Aslı Murat
asli.muratt@gmail.com
Bugünden geçmişe doğru bakıldığında, “Nerede o eski...” ile başlayan cümleler dökülür dillerden. Her ne hikmetse, insan yaşadığı dönemi özümseyemez bir türlü. Sanki geçmiş, tüm kaybedilmişliklere rağmen, özlenen ve varılmak istenen bir cennettir. Belki de haklıdır bunu söyleyenler. Çünkü yakın zamanda artan bir hızla, sosyal ve ekonomik manada kendimizden iyice uzaklaştık ve bağımlılığımız her geçen gün daha da arttı/arttırıldı.
En çok da mücadele etme yetimizi yitirirdik. Âdeta kabullendik senaryoda çizilen rollerimizi. Bunu neden mi söylüyorum? Çünkü çoğu zaman iğneyi de çuvaldızı da başkalarına batırıyoruz. Sanırım toplum olarak mahkûm bırakıldığımız karanlığı daha da kötüleştiren temel unsurlardan biri de bu. Sorumluluk almamak ve her yol mübahtır siyasetine çanak tutmak.
***
Önceki yıllarda örnekleri yaşanmasına rağmen, son cumhurbaşkanlığı seçiminde gerçekleşen müdahaleler, toplumsal ve mali anlamda yaşanan çözülmeye demokrasi krizini de ekledi. Tarih sayfalarına bakıldığında, ölümle tehdit edilip seçimden çekilmeye zorlanan siyasilerin varlığı hatırlanacaktır. Bunları unutmak mümkün değil. Bugünün dünden farkı, Türkiye Cumhuriyeti’nin (AKP tek adam rejiminin) ittifak kuracağı değil, kukla olarak oynatabileceği politikacıların mevki sahibi yapılmak istenmesidir. Kısacası mevzu biraz şekil değiştirdi. Böylece “Nasıl olur da o makama gelebilirler?” sorusunun cevabı daha da bir anlam kazandı.
Tatar’ın ardından kendi partisinin gerçek iradesine aykırı bir şekilde UBP başkanlığına ve dolayısıyla başbakanlığa getirilen Ersan Saner, çizmeye çalıştığım tabloda yerini alan şahıslardan sadece bir tanesi. Bir şekilde milletvekili seçilmesine rağmen, başbakan olmadan önce adı çok fazla duyulmayan aslında pasif bir politikacıydı. Az çok toplumsal meseleleri ve ülke siyasetini yakından takip etmeye çalışmama rağmen, ne adını ne de yasama organındaki görevleri sebebiyle ülkeye bir katkı koyduğunu anımsarım.
Başbakan olduğu süre zarfında toplum hayatına hiçbir noktada katkı koymamış, hatta kendi mesleği ve meslektaşlarının onurunu da ayaklar altına almıştır. Demokratik değerlerimizin yoğun bir şekilde tartışma konusu yapıldığı, Anayasaya aykırı icraatların norm hâline getirildiği ve yargı bağımsızlığına yönelen tehditlere karşı üç maymunu oynadığı hususları dikkate alındığında, siyasi duruşsuzluğu kanıtlanabilir. Böylece bir ayağı çukurda olan sistemimiz, daha da yozlaşmış daha da karanlığa hapsedilmiştir.
***
Tüm bunlar bir tarafta dururken, geçtiğimiz ay gündemimize düşen ve bomba etkisi yaratan video skandalını, insan hakları perspektifinden değerlendirmek istiyorum.
Bahsi geçen video görüntülerinin, paylaşılmadan üç-dört ay önce ilgili şahısların bilgisine getirildiği söyleniyor. Konu mahkemenin gündeminde olduğu için, kimin ne için bu gibi bir olayın yaşanmasına neden olduğunu söylemek mümkün değil. Lakin konunun özellikle özel hayat ve aile hayatına saygı ile ifade özgürlüğü hakları bağlamında ele alınmasının önünde bir engel olduğunu düşünmüyorum.
1985 Anayasası’nın 90. maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe girmiş sözleşmeler iç hukukumuzun bir parçasıdır. Keza yine Anayasa’ya ve mahkemelerimizin içtihatlarına bakıldığında, mevzuatımıza dâhildir ve uygulanması gerekir. Bu sebeple Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) belirlediği temel prensipler ve ilgili emsal kararlar hem idari hem de yargısal işlemler açısından bağlayıcılık teşkil eder.
