Konumuz:
“DİPLOMALI İŞSİZLER ÜLKESİNE DOĞRU”
*Hemen her gencin ‘üniversite’ eğitimi aldığı, üniversite mezunu olduğu bir süreçten geçiyoruz.
*Oysa ‘işçi’ bulunamıyor. Ülke üniversiteli işsizler cennetine dönüştü. Bu kadar çok üniversite mezununa ihtiyaç var mı?
*Eğitimi yönetenlere ve ailelere nasıl bir rol düşüyor?
Özel dosyamıza ve tartışma konularımıza devam ediyoruz. Geçtiğimiz hafta ‘masumiyet karinesi’ni gündeme almıştık. Bundan sonra da arasıra özel dosyamızı açmaya devam edeceğiz. Sizlerden de tartışılmasını istediğiniz konuları, gündem maddelerini editor@adreskibris.com adresine göndermenizi bekliyoruz.
-----------------------------------------------------------------------
Diplomalı İşsizler: Sorunu uzakta aramayın!
Yrd. Doç. Dr. Ahmet GÜNEYLİ
Kıbrıs’ın kuzeyinde okuryazarlık oranının %90’ların üzerinde olduğunu düşünüyorum. Bu oranda olmasa bile üniversite mezunu öğrencilerin sayısı her geçen gün artmakta ve neredeyse Avrupa Birliği ülkelerinin de üstüne çıkmış gibi görünmektedir. Eğitim sürecinde ilk bakışta bu çok olumlu gibi görünen tablonun aldatıcı olduğu ve perdenin gerisinde ne yazık ki ciddi sorunlar yaşandığı aşikardır. Bu sorunların başında da, bu dosyanın adında geçtiği gibi, ülkemizde diplomalı işsizlerin çok fazla olmasıdır.
Okuma kültürünün olmadığı bir ülkede, hiç şüphesiz, ne kadar iyi donanıma sahip ve alt yapısı olan üniversite kurarsanız kurun, sorunların yaşanması kaçınılmazdır. Bir eğitimci olarak, yükseköğretim kurumlarının temel amacının, ulusal ve evrensel bağlamda bilimsel ve sanatsal gelişimi desteklemek ve bu ilerlemenin bir koşulu olarak uzmanlaşmış insanlar yetiştirmek olduğuna inanıyorum. Düşünme, üretme, tartışma, sorgulama, eleştirme, irdeleme, araştırma vb. birçok zihinsel süreci başarıyla yerine getirmek yani aktif birer öğrenen olmak çok önemlidir. Sözü edilen bu zihinsel becerilerin temelinde ise okuma ediminin olduğunu bilmek gerekir. Oysa Kıbrıs’ı düşündüğümüzde yaşamının herhangi bir döneminde kitaba ya da okuma edimine gereken değeri vermeyen bir toplum olduğumuz gerçeğini (bu yorumda istisnaların olduğunu da belirtmem ve onları tenzih etmem gerekiyor sanırım) evvela bir hatırlamak lâzım. Hatta daha da ileriye gidip, bu işten yaşamını kazanan sınırlı sayıda kitapçımıza bir uğramanızı ve durumun vahametine tanık olmanızı, bir silkinip kendimize gelme adına önemsiyorum. Peki, okuma kültürünü edinmemiş bir birey, yükseköğretim sürecinde ne kadar başarılı olur? Aslında başarılı olmasının ötesinde mutlu olabilir mi?
