Artık "Kendi gibi olma" reflekslerini düşünceleri kısıtlamak gibi bir statüko gücüne dönüştürerek hedeflere varmanın,
bir reforme değil,
sindirme yöntemi olduğu gayet açıktır!
Lâkin düşünen ve temaşa eden varlığı yani insanı yeryüzünden kovamazsınız...
Kısacası değişirken değiştirmeyi öğrenmekten başka çare kalmadı, yok!
Değişimi kontrol etmenin tek yolu değişimin frekansına girmektir...
Değişimin ruhunu bilimsel anlamda ilk yakalayan teorisyen İbn-i Haldun'dur...
"Mukkadime" isimli eserinde değişimin dinamiklerini çok iyi yakalamış,
"Yükseliş ve Çöküş" teorisini bunun üzerine kurmuştur...
Teknoloji önce “kaçınılmaz” sonra “vazgeçilmez” oldu.
İnsanlar tarih boyunca dua etmek yoluyla yağmur yağdırmaya çalışmıştı...
60 yıl kadar önce Amerikalı bilim insanları bulut oluşturma yoluyla yağmur yağdırdı...
Adını da "Bulut Ekme" projesi koydular.
California eyaletinde bu teknik 50 yılı aşkın bir süredir kullanılıyor!
Bugün her an, herkesle “bağlı” durumdayız...
Bağlı (online) ve hareket halinde (mobil)...
Aslında "ana damar" nakilcilik...
Sürekli "akışta" olma durumu var!
Sürekli "zeka" katmak var!
"Hedef" Yok!
Hedefe varma durumu yok!
Peki! Etik ne olacak?
Bu nereye varacağı öngörülemeyen teknolojik gelişmelerle "kazan-kazan" senaryosu yakalamak mümkün mü?
Çığ gibi büyüyen teknolojik gelişmelerin etkileri yanında, etik değerlerin devede kulak kalacağına inanıyorum.
Bilim ve teknoloji ikilisi biyolojik yapımızı dahi yeniden şekillendirecek!
Gidişat öyle!
Yapabiliyoruz diye yapmamız gerekiyor mu?
Kısacası yağmur yağdırabiliyoruz diye, yağmur yağdırmalı mıyız?
Klonlama yapabiliyoruz diye insanı da klonlamalı mıyız?
Ya yapay zeka? Düşünen robotlara ne demeli bilemiyorum!
Aslında teknoloji, aradığımız şey değil mi?
Bugün bilim mi teknolojiyi, teknoloji mi bilimi yönlendiriyor? Hedef ne? Nereye varılmak isteniyor? Kim istiyor?
Sivil ve kurumsal önceliğimiz ne olmalı?
Din mi? Bilim mi? Toplumsal ve evrensel değerler mi?
Yoksa başka bir şey mi?
Ne peki?