Siyasi Kazanç Arzusunun Topluma Maliyeti

Dr. Berkan Tokar

 

Daha önceki yazılarımda Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC arasında imzalanan ekonomik işbirliği protokolü ile ilgili düşüncelerimi ve bu ikili yardım antlaşmasının Ülkemizin gelişimi açısından ne kadar önemsenmesi gerektiğini sizlerle paylaşmıştım. Günümüze değin süre gelen bahse konu yardım içerikli protokollerin temel amacı planlama, düzenleme, denetleme ve yaptırım uygulaması açısından daha etkin bir kamu yapısı, kaynaklarını daha verimli kullanan bir kamu maliyesi ve istikrarlı bir devlet yapısı yanı sıra rekabet edebilirliği yüksek bir özel sektör oluşturmaktır. Özetle bu yardımların temelinde KKTC ekonomisinin istikrar kazanarak sürdürülebilirliğinin oluşması ve kendi ayakları üzerinde durmasını hedef alınmaktadır.

Bu saptamayı yaptıktan sonra protokollerin bizi hedeflerimize taşıyabilmesi için nasıl şekillenmesi gerektiğini de irdelemekte fayda vardır. Protokollerin en temel özelliği iki ülke arasında imzalanması ve karşılıklı taahhütler içermesidir. Bir yandan KKTC hükümeti protokoldeki yapısal reformları uygulayacağına dair taahhüt ortaya koyarken diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri de KKTC’ye sağlanacak mali yardımın aksatılmadan KKTC’ye transferini taahhüt etmektedir.

Bu tanımlamaların ardından sizlerle, Başbakanımız Sn. Ersin Tatar’ın gazeteye yansıyan açıklamasında, “mali protokol çerçevesinde ülkemize sağlanacak mali yardım akışının yılsonuna kadar olması beklendiğini ve teknik heyetlerin reel sektör ve yatırımlar için halen görüştüğünü” söylediğini paylaşmak isterim.

Bir yıllık bir süre için imzalanmış olan bu yılki protokol çerçevesinde henüz mali kaynak akışı başlamamışsa, Hükümet taahhüt altına girdiği reformlar için ne yapmaktadır? Yani yukarıda belirttiğim iki taraflı taahhütler yerine gelmiyorsa ve bu halden de kimsenin şikâyeti yoksa o zaman bu protokolü imzalama gayesi neydi diye sorsam yerinde bir soru olmaz mı? Çünkü protokoller, siyasi bir şov olarak imzalanıp bir köşeye atılacak antlaşmalar değildir. Protokoller, KKTC’nin kalkınmasının üzerine yaslanacağı temel bir destek aracı olduğu bilinciyle yapılıp, imzalanması ve uygulanması gereken dokümanlardır.

Aslında yazılarımı siyasi mecraya taşımayı hiç istemem. Her zaman teknik alanı aşmamaya gayret gösteririm, ancak şunu da atlamak istemem. Bu hükümet değil midir ki, muhalefette iken TC hükümetlerinin protokol çerçevesinde taahhüt ettiği mali yardım akışı aksadığında, bu aksamaları TC hükümetinin tercihi olarak lanse ederek onun üzerinden siyasi kazanç sağlanma uğruna o zamanki hükümeti suçlamıştır? Bu Hükümet değil midir ki, muhalefette iken kendileri hükümete geldiği takdirde mali kaynak akışının hemen başlayacağı vaatlerini vermiştir? Cevabını da vereyim, evet bu Hükümettir. Peki, o zaman geldiğimiz aşamada ne olmuş; ne mali yardım akışı başlamış ne de başka bir şey var görünürde.

Görülen o dur ki, bu gün için maliye Sn. Tufan Erhürman hükümeti döneminde alınmış olan mali tedbirlerle halen yürütülebilmektedir. Döviz kurlarındaki gerileme benzin fiyatlarına yansıtılmamakta ve oradan elde edilen ek fiyat istikrar fonu gelirleri de maliyeye bu gün için yardımcı olmaktadır. Ancak bilmemiz gereken bir gerçek var ki, ne bahse konu önlemler ne döviz kurunun düşük olması ülkemizin ekonomik açıdan kendi kendine yetebilen bir seviyeye gelmesini sağlamaya uzun dönemde yetmez. Dolayısıyla Hükümetin üzerine yoğunlaşması gereken Ülkemizin makroekonomik dengelerinin sağlayıp ekonomimizin kendi ayakları üzerine duracak yapıyı oluşturmasını sağlamaktır.

Sonuç itibarıyla, Ülkemiz için göz ardı edemeyeceğimiz en önemli vizyon, Ülkemizin ekonomik olarak geliştirilip kendi ayakları üzerinde duran ekonomik ve kurumsal bir yapıyı oluşturmaktır. Dolayısıyla Hükümetlere düşen bu vizyon çerçevesinde Ülkemizin sosyal ve ekonomik yapısını ekonomik kalkınma temelinde geliştirmesidir. Toplumumuz adına imzalanan protokolün temel hedefinde de bu vizyon olmalıdır. Yukarıda belirttiğim gibi Ülkemiz adına her hangi bir protokol imzalamak, siyasi bir şov aracı olarak değil, ekonomik kalkınmanın temel destek noktası olarak görülmeli ve o denli ciddiye alınmalıdır. Aksi takdirde ekonomik bağımlılığın ortaya çıkaracağı toplumsal bedellerin ödemesi kaçınılmaz olur.