ANAHTAR ROL
Ben, bu yazıda esas olarak yükseköğretime giriş sürecinde ailelerin anahtar role sahip olduğunun altını çizmek istiyorum. Aileler, her şeyden önce çocuklarının kendilerini tanımaları için sorumluluk üstlenmelidirler. Bunun devamında ise kendileri de çocuklarının bilişsel yeterliklerini ve duyuşsal özelliklerini tanımaya çalışmalıdırlar. İçinde bulunduğumuz dönemde, Kıbrıs’taki aileler çocuklarının yükseköğretime gitmesi için, belki de, çocuklarından daha da isteklidirler. Bu hiç de normal olmayan ruh halinin altındaki nedenleri değerlendirmek ve toplumsal bir çözüm arayışına yönelmek artık olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Aklıma gelen nedenleri sıralamak istiyorum şimdi… Rekabetçi bir anlayışa sahip aile, çocuğunu diğer çocuklarla yarıştırma ve onlardan daha da ileriye taşıma isteğindedir. Böylelikle kendisi, diğer aileden daha başarılı ve üstün olabilecektir! Kendi üniversiteye gitmediği için çocuğunu okutma gayesi de olabilir ya da Kıbrıs gibi iş bulmanın neredeyse imkansızlaştığı bir coğrafyada üniversite hatta yüksek lisans-doktora mezunu olmanın tek çözüm olduğu algısına sahiptir. Kendi başarısızlığını çocuğunun başarısı ile örtmeye çalışanlar da vardır; çocuk merkezli aileler ise sırf çocuğu istedi diye onların isteklerine hayır diyememektedir. Öte tarafta, yaşı küçük ve askere gitmesin, okulda biriyle tanışsın ve evlensin, üniversitede ilgili bölümde okuyarak kendi işini devam ettirsin gibi düşüncelere sahip nice aileyle de karşılaşmaktayız. Bugün birçok gelişmiş ülkede de hem devlette hem de özelde üniversitelerin olduğu görülmektedir. Örneğin İngiltere’de birçok üniversite vardır ancak ailelerin çocuklarını üniversiteye göndermek gibi bir önceliği olduğunu düşünmüyorum. Belirtilen sorunlardan yola çıkarak, Kıbrıs’ın kuzeyinde yetişkin eğitiminin ve özellikle de aile eğitiminin devlet eliyle geliştirilmesi ve zorunlu olmasının yararlı olacağı görüşündeyim. Böylelikle, sanırım ki, üniversiteye gitme yeterliğinde ve isteğinde olmayan gençlerin yaşamda daha farklı bir yol çizmeleri mümkün olabilecektir.
PLANLAMA
Konuyla ilgili aileleri sorumlu tutarak devletin ve üniversite yönetimlerinin sorumluluklarını görmezden geldiğimi düşünmenizi istemem. Şöyle ki, adadaki üniversitelerin varlığını sorgulamak yerine, üniversiteye giriş ve çıkış koşullarını değerlendirmenin ve akademisyenlerin niteliğini araştırmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum. Artık, adadaki üniversitelerin niceliksel büyümeden çok, niteliksel gelişime önem vermeleri elbette çok daha önemlidir. Öte yandan devletin de özellikle ara eleman yetiştirme, mesleki-teknik eğitimi geliştirme, yeni açılan üniversitelerde ihtiyaç fazlası mezun veren kimi alanların açılmasını onaylamama gibi planlı bir eğitime yönelmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, Gaile’de önceden yayımlanan bir yazımda üzerinde durduğum gibi, Kıbrıs’ta iktidara gelen tüm partilerin üzerinde görüş birliğine vardığı ender hedeflerden biridir Kıbrıs’ı üniversiteler adası yapabilmek. Bu görüş birliğinin sonucu olarak Kuzey Kıbrıs’taki üniversiteler, eğitim-öğretim ve araştırma işlevlerinin dışında adanın ekonomik, sanatsal, kültürel ve birçok alanda gelişimine oldukça önemli katkılar sağlamaktadır. İzolasyonlara rağmen üniversitelerdeki niteliksel ve niceliksel ilerleme, başta Türkiye olmak üzere Güney Kıbrıs tarafından da yakından izlenmektedir. Yükseköğretim kurumlarımız bugün birçok alanda Avrupa Birliği ülkelerindeki üniversitelerle rekabet edebilecek duruma gelmiştir. Özetle, üniversiteleri acımasızca yermek ve eleştirmek pek yarar sağlamayacağı gibi, tamamen serbest bırakmak ve denetlememek de doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
----------------------------------------------------
“Diplomalı gençler” umutsuz gençlere evirildi
Dr. Dilek Karaaziz Şener
Sanat Tarihçi-Hacettepe Üniversitesi Sanat Müzesi
Öncelikle sorunuzdan hareketle başlamak gerekliliği, kendiliğinden doğdu. Hemen her gencin ‘üniversite’ eğitimi aldığı bir ülke, bu durumdan dolayı ülke, “cennet” midir, yoksa kaosun eşiğinde mi? Kimse ülkesinin gerçek bir keşmekeşe dönüşmesini istemez. Ve fakat gelin görün ki, sorun yumakları, birbiri arkasına eklendikçe, her ülke kendi cehennemini de kendi yaratıyor. Eskiden diploma özgürlüktü. Gelecek garantisiydi. Umuttu. Gelin görün ki son yirmi yıl içinde ve özellikle de son on yılda her şey değişti. “Diplomalı gençler” umutsuz gençlere evirildi. Durumun duygusal bağlamda aldığı bu tanımlamanın aynı zamanda hem ailelerin hem de mikro ölçekte düşünmek gerekirse ülkenin ekonomik gücünü askıya alıyor. Her bir çocuk her bir genç geleceğe birey ve iş gücü olarak yatırımdır. Bunları düşünerek işsizliğin ve özellikle de yüksek öğretim gücünün sadece diploma olarak kaldığı ve her geçen gün işsizliğin tırmandığı toplumlarda madalyonun diğer yüzüne bakmak gerekiyor. Siyasi istikrarsızlıklar toplumun her kesimini etkiler ki bunun başında da eğitim gelir. Şöyle düşünelim ülkede yüksek öğretim yapmış potansiyel var; fakat istihdam yetersizliğinden açıkta kalan, işsiz veya kendi alanı dışında, daha doğrusu “bulabildiği işte” çalışmak zorunda kalan bir nüfus mevcut. Böylesi bir tabloda öncelikli olarak mutsuzluk denilen keşmekeşin kol gezmeye başladığını ve kısa süre içinde de toplumu bir virüs gibi sararak kaosa sürüklediğini düşünmemek elde mi? Peki ekonomik olarak masaya yatırdığımızda onca eğitim yatırımının geri dönüşü olmazsa bu bir dar boğaza sebebiyet vermeyecek midir?
KADERİNE TERK
Kuzey Kıbrıs için konuşmak gerekirse, göz göre göre ‘yarımada’ kendi kaderine terk ediliyor. Peki, “nerede ve nasıl” yanlış yapıldı? Yapılanlar yanlış mıydı? Kimse ülkenin işsizlik darboğazında nefessiz kalmasını istemez. Daha minimum ölçekte düşünürsek hiçbir aile çocuğunun mutsuz olmasını istemez. Anne ve babanın attığı her adım, çocuklarının geleceği, mutluluğu ve huzurlu bir yaşam sürmesi içindir. Hal böyleyken yeni bir soru ortaya çıkıyor: Neden gençler mutsuz? Eskilerin deyimiyle “kapı gibi diplomalar” onca umudu, beklentiyi, gelecek ışığını nasıl oldu da bir anda tersi bir yolda kaybolmaya doğru sürükledi?
Belki tüm bu sorular ilk bakışta oldukça karamsar bir atmosfer yaratmış olabilir. Fakat elimizdeki fotoğrafa görünenleriyle değil de esas olarak görünmeyenlerin izini sürerek ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla görerek bakmak gerekiyor. “Diplomalı işsizler” bir ülkeyi cennetten çok, günümüzde, ancak ve ancak “ordu”ya çevirebilir ki, durum da zaten bundan ibarettir. Kocaman bir “işsizler ordusu”… İçinde gerilimleri barındıran kocaman bir kaos yumağı! Her an patlamaya hazır ruh haliyle, memnuniyetsiz bakış açısıyla, “marazi” tekrarlarına takılıp takılıp kalan ve bununla birlikte klişenin yumağına sarılarak, aynı umutsuzluk senfonileri içinde ülke de ritim tutarak ve her geçen gün sesleri yükselerek büyüyor. Peki şu soruyu soralım mı, bu aşamada: “Siyasi istikrasızlık” kendi içinde büyüyen bu kaos yumağını “istikrarlı iş gücüne” çevirebilme yetisine sahip midir? Galiba cevabını bildiğimiz soruları sadece ve sadece soruyoruz!
