Bir sahnedeyiz. Bizi idare edenlerin aldığı kararlar, oyunumuzun senaryosunu oluşturuyor. Çoğu zaman şikayet ediyor, koltuklarda oturan isimlere göre tepkimizin boyutunu belirliyoruz. Kimse mensubu olduğu partiyi açıkça eleştirmiyor. Aynı hata, başka bir siyasi parti tarafından yapıldığında ise yer gök inliyor. Oysa ki ortaya çıkan icraatlar arasında sadece nüanslar var. Çünkü bağlıyız, bağımlıyız. Sonuçta kasanın sahibi değiliz. Düdüğü üfleyen her daim aynı iken, O’nun çaldığı notaları kalabalıklara ulaştıran hoparlörler değişebiliyor. Tabi ki haklarını yememek lazım. Bir grup, zaman zaman çalınan ezgiye karşı çıkıyor veya farklı şarkılar önermeye çalışıyorsa da başaramıyor. İnat ettiklerinde de kapı dışarı ediliyorlar.
Siz bıkıp usanmadan, çemberin içi ve dışı kadar, en ortası var deseniz de, olmuyor. Çünkü “orta” diye tabir ettiğiniz alanı, siyasal manada şekillendirmek mümkün değil. Adeta bir ucube. Yanlış anlaşılmasın kastım, ideolojik kitapların bize sunduğu yolları kutsallaştırılıp, uygulamak değil. Özellikle gençlerin, iktidara odaklanmaması ve bir mevki elde edip onun sunduğu imkanların yarattığı illüzyona kapılmamasından bahsediyorum. Toplumsal dönüşümü hedeflemek gerekiyor. Aksi takdirde eleştirilen çürümüşlüğe kapılmak işten bile değil.
Karantina sürecinde dillere dolanan “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” cümlesi ile başlayan yorumlar, sanırım çok kısa bir zamanda çöp tenekesini boyladı. Çünkü ne toplum ne de siyasiler, başka bir dünyayı kurabilmek için en ufak bir kıpırdanış içinde değiller. Hatta “normale” dönmek için büyük bir çaba harcıyoruz. Sokağa çıkma yasaklarının ve kamu – özel sektör çalışma koşullarının eski hâline döndürülmesiyle birlikte, hiç vakit kaybetmeden pausedan play tuşuna bastık. Açılışın ilk günü mağazalara akın başladı, kimi restaurantların telefonları kilitlendi. Hatta şimdi akıl yürütülen en önemli konu, casino sahibi büyük otellerin turizme açılması. Ha tabi, onlar batarsa turizme dayanan ekonomimiz zarar görür, değil mi? Tamam, o zaman havasız, basık ve yakın temas kurulan casinolar kapalı kalıp, bu sene oralar da diğer butik oteller gibi casinosuz çalışsınlar. Olmaz mı? Yoksa bizim turizmimiz ve ekonomimiz kumara mı dayanıyordu?
Elimden geldiğince Meclis Tv’yi izliyor, memleketi yöneten ve ona muhalefet eden kesimlerin gelecek tasavvurlarını anlamaya çalışıyorum. Maalesef yazının başında bahsettiğim oyunun dışına çıkan insan sayısı çok az. Hâl böyle olunca, örgütlenip toplumu da etkisi altına alabilecek bir enerji yaratılamıyor. Üretimden koparılışımız, siyasal alana da yansımış durumda. Rahimde sıkışıp kalmış ve bir türlü çıkış yolu bulamayan fetusü andıran bir durum hâkim. Sanırım henüz konfor alanlarımızın dışındaki diyara ulaşmak için gereken cesarete sahip değiliz ya da yeterince tükenmedik.
Ama önümüzdeki aydan itibaren özellikle orta sınıfa (üst tabaka düze çıkmanın yolunu her zaman bulur) mensup kesimlerde yaşanacak iflaslar ve özel sektöre bağlı işsizlik, üzerimizde kara bulutların uçuşmasına neden olacak. İşte o noktada neler yaşanacak bilmiyorum. Eğer şu anki hükümete alteratif olmak ve gerçek anlamda bir toplumsal dönüşüm sağlamak isteniyorsa, tam vaktidir. Umarım her kriz sonrası yaşanan erken seçimde olduğu gibi, sadece isimler değişmez. Bu noktada sanırım seçilmişler yanında toplumsal hareketler olarak da “oyun kuruculuğun” ne anlama geldiğini yeniden tartışmalıyız. Artık “evimizi temizleyelim” fikrindeki “evin” sadece kuzey değil tüm Kıbrıs olduğu, “temizliğin” ise barış ve üretim anlamına geldiğini ortaya koyan politikalara ihtiyacımız var.