Çocukluğumda hatırlıyorum, 1974’ün anımsandığı ve anlatıldığı bazı ortamlarda, Maraş’tan kaçamayan Rumların esir alınma hikayeleri de olurdu hep.
Nasıl toplandıkları, nereye getirildikleri...
Genç kızlar da vardı aralarında...
Varmış...
Bazılarının tecavüze uğramış olduklarının da anlatıldığını hatırlıyorum hayal meyal.
Küçüktüm, tüm o duyduğum hikayeler, birer şehir efsanesi gibiydi sanki.
Uzak, anlamsız, gerçek üstü...
Hayatımda hiç Rum görmemişken, tecavüze uğramış Rum kızlarını kafamda tahayyül etmem pek de kolay değildi ve bir masal gibi kulağıma çalınıp çalınıp geçiyordu anlatılanlar.
Sonra...
Sonra büyüdükçe öğrendim ki, bu sadece Maraş esirlerinin ’gerçeği’ değildi.
Ve sadece Rumlar’ın da değil, bu milliyet ayırımı olmaksızın bütün adanın, bütün Kıbrıslılar’ın gerçeğiydi.
Tecavüz, bütün savaşlarda olduğu gibi bizim savaşımızın da en acıtıcı kurşunlarını atan silahlarından biriydi.
***
Londra şu günlerde son derece önemli bir zirveye ev sahipliği yapıyor.
Bugüne değin cinsel şiddet konusunda gerçekleştirilen en kapsamlı toplantı olarak anılan ‘Çatışma Bölgelerinde Cinsel Şiddeti Önleme Zirvesi’nde, savaş ve çatışmalarda cinsel taciz ve tecavüzün silah olarak kullanılmasına karşı alınacak önlemler masaya yatırılıyor.
140 ülkeden katılımcının yer aldığı zirvenin;
• Suçun belgelenmesi ve soruşturulması için uluslararası bir protokol hazırlanması ve hükümetlerin iç hukuk mevzuatlarını soruşturma açılmasına olanak sağlayacak şekilde güçlendirmeleri için cesaretlendirilmesi
• Ülkelere, cinsel şiddetin önlenmesi için askerlerin ve barış gücü görevlilerin eğitimi çağrısı yapılması
• Cinsel şiddet mağdurlarına destek sağlamak için kaynakların arttırılması
• Çatışmalarda tecavüz konusundaki tavırların değiştirilmesi için eylem planı hazırlanması gibi somut hedefleri var.
***
Tarihçiler, antik çağlardan bu yana tecavüzün bir savaş silahı olarak kullanılmakta olduğunu söylüyorlar.
Ancak özellikle 20. ve 21. yüzyıllarda sistematik bir biçimde uygulanmakta olan cinsel şiddet, ne yazık ki bugün dünyanın birçok ülkesinde suç kapsamında dahi değil.
The Economist’in 2011 yılında yayınladığı kapsamlı bir araştırma, tecavüzün çatışma bölgelerindeki varlığının dehşetengiz boyutunu çok net biçimde ortaya koyuyor.
Son 30 yılda iç savaşlar sırasında meydana gelen en yüksek kitlesel tecavüz oranı, Güney Sahra Afrikası’na ait.
Bunu Asya, Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika/Orta Doğu izliyor.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ruanda, Sierra Leone, Somali ve Bosna ise yakın tarihimizin en yoğun tecavüz vakasının yaşandığı yerler.
Resmi rakamlar, Bosna’da 1992-1995 yılları arasında 20 bin kişinin tecavüze uğradığını söylüyor.
Ancak tahmin edilen rakam, çok daha fazla; 50 bin.
1994’te Ruanda soykırımında bu sayı, tabii yine resmi olarak; 500 bin.
1991-2002 yılları arasında Sierra Leone’de 50 binin üzerinde tecavüz kayda geçmiş.
Kongo’da yaşları 3 ile 80 arasında değişin on binlerce kişi de tecavüz mağduru.BM kayıtları sadece 2009 yılında ülke genelinde 17 bin 500 tecavüz vakası bildirirken, 2003-2008 yılları arasında Kongo’nun sadece Güney Kivu bölgesinde 40 bin tecavüz mağdurunun tedavi edildiği rapor edilmiş.
Tekrar etmekte fayda var, bunlar sadece ve sadece resmi rakamlar.
Gayrı resmi rakamlar, iki katından fazlasına denk gelmekte.
Çok özet bir biçimde daha da geçmişe gidecek olursak, kitlesel tecavüzlerin en yoğun biçimde yaşandığı savaşların başında, tahminen 12 milyon tecavüz vakasıyla İkinci Dünya Savaşı var.
Sadece Rus askerlerinin Almanya işgali sırasında yaklaşık 2 milyon kişiye tecavüz ettiğinden bahsediliyor.
Pakistan askerlerinin 1971 yılında Bangladeş’te 200 bin sivile tecavüz ettiği, 1937 yılında Çin ile Japonya arasında meydana gelen savaşta 20 bin kişinin tecavüze uğradığı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında yaklaşık 200 bin seks kölesinin, Japon askerlerinin ‘hizmetine’ sunulduğu da çarpıcı veriler arasında.
Peki ya acaba bizim savaşımızın bu pek ‘konuşulmayan’ yüzünde, kaç utanç gizli?