NASIL OLUŞTU?
Esas sorulması gereken: Böylesi bir “diplomalı işsizler” ordu nasıl oluşmuştur? Sorunun yanıtını, günlük değerlendirmeler ve gelip geçici anlık refleksler içinde aramak, sorunların çözümüne katkı koymaktan ziyade, daha da kaosun büyümesine ve gelişmesine ve de virüs gibi ülkeyi ele geçirmesine sebebiyet veriyor. Çünkü bugün geçmişiyle hesaplaşmazsa geleceğini nasıl yönlendirecektir? Sonuç olarak şunu görmek gerekiyor: herkes söz konusu “mutsuz diplomalı işsizler ordusu” formülüne hangi noktada “bilinçli/bilinçdışı” bir katılımla dahil olmuştur. Bugün sosyolojik araştırmalar, mutsuzluk formülünü eşitlemek için bağlantıları “bilinçsiz tercih”, “aile baskısı” ve “rehberlik eksikliğine” bağlamaktadır. Hepsi bir araya geldiğinde ve zamanın hızla akıp geçiverdiğini düşünerek, elinizde diplomanızla ortalarda kalıveriyorsunuz. Bu durumda ne yapılmalı? Bireysel olarak bakıldığında gençler çıkar yolu “göç”te buluyorlar. Sizce en kolayını mı seçiyorlar? İnsanın elinde diplomasıyla ülkesini, ailesini, yaşanmışlıklarını geride bırakıp gitmesi o kadar kolay mıdır?! Ülke siyasetinin ‘kısır çekişmeleri’nin bedelini, gençler ödemek zorunda kalıyor. Bu nedenle de, ne giden için ne de gönderen (aileler) hiçbir şey öyle göründüğü gibi değildir.
Sözü fazla uzatmadan bence: “diplomalı işsizler” ülkenin içinde bulunduğu durumu ve gelecekten neler umabileceğini görmek, anlamak, içselleştirip önlem almak için son derece önemli bir sosyolojidir.
---------------------------------------------------------
“Gençlerimiz Amaçsız”
Şerife Gündüz
Biyolog-Öğretim Üyesi
Her zaman ülkemizin nerdeyse % 90’ını üniversite mezunu diye yere göğe sığdıramıyoruz. Bunun gerçekte irdelenmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Gençlerimiz (etrafta gördüğüm büyük bir çoğunluğu içeriyor), AMAÇSIZ. İster A Level programı, ister LYS ile üniversiteli olmak artık özellikle belli bir geliri olanlar için çok kolay. ( Tabii ki sayılı üniversiteler hariç)… Üniversiteye giremeyen yok. Ülkemizde bir sürü üniversite mezunu var ve bunlar asgari ücretle zar zor iş bulabiliyorlar. Herkes okuyor; ama meslek liselerinden, esas ihtiyaç olan meslekler çıkamıyor; çünkü onlar da öyle veya böyle üniversiteye gidiyorlar ki bu durumun nedeni de çoğu zaman aileden kaynaklanabiliyor. Aileler, sanki de üniversite okumadan meslek sahibi olmak isteyen çocuklarını büyük suç işliyormuş gibi görüyorlar. “Çocuğum okuyacak adam olacak” düşüncesiyle hareket ediyor; fakat ara meslek grubunda da iyi para kazanacağı hiçbir ailenin aklına gelmiyor.
