George KUMULLİS
(Çok değerli arkadaşımız, araştırmacı yazar George Kumullis’in 23 Kasım 2024 tarihinde POLİTİS gazetesinde Rumca olarak yayımlanan yazısını, İngilizce’ye çevirmesini istedik. Bizi kırmayarak “Bir politikacı dürüst olabilir mi?” başlıklı yazısının İngilizce çevirisini bize gönderdi… Kumullis’in makalesini biz de okurlarımız için Türkçeleştirdik. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. S.U.)
Kıbrıs’ın yozlaşma ve skandallarla kangrenleşerek batması, yasal düzen kavramının ve hala dürüst politikacıların var olup olmadığı konularının sorgulanmasına neden oldu haklı olarak…
Bazı politikacılar ve filozoflar bizlere ulusal ve uluslar ötesi düzeylerde siyasi pratiğin temelinin bütünün çıkarları (ulusal çıkar), sosyl adalet ve zayıfların korunması olduğunu söylüyorlar. Dolayısıyla ahlak ve politika birbiriyle uyumsuz şeyler değildir. Eminim ki Kıbrıslılar’ın ezici çoğunluğu bu sonuca karşı çıkacaktır.
ALTIN PASAPORTLAR KİMİN ÇIKARINAYDI…
Örneğin hiçbir Kıbrıslı, “altın pasaportlar” ve Kıbrıs’ın uluslararası düzeyde yalnızlaşmasına yol açan “Kıbrıs Yatırım Programı”nın amacının aşırı zenginlerin çıkarları için değil de milli çıkarlara yönelik olduğuna inanmayacaktır.
Dolayısıyla bir politikacının dürüst olması mümkün müdür? Bu soru demokrasinin özüne kadar dokanıyor… Seçmenler politikacıları sahtekar olarak görürlerse, o zaman Altın Şafak ve ELAM gibi anti-demokratik hareketler semirir… Ancak tüm politikacılar şunu da bilir ki belirsizlik ve uzlaşma da evrensel gerçeklerin üstüne çıkabilir… Kimi zaman daha az kötü olanı seçmek zorunda kalınır. Geleneksel düzgünlük ve adil olma standartlarımız her zaman uygulanamayabilir – ancak bunun nedeni politikada tek önemli şeyin alaycılık ve ikiyüzlülük olması da değildir.
SİYASİ SAHTEKARLIK BİÇİMLERİ…
Görünen odur ki siyasi sahtekarlığın pek çok biçimi vardır.
Bunlardan biri, bir kişinin ta başından dürüst olmamasıdır. Böylesi bir insan her koşulda dürüst olmayan bir milletvekili, bir ideolog veya bir diplomat olabilir. Seçmenler böylesi bir şahsın ortaya çıkıp ilerlemesinden her zaman suçu bulunamaz çünkü seçimlerden önce sözkonusu politikacı eğilimlerini ve sahtekarlığını gizlemiş olabilir – Kıbrıslılar’ın çok iyi bildiği Senatör Menendez buna bir örnektir.
KIBRIS SORUNUNU KARİYER YAPMAK İÇİN KULLANANLAR…
Bir diğer dürüst olmayan politikacı grubu, Kıbrıs sorununu bir kariyer yapmak ve bunu altın bir kariyere dönüştürmek için kullanmaktadır. Ülkemizde belki de en yaygın sahtekarlık biçimi de bu tip politikacıların iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyonu savunanları taşa tutma eğilimleri, onları ölçüsüz biçimde eleştirmeleri ve yurdumuza yönelik alternatif, uygulanabilir çözümleri önermeye istekli olmayışlarıdır. Onlar için Kıbrıs sorununun çözümü, kariyerlerinin mahvolması demek olacaktır.
