Ülkenin üzerine bir ferahlık çöktü.
Karpuz kabuğunu dahi beklemedik.
Öğlen ikiye kadar mesai!
Devlet "yarım"dı, şimdi "urup" (!)
Ağlasanız, gözünüzün yaşını silen yok.
* * *
O meşum trafik kazasının ardından dağlar ağlarken, ne yol güvenliğinde tek adım atıldı, ne de can!
Yine de uzlaştık.
Nur topu gibi bir "mesai"miz oldu (!)
* * *
Şimdi sorsanız, yüzlercesi, bu ülkede neden öğlene kadar çalışılması gerektiğini anlatır size...
Sol edebiyattan dalar tembellik hakkından çıkar, Ferhat'ın Şirin'e kavuşmasına kadar uzanır hatta genetikten moleküler biyolojiye varıncaya dek ışıltılar yayabilir.
Hiç de itiraz etmem!
Ama aynı insanların çoğunu, saat ikide ayakları bir yerlerine vururcasına bir diğer işe koşarken görünce, isyan ederim iki yüzlülüğe!
* * *
Bu ikiyüzlülük, mesaiyle sınırlı olsa keşke!
Dağı taşı peşkeş çeken, Mehter'i kutsayan, kimliği kişiliği kirleten bu "iktidar" orada duruyorsa halen!
Ve güçlüyse...
Yarın bir seçim olsa en önlerde koşacaksa yeniden...
Yalnız olmadığı içindir!
Kelebekler seçmediğine göre bu insanları, suçun büyüğü kimindir canım kardeşim?
* * *
Derlerdi ki büyüklerimiz, "gün gele kıçımızdaki donu dahi çalacaklar yürürken..."
İnanmazdık!
Az kaldı!
Şimdilik yarını çalıyorlar, kimi iktidar aşkına, kimi yalancı devrimlerle...
Ve ne acı, seçim yasaklarına birkaç saat kala ulusalcı bir fırtla kendini müdür hüpleyenler, birkaç ayda müşavir gömleğini de giyince, yürüyor 1 Mayıs'ta "Tek yol devrim" diye.
* * *
Kimse silmez gözyaşını ey çocuk!
Anan da ağlamaz gayrı, baban da!
Sen ağlarsın.
Bu aptal düzen yükselir arşa, onca rant varken, onca avanta, sırtına basa basa!