Kazanma olanağınızın hiç olmadığı siyasi bir davada nasıl bir savuma yapardınız?
Üniversite öğrencisiyken, adını gazetelerde sıkça okuduğum ünlü Fransız Avukat Jacques Vergès’in “De la stratégie judiciaire” kitabı Türkçeye “Savunma Saldırıyor” adıyla çevrilmiş ve yayımlanmıştı. Vergès, özellikle Fransızlar arasında geniş kitlelerce sevilen bir figür değildi. “Terörün Avukatı” (L'Avocat de la terreur) olarak anılan Vergès, yüksek profilli ve tartışmalı müvekkilleriyle tanınırdı. Savunduğu isimler arasında Cezayirli bağımsızlık liderlerinden Sadi Yacef, Zohra Drif ve Djamila Bouhired, uluslararası terörist Çakal Carlos ve Nazi savaş suçlusu “Lyon Kasabı” Klaus Barbie yer alıyordu.
Jacques Vergès oldukça ilginç bir kişilikti. 1925 yılında Siam’da doğdu, Fransız bir doktor olan Raymond Vergès ile Vietnamlı bir öğretmen olan Pham Thi Khang’ın oğluydu. Genç yaşta Özgür Fransız Kuvvetleri’ne katılarak Nazi karşıtı direnişe dahil oldu. Savaş sonrası Paris Üniversitesi’nde Hintçe ve Malgaşça dilleri okudu ve ardından hukuk eğitimi alarak avukat oldu. Özellikle siyasi ve tartışmalı davalarda savunma avukatı olarak görev yaptı. Bu davalar arasında, bir kafeyi bombalayarak on bir kişinin ölümüne sebep olmakla suçlanan Cezayirli kadın direnişçi Djamila Bouhired’in davası öne çıkar.
Vergès, Bouhired’in savunmasında uyguladığı “kopuş savunması” stratejisiyle dünya çapında ün kazandı. Bouhired’in davasını bir cinayet davası olmaktan çıkarıp, Fransız sömürgeciliğini mahkûm eden bir platforma dönüştürdü. Mahkeme salonunu ve medyayı, Fransa’nın Cezayir’de işlediği suçları kamuoyuna duyurmanın aracı olarak kullandı. Bouhired, Fransız mahkemesi tarafından ölüm cezasına çarptırıldı, ancak Vergès’in oluşturduğu kamuoyu baskısı sonucunda affedildi ve serbest bırakıldı. Bouhired ile Vergès Cezayir’de evlendiler ve Afrika devrimci hareketlerinde birlikte çalıştılar.
Vergès’in kitabı, beni “kopuş savunması” kavramına derin bir ilgiyle bağlamıştı. Bir diğer dikkatimi çeken nokta ise, Vergès’in “müvekkil seçmemesi”ydi. Komunist bir avukat olarak, insanlığa karşı suçlar işlemiş bir Nazi subayını dahi savunmuştu. Vergès’in benim de katıldığım anlayışına göre savunma, herkesin hakkıdır. Avukatın görevi, müvekkilin kim olduğuna ya da ne suç işlediğine bakmaksızın, adil bir yargılamanın yapılmasını sağlamaktır.
Vergès’e göre siyasi bir ceza davasında uygulanabilecek iki tür strateji vardır. Bu stratejiyi belirleyecek olan şey ise, sanığın toplumsal düzen karşısındaki duruşudur. Sanık bu toplumsal düzeni kabul ederse, bu dava mümkündür. Savunmasında gerekçelerini ortaya döken sanık ile değerlerine saygı gösterilen yargıç arasında bir diyalog kurulur. Bu tür davalar “uyum davası”dır.
Sanık eğer kurulu düzeni reddederse, hukuki mekanizma artık dağılır. Sanık, iddianamenin karşısına savunma olarak tanımlanan ama aslında “karşı iddianame” olarak nitelendirilebilecek bir tavır ortaya koyar. Bu tür davalar ise “kopuş davaları”dır. Kopuş davalarında artık yargı makamı, yargıç ve jüriden ibaret değildir. Onların yanında yargı makamı, basın ve onun aracılığıyla da halktır.
Uyum davalarının en temel gereksinimi kurulu düzene olan saygıdır. Mahkemeler, kurulan düzenin meşruluğuna saldıranları kendi ölçülerine göre yargılamak için vardır. Uyum davalarında, sanık ya suçsuzluğunu ileri sürüp olayları inkâr eder, ya da suçu işlediğini kabul eder ve olayları kendi bakış açısıyla savunma yoluna gider.