AMATÖR POLİTİKACILARIN VERDİĞİ ZARAR…
Bir diğer tip de amatör olanlardır – yani politikacı olmak için yeterli entellektüel kapasiteye ya da eğitime sahip olmayanlardır. Beceriksizce ve amatör biçimde hareket ederler ve ilerletmek istedikleri çıkarlara kendi amatör eylemleri zarar verir. Bu amatörlerin yarattığı zarar kimi zaman milli bir felakete de yol açabilir. Örneğin Sampson cuntanın mesincerliğini yaparak milli çıkarlara hizmet ettiğini düşünüyordu. Yunanistan’ın diktatörlük rejiminin mesinceri olmakla kendi yurduna korkunç bir zarar verdiğini anlayamıyordu…
SİYASİ KUMARBAZLAR…
Öte yandan siyasi “kumarbazlar” ise kendi kapasitelerini yanlış biçimde kullanmaktadır. Bunlar yetenekli ama acımasızdırlar. Kendilerini zengin etmek maksadıyla kendi bireysel/ailevi çıkarlarını, milli çıkarların üstünde tutarlar. Rahmetlik Kıbrıs Başpiskobosu Hrisostomos Ocak 2021’de “altın pasaportlar”ı soruşturan komisyon önünde patlayarak o dönemin siyasi kumarbazlarının gerçek yüzünü ortaya koymuştur. Komiteye Kıbrıs Bankası ve Laiki Bankası’nın mevduat kesintileri ardından Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na Nikos Anastasiadis’le buluşmaya gittiğini ve ona, “Ekonomiye koru ama hepimiz çalmaktan vazgeçelim, ben kendimi ortaya koyuyorum…” dediğini söyledi.
İŞBİRLİKÇİLER HER ZAMAN, HER YERDE HAZIR…
Hitler 1941’de Yunanistan’ı işgal ettiği zaman bakan ve bir başbakan atamak üzere işbirlikçiler bulmakta hiçbir zorluk çekmemişti. Bilindiği gibi Çolakoğlu, Almanlar tarafından işgalle işbirliği yapan hükümetin ilk Başbakanı olarak atanmıştı. George Papandreu, Çolakoğlu’ndan bahsederken, “Kendi anasını satmayı başaramadı çünkü kimse onu satın almak istemiyordu” diyecekti.
BİR PARTİDEN DİĞERİNE ZIPLAYANLAR…
Kumarbazın yakın akrabası ise kendi kişisel çıkarlarını düşünen politikacıdır, siyasi bakımdan hayatta kalmayı ve kendi çıkarını, ulusal çıkarların üstünde tutar. Kendi amaçlarına ulaşmak için bir partiden öteki partiye geçmekte hiç tereddüt etmez.
Siyasi “fanatik” de dürüst değildir çünkü her konuda kendisinin mutlak biçimde doğru olduğu inancıyla körleşmiştir. Fanatik katı ve uyuşuktur, yolunun üstüne çıkan herşeyi dümdüz etmek isteyen bir silindir gibidir…
DÜRÜST POLİTİKACILAR AZINLIKTADIR…
Tüm bunları söylerken, dürüst politikacı yoktur demek istemiyoruz, azınlıkta olasalar dahi… Dürüst bir politikacı, ortak iyiliğe ulaşmak için bir araç olarak görür politikayı… Saf değildir ve çoğunlukla gereken şeyin sabır, uzlaşma ve küçük adımlardan oluşan bir politika olduğunu bilir. Dürüst bir politikacı için en zor sınav, savunduğu görüşerin popüler olmaması ama haklı olduğunu bilmesi ve buna rağmen bu görüşleri savunmasıdır. Herkes böylesi bir sınavı geçemez, özellikle seçimler yaklaştığı zaman… Aynı zamanda ahlaklı bir politikacı hiçbir zaman tek başına ortak iyiliği güvenceye alamaz. Tek bir çiçek açmakla bahar gelmez… Politikacılar ancak kritik anlarda birbirlerinin onurunu savunmak üzere ayağa kalktıklarında, siyasi ayrılıklarını aşabilirler.
