Sizi kim kandırdı?

Kıbrıslı Türklerin “Kıbrıs Cumhuriyeti” pasaportu almasına bir itirazımız mı var? Nasıl olsun ki!.. Hepimiz bu pasaportu taşıyoruz işte... Dahası, Türkiyeli ana - babadan doğan çocuklar ve onların çocukları, bu pasaporta sahip olmak için gü

 

 

 

Kıbrıslı Türklerin “Kıbrıs Cumhuriyeti” pasaportu almasına bir itirazımız mı var?

Nasıl olsun ki!..

Hepimiz bu pasaportu taşıyoruz işte...

Dahası, Türkiyeli ana - babadan doğan çocuklar ve onların çocukları, bu pasaporta sahip olmak için güneyde avukat tutuyor, hukuk mücadelesi veriyorlar.

Bir “ayrımcılık” uygulanıyor, özellikle de burada doğan ana babalarının, yine burada doğan çocuklarına...

Artık üçüncü nesil onlar, yine de “Siz Kıbrıslı değilsiniz” diyor Kıbrıs Cumhuriyeti makamları...

Sonuçta “ortaklık” hakkı her Kıbrıslı Türk’ün... Ve bireysel de olsa, Avrupa Birliği’nin pekçok “avantajını” sağlıyor hepimize...

Dünyayı bu kadar kolay gezemez, eğitim ve sağlık gibi konularda yaşantımızı daha kolay sürdüremezdik, eğer olmasaydı bu pasaportlar.

Elbette esas mücadele, bu pasaportları, kendi makamlarımızın vermesi...

Peki, Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün’ün “Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu”nu niye deşifre ediyoruz o zaman...

İsyanımız “iki yüzlülüğe...”

Siz hem, Türkiye’deki Meclis’te şov yapacak ve diyeceksiniz ki, “Rumlar pasaportla gençlerimizi kandırıyor”, hem de “cebinizde” pasaportla gezeceksiniz!..

Sormazlar mı, “Sizi kim kandırdı acaba” diye!..

 

 

 


 

‘Uyuşturulan’ yarınlarımız...

 

“Çok da önemli değil” diyerek, gözlerimizi kapatmamız mı gerekir!..

Ya da, telaşa düşerek, birileri bizi “sizi gidi tiraj avcıları” tepeden bakışı ile suçlamasın diye.

Sizin çocuğunuz olsaydı, bir kaldırım kenarında “yarı baygın” yatan...

Ya da bir evin avlusunda bulunan, kendinden geçmiş bir halde...

Polis gelse, kapınızı çalsa ve “oğlunuzu, kızınızı sokak ortasında bulduk” dese..

“Panik yapmayınız canım, uyuşturucudan herhalde...”

 

***

 

Nasıl seyirci kalabiliriz, böylesi bir tüyler ürpertici manzaraya acaba?

Ve aslında, “nasıl seyirci kalıyoruz” yıllardır...

Ne bir eğitim programı var henüz, tam teşekkülü, okullarda uygulanan.

Ne de ciddi yatırım yapılmış bir “narkotik” birimi...

Uyuşturucu, gençlerle de doyuramadı karnını, çocuklara kadar indi ülkemde...

İş kazasında ölenlere, kaçak çalıştırılanlara, hemen her gün yinelenen taciz ve tecavüzlere, aman hırsız gelmesin diye kilit üstüne kilit vurduğumuz kapılarımıza, pencerelerimize bile alıştık.

Ne olur “kaldırım kenarında baygın” bulunan çocuklara alışmayalım, kanıksamayalım bu durumu...

Birileri hesabını verecek mi?

Ve artık birileri dert edinecek mi, “uyuşturulan” yarınlarımızı...

 


 

Kıta sahanlığı mı dediniz?

 

“Kıta Sahanlığı” diye diye başımız şişti...

Oysa, biz kafa şişirirken "Nautica" adlı kruvaziyer Alanya'ya 576 turist taşıdı.

Yolcuların çoğu İngiliz.

Ve “yüzen otel”in  340 da mürettebatı var.

Düşünsenize, bir 800 kişinin Mağusa ya da Girne limanına indiğini, ekonomiye tek bir günde sağlayacağı canlılığı!..

İşte bu gemi Alanya’dan ayrıldı ve Limasol’a gidiyor şimdi...

Alanya’dan sonraki durak Kıbrıs yani...

Kuzeyi değil ama güneyi...

Gördünüz mü siz “Kıta Sahanlığı”nı...

“Sınırlandırma”  işte bu!..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri