Nikolas STELYAS
Bölünmüş ada Kıbrıs, 1974 olaylarının yıldönümüne, her yıl olduğu üzere yine sirenlerle girdi. 15 ve 20 Temmuz’da, gün ağrırken, Kıbrıs’lı yeni güne sirenler eşliğinde merhaba dedi. 40.defa adanın kuzeyinde toplumun bir kesiminde şenlik havası hakimken, adanın diğer kesimlerinde ağır, hüzünlü ve düşündürücü bir atmosfer hakim oldu.
Girne’nin bir plajında parti yapmayı yahut kendi markasının reklamını yapmak için Anadolu sahillerinden Kıbrıs’a açılmayı yeğlemeyen insanlarımız için 2014 Yazı birçok cevapsız soruyla dolu. Adanın geleceğini ne bekliyor? Adanın iki kesimdeki sosyal ve siyasi krizle burun burunayken, adalı bu topraklarda nasıl güvenle kök salacak? Büyük alışveriş merkezlerine ve şaşalı markalara, alışveriş tutkusuna kaptırılan ada gençliği ne zaman kabuğunu kırıp bu küçük adayla barışacak? Bu topraklarda zorunlu askerlik ne zaman tarih olacak? Kıbrıs gibi küçük bir Avrupa ülkesi olan Malta’lının yaşam standardı, özgürlükleri ne zaman bu ada topraklarında hüküm sürecek?
Geçtiğimiz saatlerde kuzeyde gerçekleştirilen bazı yorumlara bakılacak olursa, yukarıda altını çizdiğimiz sorular bazı kesimlerin hiç umurunda değil. 40’lı ve 50’li yaşları arkalarında bırakan yaşlı kuşaklarımızın büyük kesimi bayat milliyetçi ve ırkçı nakaratlarla dümenlerini döndürmeye devam ediyorlar bu küçük adada... Onlara iş, aşk, şöhret imkanı sunan savaş bu yüzden kutsallaştırılıp tütsüleniyor. İşleri varsa yoksa Rum’u ya da Türk’ü karalamak... Sorsanız başka bir iş bilmezler... Nefret tohumları saçmakla sınırlıdır onların IQ düzeyleri... Ha bir de adalıyı Türk ve Rum diye kamplara ayırmak...
Bizim yarım akıllılara göre, 1974 yılında adaya huzur ve güven geldi. Neredeyse lafı ‘1974’te sorun çözüldü’ye getirecekler elden gelse... Bu akıl 15 Temmuz 1974 cuntasını gerçekleştirenlerin aklıdır. Yunanistan-Kıbrıs Rum Sağı cuntası başarıya ulaşsa, Kıbrıs Solu ve Kıbrıs Türk toplumu ada topraklarından sürülse, bazı Yunanlı ve Rum subay ve siyasetçisi de aynı nakaratı tekrarlayıp duracaklardı: ‘Görüyorsunuz ya, sorun çözüldü’...
Adalı gençliğin bu masallara karnı tok. Avrupa pasaportuyla yeni dünyaların keşfine çıkan, birçok dil bilen, çok kültürlü dünyaya adapte olan, ilim ve irfan sahibi gençlik Kıbrıs Sorunu’nun 1974 yılında ‘hallolmadığını’ çok iyi biliyor. 1974 yılında Yunanistan ve Kıbrıs Sağı’nın adalıya atmaya yeltendiği tokada Ankara Osmanlı tokadıyla karşılık verdi... O kadar... Şiddete karşı şiddete, gözyaşına karşı gözyaşı... Şiddet sarmalı 40 yıl önce son bulmadı. Farklı şekillere, kimliklere bürünüp bugünlere geldi.
Kıbrıs Sorunu çözülmemişse, adalı kendi anayurdunda özgürlüğe kavuşmamışsa, sorulması gereken bir soru söz konusu: Bu adada sirenler kimler için çalıyor? Adanın güneyinde hakim olan hüzün sadece Kıbrıslı Rumları mı bağlıyor? Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ada topraklarına atılan napalm türü ölümcül bombalar sadece Kıbrıslı Rumları mı ilgilendiriyor? Yunanistan-Rum cuntasının Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gerçekleştirmiş olduğu silahlı saldırı Kıbrıslı Türkleri hiç mi ilgilendirmez? Radikal Rum unsurların Kıbrıslı Türk ailelerinin ocaklarına saldığı korku –ölüm korkusu- tüm adayı ilgilendirmez mi? Kıbrıs girdabı yurdundan, evinden, binlerce yıllık topraklarından sürülen İstanbullu, İmrozlu, Tenedoslu Rumların hikayesi bu adayı hiç bağlamaz mı?
Sormak gerekir bizim yarım akıllılara? Bu sirenler kimler için çalıyor? Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a aktarılan fonları yıllarca ceplerine indirenler, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni türlü şekillerde soyup soğana çevirenler için çalmıyorsa bu sirenler, peki kim için çalıyor?
(GAZETE 360 – Nikolas Stelyas – 22.7.2014)