BİZİM DE ROLÜMÜZ VAR…
Sonuç olarak siyasi dürüstlük yalnızca politikacıların sorumluluğu değildir. Yurttaşlar olarak bizim de oynayacak önemli bir rolümüz vardır. Siyasi dürüstlük – ve dürüst politikacılar – ancak dürüstlük, tolerans, dayanışma ve bireysel hakların eşit biçimde hayata geçirildiği bir kültüre sahip toplumlarda kökleşme şansına sahiptirler. Böylesi ortamlarda siyasi haydutlar barınamaz…
George Gavriel'in bir resmi...
George Gavriel'in altın pasaport skandalıyla ilgili bir resmi...
(George Kumullis’in 23.11.2024’te POLİTİS gazetesinde yayımlanan yazısının kendi çevirisiyle İngilizce metninden Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
“Nazar Büyüm silinmeyecek bir iz bırakarak gitti…”
Semih Gümüş/AGOS
Otuz dört yıl geçmiş, Adam Yayınları’nda editör olarak işe girmek için ilk görüşmemi İnci Asena ile yapmıştım. 24 Temmuz 1990 günü çalışmaya başladım, hemen ilk gün Nazar Büyüm’le de tanıştım. Daha önceleri hakkında hiçbir şey bilmediğim Nazar Büyüm’le Adam Yayınları’nda çalıştığım on beş yıl boyunca patron ve çalışan ilişkimizin ötesine geçen bir yakınlığımız olmadı. Ama aynı yerde on beş yıl boyunca bulunmak onu yeterince tanımamı sağlamıştır.
Nazar Bey benim için her şeyden önce Adam Yayınları’nın kurucusuydu. Daha doğrusu yaratıcısı. Ben Yayınevi’nde çalışmaya başladığımda Memet Fuat, Cevat Çapan, Turgay Fişekçi vardı, sonradan gelen dördüncü kişi olmuştum, İnci Asena ve Nazar Büyüm de yöneticilerimiz. Cevat Ağbiyle aynı odada karşılıklı masalarda oturuyorduk, Memet Ağbiyle Turgay da hemen yanımızdaki odada. Sonunda dördümüz birlikte çalışıyoruz. Benim için bulunmaz bir yayınevi ortamıydı.
Yayınevi’ne girdiğim ilk günlerden 2005 yılında ayrıldıktan sonra bugünlere gelen yıllara dek, Adam Yayınları’nın adı ne zaman geçse hep aynı sözlerle anmışımdır: Yayıncılık tarihimizin en önemli yayınevi Adam Yayınları’dır. Kuruluş günlerinde neler düşünülmüştür bilmiyorum ama sanırım Nazar Bey’in kafasında da o güne dek bilinenlerden bambaşka bir yayınevi yaratma düşüncesi vardı.
Kitapları yayına hazırlama biçiminde farklı bir özen, kapağından içine önceden düşünülüp titizlikle uygulanan tasarımlar, yanlışsız kitap yayımlama kararlılığı, yazarların yaratıcı emeklerine karşılık veren ve sonra da hiç şaşmadan bağlı kalınan sözleşmeler, çevirmen haklarını gözeten ilkeler, pek çok büyük yayınevi dergi yayımlamaya gönül indirmezken AdamSanat ve AdamÖykü dergilerini yayımlama cüreti, kitapları yaygın biçimde dağıtabilmek için kurulan dağıtım ekibi, ücretlerinden çalışma koşullarına içerde çalışanlara gösterilen saygı.
Adam Yayınları patronundan aşağıdaki görevlilerine uzanan kurumsal bir yapı üstünde yükseliyordu. Yayımlanan her yeni kitaptan editörler ikişer kitap alır, üçüncüyü almak için muhasebeye kayıt düşürürdü. Ben bu kurumsallığı anlatmak için başkalarına, Adam Yayınları’nda tek bir kurşun kalemin bile hesabı tutulur, derdim. Bu anlayışı hiç kuşku yok ki Nazar Bey yaratmıştı.