“GÖRMEZLİKTEN GELİNİYOR”
DPÖ ve Eğitim Bakanlığı’ndan da bu konuyla ilgili ya çalışma yapılmıyor ya da yapılıyorsa programa yansıtılmıyor. Ülkemizde maalesef her zaman öncelikli konular olarak; “kim kimin adamı, acaba kim müdür olacak, partiler arasındaki kavga dövüşler, seçimler, itişme, kapışma ve paylaşılamayan koltuklar “ yer aldığından, ülkemizin gerçeği olan ‘Diplomalı İşsiz Gençler’ konusu kimse tarafından ne yazık ki görülmemekte ya da görmezden gelinmektedir. Ben bunları Kıbrıs’ta yaşayan biri olarak gözlemliyorum. Kimsenin işine veya mesleğine saygısızlık etmek de istemem. Bunlar benim görüşlerim. Beni, ister üniversitedeki bir öğretim üyesi sıfatımla, ister eğitim sektöründeki yöneticiliğimle, ister toplumda yaşayan biri olarak, isterseniz de iki çocuğu olan ve ülkemin geleceğinden ve içerisinde bulunduğu durumdan rahatsız ve huzursuz olan bir anne olarak görün, fark etmez. Ben içerisinde bulunduğum durumdan rahatsızım. Bir toplumun değer yargıları sadece para ve lüks ile ölçülüyorsa ve erdemler göz ardı ediliyorsa, herkes her şeyi biliyorsa daha fazla yorum yapmak da anlamsız olacaktır.
FARKINDALIK!
Bu konuyla bağlantılı olarak, eğitim sektöründeki yöneticiliğimde karşılaştığım bazı durumlardan, iş müracaatlarında yaşamış olduğum birkaç örnekten bahsetmek istiyorum.
X konuma bir müracaatla eleman alıyorsunuz. Bu iş, iyi konuşan ve pazarlama yeteneği yüksek olan eleman gerektirdiği için işe alırken de alacağınız elemanı bu çerçevede alıyorsunuz; fakat bir ay sonra “ben mesleğimi yapmak istiyorum, ( örneğin), ben rehberlik bitirdim x üniversitede yüksek lisans da yaptım, ben o işi yapmak istiyorum” diyor ve çok iyi yaptığı işi yapmayı bırakıp işten ayrılıyor. Tamam herkes üniversitede okuduğu bölümü icra etmek ister; ama sen 1 değil 2 değilsin ki, her yıl onlarca hatta yüzlercesinin içinden birisin. Mesleğin ihtiyaç kapsamında değil, benim ihtiyacım bu deyince de evde oturuyor ama başarılı olabileceği yerde çalışmıyor. Bu ne perhiz ne lahana turşusu bilmem. Ne kendimizin ne de ihtiyaçlarımızın farkındayız.
Diğer örnek ise; özel sektörde iyi bir görevde çalışan bir genç, özel sektör çok yoğun, çalışma saatleri çok uzun ve yorucu deyip “ben devlete gireceğim” diyor. Özel sektörde çalışmak bazı gençlere zor geliyor. Devletin neresine gireceğiz artık! Devlet doldu taştı… Hâlâ daha “devlet de devlet” diyoruz. Bazı gençler tarafından devlet, bu durum çerçevesinde değerlendiriliyorsa, devletin gözümüzdeki ve de düşüncemizdeki konumunu düşünün bir kere. Devlette çalışan kişiler maalesef ki başkaları tarafından; çalışmayan, oturarak para kazanan kişiler olarak algılanıyorlar. Bu anlamda devlet kapısı çalışmaktan korkan, garantici ve partili gençlerin sığınağı oluyor. Bunun sorumluluğunu önce aile, sonra da devlet üzerine alması gerekmektedir. Hedefi amacı belli olmayan gençler meslek seçiminde de hatalar yaparak, kendi yeteneklerinin farkına varmadan meslek seçiyorlar ve sonra da mutsuz oluyorlar. Yapılan bir seçimin yaşamın ileriki yıllarını derinden etkileyeceğini unutuyorlar. Bugün verilecek doğru karar, ileride mutlu bir yaşam sürdürmeyi sağlarken, bugün verilecek yanlış karar, ileride hep arayış içerisinde olan, enerjisini hep bu yöne çevirmiş, ya da bu mücadeleyi veremeyecek kadar yorulmuş, bezmiş insanlar yaratacak ve mutsuz toplumlar oluşturacaktır. MUTSUZ, İNANÇSIZ ve TATMİNSİZ insanlar.
