25 Mart ve 1 Nisan günleri tarihsel olarak birbirleri ile iç içe geçmiş günlerdir. 25 Mart 1821’de Yunanlılar bağımsızlıkları için silaha sarıldılar ve dış dünyanın yardımıyla 1830’da bağımsız Yunan devletini kurdular. Modern Yunan devleti, Megali İdea doktrini çerçevesinde “Dış-Helenleri” Yunanistan sınırları içine almaya yönelmesi, Kıbrıslı Rumları da etkiledi. Enosis için harekete geçen Kıbrıs Rum toplumu, 1 Nisan 1955 tarihinde İngiliz kolonyalistlere karşı silahlı mücadele başlattı.
Bu tarihsel nedenlerle, Kıbrıs’ta birlikte yaşama iradesine dayalı, etnik kökenden bağımsız bir yurttaşlık anlayışıyla civic bir milliyetçilik oluşmadı. Hatta, ülkede etnik temelde bir devletin kurulması bile gündeme gelmedi. Çünkü, Kıbrıs’ta etnik milliyetçilik “Birleşmeci-Milliyetçilik” (Anschluss Nationalismus) olarak gelişti ve etno-kültürel unsurlara dayanarak “anavatan” ile birleşme talebinin ideolojisi oldu.
Bu süreç içinde kimlik kurgusu dahil, bütün toplumsal süreçler tek bir yöne aktı: “Helen Kıbrıs’ı Anavatan Yunanistan ile birleştirmek!”
Gelgelelim, sonuç istenilen yönde olmadı. Helen ulusunun Kıbrıs’taki akrabaları, anavatanlarıyla birleşmeyi beklerken, kendilerini bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (1960) vatandaşı olarak buldular. Fakat 19. yüzyıldan beri Yunanistan ile bütünleşmek için mücadele eden Kıbrıs Rum toplumu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin vatandaşı olmayı benimsemedi. Böylece, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte milli kimlik ile siyasal kimlik çatışma içine girdi. Kıbrıs devleti etno-sembolik düzeyde Kıbrıs Rum toplumuna hiçbir anlam ifade etmiyordu. Kıbrıslı Rumlar derin bir kimlik bunalımı ve aidiyet kargaşası içine sürüklendiler. Bu kargaşa iç çatışmalara yol açtı. Birbiri ile bağdaştırılamayan iki boyut söz konusu idi: Kıbrıs devleti vatandaşlığı ve kendilerini organik parçası saydıkları Helenizm...
Bu iki boyut zıtlık ilişkisi içinde algılanıyordu...
Bu, sadece Atina ile Lefkoşa arasında kimin “merkez” (karar verici) olacağı kavgası değildi. Devlet ile ulus arasına sıkışmış Kıbrıslı Rumların çok derinden yaşadıkları bir yarılmaydı. Siyasi bir çatlaktı. İnsanların ruhuna yansıyan bir bilinç yarılmasıydı söz konusu olan...
Bu yüzden, “Enosisçiler” ile “Bağımsızlıkçılar” ayırımı bu olguyu tanımlamaya yetmez.
Açıkçası, tarihsel nedenlerle bütün bir toplum arafta kalmıştı. Ulus ile devlet arasında arafta kalma hali bütün boyutlarıyla siyasal yaşama yansıyordu. Kimin “Enosisçi”, kimin “Bağımsızlıkçı” olduğu net değildi. Örneğin, Başpiskopos Makarios için “Enosis karşıtı” olduğu söyleniyordu ama Makarios, Enosis yönünde demeçler vermeye devam ediyordu. Kendisini Enosis istememekle suçlayanları kınarken, onları “Enosisin mezarcıları” (nekrohafti tis enosis) olarak adlandırıyordu.
Bunlar Makarios’un popülist tutumu veya “iki yüzlülüğü” ile izah edilecek olgular değildir. Ortada siyasal yaşamı kuşatan bir tür şizofreni vardı. Herkesi kuşatan bu bilinç yarılmasını Makarios herkesten daha derin olarak kendi bünyesinde yaşıyordu. Örneğin, AKEL için de Enosis istemediği söyleniyordu ama AKEL defalarca Enosisiten yana tavır almıştı...
