Gizli el ve siyasetteki taşeronlar siyasi tarihimize geçecek bir darbeye imza atmışlardı. Malum dönemin CTP yönetimi ve PM’sinin birilerinin Kıbrıs’ın kuzeyinde kurmaya çalıştığı “yeni” düzenin kimi kritik noktalarına itirazı, bu sonucun başlıca sebepleri arasında gösterilebilirdi.
Aslında bu darbenin planlanan şekli CTP-PM’nin su konusundaki ilk açıkladığı sert duruşla fitillenmişti.
Bu güne kadar her şeye “okey” diyen statükocu partilerin aksine böylesi büyük bir projede Kıbrıs’ın kuzeyindeki en büyük parti “hayır böyle olmaz” diyerek duruma tepki gösteriyor ve reddediyordu.
İşte daha önceleri planlanan siyasi darbe CTP-PM’nin bu duruşu ile hızlanmıştı.
CTP hükümetten gitmeliydi. Bir an önce gitmeliydi…
Ne yapıldı CTP’nin gitmesi için?
Önce 2015 sonuna doğru ‘kaynaklar’ durdurulmaya başlandı iması yayılmaya başlandı, daha doğrusu kaynak aktarımı yavaşlatıldı denildi. Kritik hesaplar tuttu ve topluma “CTP para bulamadı, 13. maaşı ödeyemedi” filmi gösterildi.
Peki “gelenler” bulmuş muydu?
Yani “gelenlere” havadan para yağmış mıydı?
Hayır! Kocaman bir hayır!..
Memleket ekonomisini “maliye kasası” olarak gören zihniyet değil ekonomiyi her şeyi geriye götürmüştü.
Ne para vardı, ne demokrasi, ne siyasi ahlak ne de diğerleri.
Aslında bu bir yalandı!
Beklentileri, CTP’nin bu suni krizlerden bunalıp gitmesiydi.
Sivil toplum daha doğrusu sendikalar da sağlam durmadı bu süreçte.
Ne yazık ki “her şeyin para ve maaştan ibaret” olduğunu tüm dünyaya ilan eden o rezil açıklama yapıldı meclis önünde: “Bulacan canım, bulamazsan gidecen canım”
Sendikaların bu duruşu her şeyi daha da kolaylaştırıyordu.
CTP’nin gitmesi için plan kuranların işi artık daha kolaydı.
Zira CTP’nin “bulamayacağı” ortam tamamdı, yaratılmıştı ve üstelik bu hesaba göre “bulamamanın” cezası da “gitmek”ti.
Ama CTP gitmedi, planları bu kez tutmuyor ancak sadece erteleniyordu.
***
Ve en can alıcı sona gelindi.
“Ekonomik Protokol”
Bakmayın siz adının “ekonomik” olduğuna.
İçerisinde öylesine şeyler vardı ki.
CTP’nin hem doğası gereği hem de toplumsal fayda gereği bunları olduğu gibi kabul etmesi mümkün değildi.
Peki bu protokolü daha da kabul edilmez yapma şansı var mıydı?
Elbette vardı ve o da yapıldı.
Kuzey Kıbrıs’taki yargı sistemini de değiştirecek maddeler de adına “ekonomik” denen protokolün içine konuyordu.
O dönem 10 bin yeni vatandaş isteniyordu.
Elektrik Kurumu özelleştirilsin isteniyordu.
Ve bunlara ek olarak Türkiye askerinin adadaki sivil yaşamda yetkilerini artıran “7 yasa” da ana yemeğin sosu gibi üzerimize dökülüyordu.
Bu sos öylesine acıydı ki!
Bırakın ana yemeği, sadece sos bile yiyenin midesini infilak ettirecek kadar “acı” bir sona hepimizi sürüklüyordu.
Adına “ekonomik protokol” denen bu sürecin sonunda murat edilen hem entegrasyon siyasetindeki çıtayı yükseğe çıkarmak, hem de bunlara direnen CTP’nin bu çıta altında kalmasına yol açacak ortamı hazırlamaktı.
***
Ve bu plan tutmuştu. CTP tüm bunlara “yeter artık olmaz” dedi, durum krize girdi, ipler koptu. Ancak “olmaz” diyen CTP’nin UBP gibi bir ortağı vardı ne yazık.
Zira toplum CTP’ye siyasi hayatı boyunca “tek başına iktidar olma” şansı vermemişti.
Hep ayak bağı vardı.
DP… ÖRP…
O günlerde de UBP…
Statükocu partilerle değişim yapacağını sanan CTP ne yazık ki yanıldı.