AİHM “özel hayatın”, tüketici bir şekilde tanımlanamayacak geniş bir kavram olduğunu tespit eder. Bu bağlamda; kişinin fiziksel, psikolojik ve ahlaki bütünlüğü, itibarı, özel hayatı, kimliği ve özerkliği dikkate alınmalıdır. Tabi ki pek çok hak gibi belli koşullarda sınırlandırılabilir. Özellikle bir kamu görevlisinin görevini ifa ederkenki mesleki eylem ve ihmalleri söz konusu ise, iki değer arasında bir denge kurulmalıdır. O noktada bireyin hakları ile bir bütün olarak toplumun yarışan menfaatleri teraziye oturtulur ve adil bir denge kurulmaya çalışılır. Bu noktada ortaya çıkacak sonuca göre, hak sınırlandırılabilir. Yani mevzubahis yayınlar veya haberler özel hayat kapsamında değerlendirilmeyebilir.
İfade özgürlüğü ve özel hayatın korunması hakları arasında kurulacak dengede göz önünde bulundurulması gereken kriterler AİHM içtihatlarında sıralanır. Buna göre; kamuyu ilgilendiren bir tartışmaya katkı sağlamak, etkilenen kişinin ne kadar tanındığı ve o kişinin önceki eylemleri, haberin konusu, paylaşımın içeriği-yayın şekli ve sonuçları, bilginin elde edilme şekli gibi noktalar belirlenmelidir. Ayrıca demokratik toplumun gereklilikleri ve hukukun üstünlüğü gereği, özel hayata dair görüntü veya bilgilerin paylaşılması ne kadar gereklidir, sorusunun cevabı da verilmelidir. Saner’in şikâyet konusu yaptığı görüntüler, ifade özgürlüğünün korunması gereken ölçütlerin ötesinde olduğu, malumu ilam eder niteliktedir. Kısacası özel hayatın bir parçasıdır.
***
Devletin, hakların korunmasına yönelik pozitif yükümlülükleri açısından durum değerlendirildiğinde, bahsi geçen davranışın suç kapsamına alınması karşımıza çıkıyor. 32/2014 sayılı “Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası” kapsamında; kişiler arasındaki haberleşmeyi, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları rızaları dışında dinleyen-kayda alan ve özel hayatın gizliliğini ihlal eden kişiler suç işlemiş sayılır. Yasa içerisinde istisnalar da sıralanmıştır. Özellikle suç unsuru olan ve mahkeme emri ile elde edilen kayıtlar, kapsam dışında tutulmuştur. Saner ile ilgili paylaşılan görüntülerin bu bağlamda değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu sebeple her kimin bu suçları işlediği ispatlanırsa, cezalandırılması yasa gereğidir.
Başka bir yazının konusu olsa da yakın coğrafyamızda kişilerin fişlenmesine ve hayali davalar ile yargılanmalarına neden olan “yasal dinleme” mevzusu da ciddi bir problem olarak karşımıza çıkabileceğini belirtmek isterim. Umarım o günleri görmeyiz. Yasanın koruduğu haklar bakımından gerekli olduğu kabul edilse de AİHM’in ifade özgürlüğüne ilişkin içtihatları bağlamında, mesela basın mensuplarının veya gazetecilerin veya araştırmacıların ortaya çıkaracağı kimi hakikatler, özel hayatın gizliliği ihlal edildi diye hapsedilme nedeni olabilir. Bu bakımdan yasanın kamu yararına ilişkin yapılan haberleri açıkça istisna kapsamına alması gerekir ki özel hayat ve ifade özgürlüğü arasındaki denge kurulabilsin.
***
Toplum tarafından bilinen kişiler dâhil herkes, özel hayatının korunmasına yönelik meşru bir beklentiye sahiptir. Yukarıda aktarmaya çalıştığım ilkeler çerçevesinde, Saner ile ilgili yayılan görüntüler içerisinde mesleki ihmal ve eyleme dönük bir bilgi mevcut değildir. Tabii ki bu video sonrasında kafalarda birçok soru işaretleri doğmuş, mafya siyaset ilişkisi ve kuklalaştırıcı müdahaleler konuşulmaya başlanmıştır. Ama bu gibi bir hakikati tartışma konusu yapmak veya altını kazmak için daha fazlasına ihtiyacımız vardır.
Eğer o bağ, mevcut video veya benzer paylaşımlar ile kanıtlanabilmiş olsaydı, belki farklı bir değerlendirme yapmak mümkün olurdu. Ama sonuç ortada. Zaten siyasette bir yer edinememiş bir kişi, saf dışı kaldı. Ama bu içine saplanıp kaldığımız çürümenin temize çekilmesine yardımcı olmadı. Hak ihlaline neden olan bu olay, umarım alışkanlık hâline gelmez de mevcut kokuşma daha da etrafımıza sinmez. Demokrasiye ve varlığımıza sahip çıkmak istiyorsak, fillerin tepiştiği alanlara değil farklı bir siyaset kurmaya yönelmeliyiz. Eminim o zaman tüm kirli çamaşırlar da kendiliğinden ifşa olacaktır.