ deniyor. Ne meraklıymışız bu kana!..


Bir umut işte….

Akıllandı mıyız merak ediyorum… Başımız tokuştu mu, gereken dersi aldık mı çok merak ediyorum… Verilen inşaat izinlerinde ince eleyip sıkı dokuyacak mıyız da merak ediyorum… Her ne kadar izinsiz kalkan inşaatlar var dense de derelerin içine, su yollarına yapılan inşaatların çoğunun ilgili devlet dairelerinden alınmış izinlerle kalktığını biliyoruz. Umarım izin makamları ve varsa denetleyici kurumlar da akıllanmışlardır!


 

Sadece yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.

Moliere