Elbette bu çaba verilmeliydi ve elbette direnmek CTP’nin özü gereği doğaldı.
Ancak adadaki siyasi taşeronların gizli ajandasında artık CTP’nin iktidardan götürülmesi yazıyordu.
Bir birinin yüzüne tüküren sağ siyasetin elemanları bu kez bir araya gelmiş, işbirliği için el sıkışmıştı.
“Bulacan canım, bulamazsan gidecen canım” diyenlere müjde o günlerde verilmişti.
“Bulanlar” geliyordu artık, hasret bitiyordu, tabii ki tek farkla; bulanlar memleketi parsel parsel satacaktı!
Çatır çatır yurttaşlık verecekti… Sokak eylemlerine zemin yaratılacaktı… Ve hepsi de oldu…
***
Peki “gelenler” bulmuş muydu?
Yani “gelenlere” havadan para yağmış mıydı?
Hayır! Kocaman bir hayır!..
Memleket ekonomisini “maliye kasası” olarak gören zihniyet değil ekonomiyi her şeyi geriye götürmüştü.
Ne para vardı, ne demokrasi, ne siyasi ahlak ne de diğerleri.
Ne olduysa zaten o yıllardan sonra oldu.
“En iyi bunlar parayı alır” sözünün yalan olduğu ortaya çıktı.
Çünkü “gelenlerin” para almadığı sadece emir aldığı ve irade devrettiği kanıtlandı…
Bunları neden mi yazdım?
Siyasi darbelerin nelere mal olabileceğini hatırlamak istedim.
Çünkü bu günlerde yaşadıklarımızın tohumları o günlerde ekilmişti.
Şimdi meyvelerini topluyouz.
Hepsi bu…
… adrese teslim mesajlar…
Ersan Saner… Erken seçim konusunda 3 Nisan 2022 tarihinde ısrarcı olduğunuzu söylediniz. İyi de atacağınız adımların mahkeme tarafından reddedilmesi gündeme gelirse nasıl bir pozisyon alacaksınız? Bunu düşündünüz mü?
Erhan Arıklı… Kavgalı bir kurultay dönemi geçirdiniz. Hükümet ortaklarınızla hala barışmadınız, her atamada gerginlik yaşıyorsunuz. EL-SEN ile yaşadıklarınız ortada… Mecliste de her toplantı gerilen sizsiniz ama muhalefeti “gerginliğe oynamakla” suçluyorsunuz. Siz kendi gerginliklerinizi çözün önce de muhalefete bakarız!
Önder Sennaroğlu… Meclis İç Tüzüğü’nün işaret ettiği gibi bir Meclis Başkanı olarak Cumhuriyet Meclisi’nin bütününü temsil ettiğinizi düşünüyor musunuz? Yoksa bir UBP Milletvekili olarak, UBP’nin pozisyonlarına göre pozisyon alarak, gerekirse İç Tüzük ve hatta Anayasa’yı zorlamaya devam mı edeceksiniz?
Tufan Erhürman… Hükümetin erken seçim konusundaki tavrını mahkemeye götüreceğinizi çok net açıkladınız… Deneyimli bir hukukçu olarak bu sürecin sonuçları ne olur dersiniz? Her kararı yargıdan dönen eski UBP’li hükümetlerin akıbeti ne oldu hatırladınız mı?
Hasan Esendağlı… Baro eylemindeki konuşma metniniz, seçilen cümleler takdir edilesiydi… Hem eylemin organizasyonu hem de gösterdiğiniz olağanüstü çabaya teşekkürler… Tarihi bir gün yaşattınız…
Ünal Üstel… Kronik rahatsızlığı nedeniyle çipli bileklik uygulamaya girmeden ülkeye gelen ve ev karantinasına giren kişilerin hiç aranıp sorulmadığını, karantina süresi dolunca da ‘gidin şu merkezde test yapın’ denmesinin ardından, test sonuçlarını ulaştıracak bir merci bile bulamadıklarını biliyor musunuz?
Fırat Ataser… Alsancak Çıkarma Plajı’ndaki Barış ve Özgürlük Anıtı yıkılmaya yüz tutmuşken, yol kenarına kurdurduğunuz müze gemi, ne yazık ki çok da samimi gelmedi. Üstelik Milli Park gibi, ülkenin bütününde beğeni toplayan, ilgi ve rağbet gören güzel bir projenin tam karşısına kurulan gemi, yeri itibarıyla da güzelim manzaraya set çekti, yazık etti.