Franki geldiği ilk günden böceklerin, sürüngenlerin peşine düşmüştü. Belli ki avcı bir kedi olacaktı. Tabii ki Sofi ilk günler bayağı kıskanmış, epey kapris yapmıştı bana. Franki’yi biraz sevdim, onunla oynadım diye hiç yapmadığı şeyi yapmış eve kakasını yapmıştı. Neyse; günlerce Franki Sofi’nin peşinden koştu. Onunla arkadaş olmak istiyordu ama bizim Sofi hanım yüz vermiyordu. Franki’ye dışarıda yatacak yer hazırlamıştım, orada yatıyor, ağaçlara tırmanıyor, velhasıl kendi başının çaresine bakıyordu. Belli saatlerde yediriyordum onu. Bundan maksat avlanmayı öğrenmesiydi.
Bir akşam onun yemeğini verdim, etrafı kapattım ve günün yorgunluğunu gidermek için televizyonun karşısına oturdum ki, dışarıdan daha miyavlaması duyulmayacak kadar küçük olan Franki’in feryadı ile kendimi bahçeye attım. İngiliz komşunun azman beyaz kedisi Franki’ciği parçalayacakmış gibi saldırıya hazırlanıyordu. Franki’nin daha yeni bitmiş tüyleri diken diken olmuş; haline bakmadan sırtını kamburlaştırmış, olası saldırıyı karşılamaya hazırlanıyordu. Deliye döndüm ama azman kedi kapının açıldığını duyunca kaçmaya başladı. Daha ben bir taş bulamadan komşu bahçeye fırladı bile.Çok akıllı ve bir o kadar da hain bir kedi bu.Sofiyi dövdüğü zamanlarda da ona ne bir türlü yetişip dövebilmiş ne de bir taş atmaya fırsat bulmuştum.Bu yüzden Sofi geceleri evde kalıyordu.
Peki ya Franki!.. Bu kediden onu nasıl koruyacaktım?..Onu da eve alırsam o da Sofi gibi büyüyecek, karıncadan bile korkacaktı. Oysa onu alış maksadım başkaydı. Onun avcı bir kedi olmasını istiyordum. Onu da eve aldığım takdirde gelişinin hiçbir anlamı olmazdı ki. Biliyordum, büyük bir kedi olsaydı şu İngilizin kedisini bir güzel döverdi ama değildi işte.
Zavallı Franki’yi Sofi de istemiyordu. Hayvancağız oyun için onun peşinden koşuyordu ama o hep kaçıyordu. Kesinlikle dövmüyordu Franki’yi. Sadece yüz vermiyordu hanımefendi. Farkettiğim bir şey daha vardı ki, Sofi küçük kedileri kovalamıyor; sadece uzaktan onlara hırlamakla yetiniyordu.
Hemen her gün ikisinden birinin feryadı ile evden dışarı fırlıyor, onları beyaz kediden kurtarmaya çalışıyordum. Sahiplerine defalarca ben de, bu saldırılara şahit diğer komşular da söylediği halde tedbir almıyorlar üstüne üstlük surat da asıyorlardı. Tüm komşularım İngilizdi. Çoktanberi adada yaşıyorlardı.Hepsi de medeni insanlardı ama bu aile biraz yabani ve insani ilişkilerden uzaktı. Hoş, kediyi bağlayacak halleri yoktu ama değil mi ki aylardır bu iki kediyi taciz ediyordu; benim kedilerim kendi bahçelerinde dolaşamayıp eve kapatılacağına o kapatmalıydı kedisini. Ondan da geçtim bari surat etmeseydi şu İngiltere’nin varoşlarından gelen İngiliz gecekonducusu.
Artık Franki’yi de geceleri emniyete almam gerekiyordu ve her ne kadar onu dışarıda yetiştirmek için aldımsa da azman bir kediye yem olmasına gönlüm razı olamazdı. Onu da yeni yaptırdığım yazlık odaya koyuyordum geceleri ama azman kedi gündüzleri hiç rahat vermiyordu onlara. Ne yapsam yılmıyor, gene bahçede dolaşan kediciklere benim boş bir anımı bulup saldırıyordu. Hele bir gün zavallı Franki’cik ondan kaçarken havuza düşüp boğulmayla yüzyüze kaldı da onu zor kurtardım. Hayvancağız günlerce hasta yattı, yemedi içmedi.
Azman kediye hıncım öyle artmıştı ki, adeta pusuya yattım, taşlar topladım, kovalara su doldurdum, bahçenin her tarafına sopalar koydum ama hiç yakalanmadı bana. Belli ki o benden daha akıllı, daha kurnazdı.
Bir gün Franki’yi kovalarken beni bile hiçe sayarak eve koşan hayvanın arkasından o da eve koştu. Oh!..Fırsat ayağıma gelmişti işte. Kapıyı kapattım. Elime geçen sadece bir havluydu ama olsun, hakkından gelirdim onunla da. Maksadım onun korkması ve bir daha gelmemesiydi. O, sağa sola koşuyor dışarı kaçmak için kapıya pencereye fırlıyor, cüssesinden umulmayacak kadar çevik hareketlerle kendini kurtarmaya çalışıyordu. Bir iki kere vurabildim ama benim üstüme atılma pozisyonuna geçince korktum. Bu beni de paralayacaktı. Havluyu son kaldırışımla azman pencereye yeni taktırdığım sinekliği yırtıp dışarı fırladı. Olan yine bize olmuştu sineklik de parçalanmıştı ve o yine kaçmayı başarmıştı.
Allahım, ne yapacağım ben bu azmanla diye kara kara düşündüğüm bir gün mutfakta yemek yaparken dışarıda yine gürültüler duydum. Bir kedi bağırıyordu can havlıyla ama sesi ne Franki’ninkine ne de Sofi’ninkine benzemiyordu. Dışarı koştum. O da nesi?.. Sofi ile Franki azman kedinin üstünde!.. Her biri bir tarafından ısırıyor. Hem de ne ısırma!.. Sanki bütün intikamlarını işbirliği yapmışçasına alıyorlardı. Azman, ikisinin arasında adeta büzülmüş, küçülmüştü. Bıraktım bir süre daha patakladılar onu. Yalpalayarak giderken ne yalan söyleyeyim acıyamadım ona.
Sofi ile Franki birbirlerni adeta kutlarcasına bir süre bakıştıktan sonra burun buruna koklaştılar. Sofi artık kaçmıyor, hırlamıyordu Franki’ye. Tellerden geçip koruluğa daldılar ikisi de. Korku çemberini işbirliği ile kırmışlardı. Artık azmandan korkmuyorlardı. O, onlardan korksundu bundan sonra.
‘Birlikten güç doğar’ ifadesi kedilerin hayatında bile tekerrür etmişti. Ya biz!..Hasımlarımız dört bir yanda iken biz kişisel çıkarlarımız için halâ birbirimizi mi yiyeceğiz?..