-----------------------------------------------------------
“Meslek Planlaması yapılmalı”
Ulaş Gökçe
Akademisyen
Tüketim çağında Kıbrıslı Türklerin yükseköğrenime aşırı ilgisi toplumda statü elde etme aracı gibi bir hal alıyor. Yükseköğrenimin ticarileşmesi, pazarlama tekniklerinin tümünü kullanması ise bu ilginin bir tuzağa dönüşmesine neden oluyor. Bu sorunun bir kısmı. Diğer bir mesele de genelde eğitimin ve özelde yükseköğrenimin neden alındığının uzun bir süreden beridir unutulmuş olmasıdır. Özellikle yükseköğrenim kişinin bilgi, ilgi ve becerilerini, yetilerini geliştirmek amacıyla gereklidir. Yani yazı yazma yeteneğin varsa gazetecilik, edebiyat okumalısın. İnsan doğasına mı meraklısın? O zaman tıp alanında bu ilgini geliştirmelisin. Ancak yükseköğrenim ve eğitim tarihinin bu ana ilkesi bizde ciddi anlamda çiğnenmiş durumdadır.
YÜKSEK ÖĞRENİMİN BİZDEKİ NEDENLERİ
Bugün Kıbrıslı Türk gençlerinin önemli bir kısmının yükseköğrenim almasındaki temel nedenler şu şekilde sıralanabilir: askerliği erteleme, toplumda statü elde etme, statü atlama. Bu düşüncedeki gençler üniversitelerin pek çok ana bilim dallarından derleme, herhangi bir meslek sahibi yapmayan programlarının tuzağına düşüyorlar. Bunun ardından gençler uzun yıllar harcayarak 20’li yaşlarının sonunda ellerinde diploma, mesleksiz hayata atılmaya çalışıyorlar. Sonuç ise işsizlik. Bugün işsiz gençlerin isyan çıkaracak sayıda olmasına rağmen sükûnet içinde olmalarının tek nedeni ailelerinden aldıkları maddi destektir. Ülkemizde her gün çok büyük borç içinde olan emekliler, devlet memurları görüyoruz. Bu kişiler çocuklarına ev almak, iş kurmak, maddi destek olmak için borçlanıyorlar. Bu durumun bir felakete dönüşmesi artık an meselesidir. Ülkemizin güneyinde zanaatkar olmak, el becerisi sahibi olmak, işçi olmak, meslek sahibi olmak bir prestij konusuyken bizde bir kabus unsurudur.
MESLEK PLANLAMASI
Bu durumdan çıkmanın yolu bellidir. Öncelikle ailelerin çocukları için bir MESLEK planlaması yapması gerekiyor. Meslek planlaması yükseköğrenimden bağımsız bir alandır. Meslek yalnızca yükseköğrenimle elde edilecek bir konu hiç değildir. Çoğu zaman üniversite mezunları meslek sahibi olamıyor. Aileler ve rehber öğretmenler, üretime yönelik, farklı alanlarda kullanılacak mesleklerin teşvikini mutlaka yapmaları gerekiyor. Yükseköğrenime eğilim ise temel bilim dalları yönünde olmalıdır. Gençlerin birleştirilmiş ve açıkçası uydurulmuş programlardan uzak durmaları lazım. Hükümetin burs politikasını değiştirmesi gerektiği de ortadadır. Çünkü zaten binlerce mutsuz ve işsiz gencin olduğu ülkeye daha fazla mesleksiz ‘kazandırılmasını’ önlenmesi gerekiyor. Hükümet bursları daraltması, mesleki programları teşvik etmesi ve burslardan elde edilecek geliri zanaatkarlık için kullanması gerekiyor. Hayatta insanı mutlu edecek tek şey üretmektir. Çalışmak değil üretmektir. Toplumları ayakta tutan da budur.