Kopuş davalarında ise “kopuş”, davanın tüm yapısını altüst eder. Olgular ve eylemin koşulları artık ikinci plandadır. Kopuşun gerçekleştiği andan itibaren ön planda olan, toplumsal düzene karşı yöneltilen sert itirazdır. Mahkeme salonu kopuş sonrası bu sert itirazın yapıldığı bir forumdur.
Vergès’e göre tarihte bilinen ilk kopuş davası, “Sokrates Davası”dır. MÖ 399 yılında gerçekleşen bu davada, Meletos ve Anytos isimli kişiler tarafından “gençlerin ahlakını bozmak ve dinsizlik” suçlamalarıyla, Sokrates, 70 yaşında iken “500’ler Meclisi” olarak anılan ve yargı işlevi de gören Meclis’in (mahkemenin) önüne çıkarılır.
Sokrates, bu davada yapmakla itham edildiği eylemlere özür bulmak için değil, aksine, onları taammüden gerçekleştirdiğini göstermek amacıyla mahkeme önüne çıkar. Şöyle der Sokrates: “Atinalılar, bu savunmayı sunuşum, sanılacağı gibi kendim için değil, -hiç değil- sizin içindir.”
Sokrates eylemlerini savunmayı reddeder: “Belki içinizden biri sinirlenecek: Kendi halini hatırlayacak, bundan çok daha az haşin bir davada nasıl yargıçlara yalvarıp yakardığını, ağladığını, nasıl kendini daha kuvvetle acındırmak için mahkemeye çocuklarını, yakınlarını, çok sayıda dostunu getirttiğini…Ben aksine, hiç böyle bir şey yapmıyorum, oysa göze aldığım en büyük risktir…Kendisine, işte şunu söylemem uygun olacak: Ben de azizim, yakınlarım var…Ama durum böyle diye birini ya da diğerini getirip beni aklamanız için yalvaracak değilim!”
“Böyle bir şey yapmayı kabul etmeyişim niye? Farfaralıktan değil Atinalılar, sizi küçümsediğim, ölüm karşısında cesur olduğum ya da olmadığım için de değil, o başka bir konu. Ama bana kalırsa, böyle bir şey, benim için, sizin için ve tüm Site için ayıp olurdu, ondan.”
Sokrates, fikirlerini müzakere etmek veya bunun sonuçlarından kaçmak niyetinde olmadığını ortaya koydu savunmasında. Sokrates, asıl yargılanma nedeninin sürekli yerleşik düzene karşı çıkışından bu düzene eleştiri getirmesinden dolayı olduğunu çok iyi bilmekteydi. O yüzden mahkeme ile iş birliği yapmayı ve yaptıklarından dolayı pişmanlık getirip özür dilemeyi reddetti.
Yargıçlar yaptığı faaliyetlerinden dolayı özür dilemesi ve bu faaliyetlerinden vazgeçmesi karşılığında ithamı geri çekmeyi önerebilirlerdi. Sokrates bu olasılığa karşı onlarla pazarlık yapmayı baştan geri çevirdi: “Üç aşağı beş yukarı şunu deseniz bile: ‘Sokrates, Anytos’u dinlemek istemiyoruz. Araştırma yönteminden vazgeçmeyi, filozofluğu bırakmayı vadedersen, seni aklarız. Ama yeniden aynı suçtan yakalarsak, ölürsün’, böyle bir pazarlık karşısında şu yanıtı verirdim: ‘Size şükran borçluyum Atinalılar, sizi severim de, ama size değil, Tanrı’ya itaat etmeliyim, tek nefesim ve kuvvetim kaldığı sürece, felsefeyle uğraşmaya, rastladıklarımı bu yolda yüreklendirmeye, onlara her zamanki yöntemimle der vermeye devam edeceğim…Beni aklayın ya da aklamayın, ama bari, bin kez ölmem dahi gerekse, hiçbir zaman başka türlü hareket etmeyeceğimi kabul edin…Adalet söz konusu oldu mu, kimse beni ölümle korkutamaz; öleceğimi bilsem de teslim olmayacağım!”
500’ler Meclisi, Sokrates’i 140 oya karşılık 361 oy ile ölüm cezasına çarptırmış ve ceza infaz edilmiştir. Sokrates’in 500’ler Meclisi önünde yaptığı savunma, öğrencisi Platon tarafından kayıt altına alınmış ve kitap olarak günümüze kadar ulaşmıştır.
“Sokrates’in Savunması” baskıcılığa karşı dik duruşu ve asla teslim olmamayı temsil eden, insanlığın onur abidelerinden biri olarak çoktan tarihteki yerini almıştır.