Onu sert, çalışanlara karşı çoğu kez yüzü gülmez birisi olarak görürdüm. Böyle şeylere pek aldırmazdım. Çünkü aynı anda hem büyük bir reklam ajansının hem AnaBritannica gibi çok büyük ve benim bütün boyutlarını kavrayamayacağım kapsamda bir yayıncılık işinin en tepedeki sorumlusu olmak hem de Adam Yayınları gibi çok özel bir kültür yayınevini yaratmaya çalışmak, ister istemez her an gerilim içinde olmak demekti. Herkes yapamaz ama sanırım Nazar Bey buna uygun bir kişiliğe sahipti.
BİR EDEBİYAT TUTKUNU…
Bütün işleri arasında Adam Yayınları’nın onun kafasında farklı bir yerde, bir gurur nedeni olduğu belliydi. Yayın Yönetmeni olarak Memet Fuat gibi yayıncılık tarihimizde benzersiz bir editör, yayıncı ve yazarla çalışmayı herhalde baştan hayal etmişti. Cevat Çapan’ın üniversitede öğrencisiydi, ona çok yakındı. Cevat Ağbi de onun parlak öğrencilerinden olduğunu söylerdi. Evet, Nazar Bey aynı zamanda, belki şirketlerin patronu olmaktan da önce, bilgili, görgülü bir insandı benim gözümde. Edebiyatı iyi bilen, çok okuyan bir edebiyat tutkunuydu. Adam Yayınları’nın varoluş nedeni de orada olmalıydı. Elbette politik bir kişiliği, kendine özgü düşünceleri de vardı ama onu çok göstermezdi. Ne diyebilirim, özcesi kendi dünyasında önemli ve nitelikli bir kültür insanıydı Nazar Bey.
Memet Ağbi’nin önerisiyle yayımlamaya başladığımız AdamÖykü’nün yayın yönetmenliğini sürdürdüğüm on yıl boyunca ne İnci Asena ne de Nazar Bey bir gün bile gelip, onu niçin öyle yaptın, dememiştir. Bu, o mesafeli duruşu içinde, bir görev verilmiş editörüne, çalışanına karşı Nazar Bey’in saygısındandı, hiç kuşkusuz bundandı. Böyle bir ilişkiyi başka herhangi bir işyerinde bulabileceğimi hiç düşünmedim.
Adam Yayınlarında çalıştığım on beş yıl içinde bir yazıya sığdırılamayacak anılar, ilişkiler, arada elbette sorunlar, çıkışlar ve inişler var. O yılların sonlarında özellikle AnaBritannica’nın son basımındaki ekonomik sorunların yıkıcı etkisi altından kalkmakta Nazar Bey epeyce zorluk çekmişti.
2005 yılında zorunlu nedenlerle Yayınevi’nden ayrıldıktan sonra Nazar Bey’i uzaktan merak ettim. Sık sık düşündüm, nerededir, ne yapıyordur, arada Agos’taki yazılarını okuyordum. Her zaman aynı yerde, duruşunu, düşünme biçimini, politik tutumunu hiç bozmadan yaşadığını hemen söyleyebilirim.
Sanırım bir yıla yakın oldu, Nazar Bey ile Osman Kavala için haberleştik. Osman Kavala ile eskilere dayanan dostlukları vardı. “Osman için bir şey yapmak istiyoruz,” dedi, sanırım benim dergiciliği hiç bırakmadığımı bildiği, belki Notos’u uzaktan izlediği için, yalnızca Osman Kavala’nın göreceği, onun için dijital olarak hazırlanacak bir dergiyi yürütmemi önerdi. “Elbette yaparım,” dedim. Birkaç yazışmamızdan sonra sorduğumda, arada kimi arkadaşların bir iki sayı hazırladığını söyledi. Sonra da İnci Hanım’dan hastalığını, ağırlaştığını öğrendim.
Nazar Bey bu hayatın içinden silinmeyecek bir iz bırakarak geçti. Onu her zaman değerli bir insan olarak hatırlayacağım.
Nazar Büyüm
Nazar Büyüm (sol başta) James Baldwin ile birlikte (hemen yanında)...
(AGOS – Semih GÜMÜŞ – 1.12.2024)