Öte yandan, şu da bir gerçektir ki, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra devletin imkanlarından çeşitli toplumsal katmanlardan pek çok kişi yararlanmıştı. Bu da ister istemez Enosis-Büyük Anlatısında zayıflamaya yol açıyordu ama yine de tam bir kopuş söz konusu değildi.
1974: Bir Dönüm Noktası
1974 yılında Yunan Cuntasının gerçekleştirdiği darbe ve ardından Türkiye’nin adanın %37’sini ele geçirirken Yunanistan’ın sessiz kalması, ayrıca, 1974 öncesinde bağımsız Kıbrıs devletinin yarattığı iç dinamikler sonucunda toplumun geçirdiği kısmi dönüşüm, Kıbrıs Rum toplumunda 1960’tan beri görülen yarılmaya, arafta kalma haline ve ikircikli duruma son noktayı koydu.
Kıbrıslı Rumlar bundan böyle Kıbrıs devletini “koruyucu bir kalkan” olarak görüp Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dört elle sarılacaklar, bu devletin yurttaşı olmaktan gurur duymaya başlayacaklardı. 1974’ten önce çok az kullanılan Kıbrıs bayrağı artık yaygın biçimde dalgalanacak, Kıbrıs’ın bağımsızlığı törenlerle kutlanacak ve okullarda Kıbrıs tarihi okutulacaktı...
Artık Enosis tutkusu bütünüyle geçmişte kalmıştı. Giderek yeni bir siyasal bilinç oluşuyordu. Bu tarihsel dönüşüm, Yunanistan ile birleşmeyi hedefleyen milliyetçilikten (Helenizmin organik bütünlüğünden) Kıbrıslı Rum Milliyetçiliğine (Kıbrıs Devleti Milliyetçiliğine) geçişe işaret ediyordu.
Geçmişten miras kalan Makariosçular-Grivasçılar ayırımı yüzeysel olarak devam etse de, zamanla Kıbrıs Rum Devlet Milliyetçiliği ister Makariosçu olsun, ister EOKA B kökenli kişileri bünyesinde barındırsın, bütün siyasi partilerin ortak ideolojisi haline geldi.
Sadece Makarisçu olarak bilinen DİKO ve EDEK gibi partilerde değil, bünyesinde eski tarz Helen milliyetçilerini de barındıran -özellikle EOKA B’den gelenler- DİSİ’de de Devlet Milliyetçiliği güçlü bir akım oldu. Söylemlerinde Helenizm’e sık sık göndermelerde bulunan ve ağırlıkla Yunan bayrağı kullanmayı tercih eden DİSİ’liler, Enosis söyleminden çoktan uzaklaştılar ve onlar da Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sarıldılar.
AKEL, 1960’lı yıllarda zaman zaman Enosis talebini dile getirmişse de, esas itibarıyla Kıbrıs’ın bağımsızlığının korunması ve tamamlanmasını savunan bir parti idi. Bu yüzden, 1974 sonrasında bağımsız Kıbrıs fikrinin en ateşli savunucularından biri olmakta zorluk çekmedi.
Yukarıda da belirtiğim gibi, bütün siyasi partiler Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılmasından yana tavır aldılar.
Günümüzde baskın ideoloji haline gelen devlet milliyetçiliği, Federal Kıbrıs yolunda en önemli engellerden biridir. Çünkü, bu ideolojiyi benimseyen siyasi partiler, AKEL ve DİSİ’nin bazı kesimleri hariç, Kıbrıslı Türklerle iktidar ve güç paylaşımına karşı çıkıyorlar.
Evet, Kıbrıs Rum toplumunda ulus ile devlet arasında bocalamaktan kaynaklanan siyasal şizofreni devlet milliyetçiliğinde şifa bularak sona erdi ama Kıbrıs’ta iki toplumun barış içinde yaşamasını en az Enosis kadar zorlaştıran devlet milliyetçiliği, devletin kurumlarını kuşattığı gibi, toplumun geniş kesimlerini de etkisi altına aldı...