Kıbrıs Türk siyaseti, tarihinin en sığ dönemlerinden birini yaşıyor. Asli görevi politika üretmek olan partiler çok kısırlaştı. İdeolojik ve politik tartışma yok. Politika adı altında yapılan tartışmaların seviyesi yerlerde sürünüyor.
Ülke sorunlarına çözüm üretmek ‘gaile’ olmaktan çıkmış. Siyaset kurumu çaresizlik içinde kıvranıyor.
Niçin böyle oldu, nasıl bu hale gelindi?
Cevabını verince kızanlar oluyor.
Ama olsun.
İsteyen kızsın, isteyen köpürsün.
Siyaset kurumunun bu hallere düşmesinin temel sebebi TC-KKTC ilişkilerinin ta kendisidir!
Bu cümlenin altını istediğiniz gibi doldurabilirsiniz.
**
Ankara ile giderek derinleşen ana-yavru modeli Kıbrıs Türk siyasetini daracık bir alana hapsetti.
Siyasetçinin aklı ile ayakları aynı yere gidemez oldu.
Hükümetlerin kendi organlarında aldıkları kararların ‘egemenlik sınırı’ TC Yardım Heyeti’nin duvarına kadardır!
Bu Kıbrıs sorununda da böyledir, asfalt dökme ihalesinde de, cezaevine alınacak gardiyan sayısında da, okuldaki hademelerin kaç kişi olacağında da, falanca köy belediyesinin dökeceği kaldırımın bordür taşlarının kalibresinde de, hastanelerde kullanılacak ambulansların markasında ve direksiyonunun hangi tarafta olacağında da…
Cümleyi incir ipi gibi uzatabiliriz. Zira hayatın her alanında ‘Ankara ne der acaba?’ sorusu hep karşımıza çıkıyor.
**
‘Balık yemeyi değil, balık avlamayı öğretmek’ lafı bir zamanlar pek meşhurdu.
Çoktandır duyan var mı?
Yok. O merhaleler geride kaldı anlaşılan.
Ankara’daki yönetimin ‘merkeziyetçi’liği sadece Kıbrıs’la ilgili değil. Dolayısıyla orada bir sürpriz ya da beklenmedik durum yok.
Beklenmedik durum bizim tarafta… Artık bu ilişki biçimi sorgulanmıyor bile… Kimsenin itirazı yok. Sanki her şey yolundaymış gibi bir tavır var.
Bir sahne kurulmuş, herkes rolünü oynuyor.
‘Normal’miş gibi yapıyoruz.
Bakın mesela seçimler var. 6 aydır kimileri seçimden başka düşünmüyor. Oysa seçime daha 5 ay var.
Yani bir senedir yatıp kalkıp ‘seçilme’ gailesiyle yanıp tutuşuyor kimleri…
Başka ‘gaile’?
Yok, kalmadı!
Onlar bizim işimiz değil ki…
Yerimize düşünen, yerimize karar alan, yerimize ihale eden, yerimize yapan var nasıl olsa…
Biz kurulan sahnedeki rollerimizi usulca oynayalım, yeter…
İnsanlar işsiz, aşsız, mutsuz ve umutsuzmuş, kime ne?
Gençler geleceklerini göremiyormuş, aileler kara kara düşünüyormuş, ne gam?
Hani, tepki gösteren var mı ‘bozuk düzen’e?
Yoksa ‘düzen’ onarıldı, düzeldi de biz mi fark etmedik?
Sonra da soruyorlar, ‘neden siyasete güven yerlerde sürünüyor’ diye…
Acaba niye?