Orta eğitim ve yüksek öğrenimdeki iki sendikamız dün ayrı ayrı iki açıklama yaptı…
Orta eğitimdeki sendika, bakan ve bir müdürün istifasını da istedi…
Birlikte, açıklamaların geniş bir özetini cümle cümle ve yavaş yavaş okuduğumuzda, bu ülkede “eğitim” denen kutsal, onurlu ve en değerli “işin”, ne yazık ki “iğrenç bir durumda olduğunu anlayabiliriz”…
Birlikte okuyalım…
-*-*-
Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) diyor ki;
-*-*-
(Orta okul ve liselerde) her yıl öğrenciler Bakanlar Kurulu kararıyla geçirilmektedir…
-*-*-
Sınıf geçme sistemi delinmekte, mezun edilip üniversitelere müşteri sağlanması hedeflenmektedir…
-*-*-
Merdiven altı üniversitelere izin verilmekte, kaçak, özel okul adındaki yapılar denetlenmemektedir.
-*-*-
Ve Doğu Akdeniz Üniversitesi Akademik Personel Sendikası (DAÜ-SEN) diyor ki;
Kolay diploma en az sahte diploma kadar ciddi bir sorundur… Bu ülkede çok kolay diploma veriliyor…
-*-*-
Devlet yeni akreditasyon programı ve kalite kriterleriyle tüm üniversiteleri yeniden kaydetmelidir. Uluslararası eğitimde kalite kriterlerini yerine getirmeyen üniversiteler kapatılmalı, öğrenciler diğer üniversitelere aktarılmalıdır…
-*-*-
Üniversite enflasyonunun doğal sonucu: Çürümüşlüktür…
-*-*-
Dünyada en fazla üniversiteye sahip ülke Amerika Birleşik Devletleri'nde 105 bin kişiye bir, Britanya'da her 200 bin kişiye bir , Almanya'da 173 bin kişiye bir, Türkiye'de 400 bin kişiye bir, KKTC’de ise 15 bin kişiye bir üniversite düşüyor.
-*-*-
“Ülkemizde bırakın köklü bir bilim geleneği olmamasını; ilk üniversite mezunlarımız 70-80 yıllık bir geçmişe sahiptir. Tüm bu olgular dikkate alındığında ülkemizde üniversite sayısının kendi başına bir anomali olduğunu görebiliriz. Dolayısıyla asıl çürümüşlük bu küçük ada yarısında 26 üniversiteye izin vermek ve bu durumu sürdürmeye çalışmaktır.
-*-*-
Asıl sorun bir bakanın 16 üniversiteye izin vermesini normal görebilmektir. Zamanında buna tepki koyanların düşman ilan edilebilmesidir. Üniversitelerin aşırı sayıda olması doğal olarak anomali yaratacaktı ve yaratmıştır. Çok sayıda üniversite mezunu ara eleman ve işçi gibi kritik bir işgücünü ortadan kaldırmış, on binlerce kaçak yabancı öğrencileri yaratmış, sosyal ve altyapı sorunlarını ortaya çıkarmıştır.”
-*-*-
Bu alan ayrıca vergi ve sahte diploma cenneti yaratmıştır. Sahte diplomaların konuşulduğu bir ortamda kolay diploma sorununun da altını çizmekte fayda vardır. Kolay diploma, en az sahte diploma kadar ciddi bir sorundur ve bu ülkemizde çok yaygın şekilde mevcuttur…
-*-*-
Ne yazık ki ülkemizde tüm bu hatalar yapılmıştır. Rüşvet, sahte ve kolay diploma, sahte ve ucuz profesörlük tüm bu hataların sonucudur. Doğru teşhis, doğru tedavinin şartıdır. Polisiye işlemler tedavi değil semptomların bastırılmasından öteye gitmeyecektir. Yapılması gereken bellidir: Devlet yeni akreditasyon programı ve kalite kriterleriyle tüm üniversiteleri yeniden kaydetmelidir. Uluslararası eğitimde kalite kriterlerini yerine getirmeyen üniversiteler kapatılmalı, öğrenciler diğer üniversitelere aktarılmalıdır. Bu bağlamda üniversite sayısı azami olarak 5'i aşmamalıdır. Bu mümkündür, acildir ve tek çare olarak görülmektedir. Bunun dışında tüm uğraşlar fayda etmeyecektir. Böyle bir yola girebilmenin ön koşulu ise rüşvet aldığı iddia edilenlerin yanında o rüşveti veren ve verdirenlerin üzerine gidebilmektir.
-*-*-
KTOEÖS, “… yapılması gereken ilkeli, onurlu tavır Eğitim Bakanı ve Yüksek Öğrenim ve Dış İlişkiler Dairesi Müdürünün derhal istifa etmesi olmalıdır” demektedir…
-*-*-
Bence bakan ve müdür istifa ederse bu sorunlar çözülmeyecektir…
Hatta, Ersin Tatar ve hükümet toptan istifa etse de kangren için çare değildir…
-*-*-
Çözüm bellidir…
SOKAK!
Başka da yolu yoktur…
-*-*-
Var mısınız hocam?
Orta dereceli okullar da üniversiteler de, özel veya devlet hiç fark etmez, yarın sabah kapılarını kapatıyor!
Tüm okullarda grev vardır!
İlkokul hocaları da destektedir!
Mümkün mü?
Yoksa “yapalım açıklamamızı, olsun işimiz” yeterli mi?
Bilemedim!
Sahtekarlıktan dökülüyor muyuz?
İyi veya kötü, güzel ya da çirkin, ani veya yavaş yavaş hiç fark etmez; Kıbrıslı, yeni bir haber işittiğinde ya da tanık olduğunda, “Ammman guzzzuuuuum” der!
-*-*-
Neler neler!!!
Mesela Kempo!
Ya da Kenpo!
-*-*-
Dövüş Sanatı!
Bir çeşit!
-*-*-
Bizim de bu sporla alakalı bir federasyonumuz varmış!
Geçenlerde biri bana bir “video” gönderdi!
İzledim!
-*-*-
İsim vermeye gerek yok!
Bu Japon ya da Amerikan dövüş sanatının KKTC’deki federasyonu, uluslararası turnuvalara da katılıyormuş!
-*-*-
Sporcularımız ödül almasa bile, federasyonun ilgilisi, parayla madalya alıp, “kazandık, şöyle yaptık, böyle yaptık” diye açıklama yapıyormuş!
Ve Ersin Tatar da, kendilerini kabul edip tebrik ediyormuş!
-*-*-
İnternet sitelerini gezdim; Tatar’ın konuşmalarını da bu siteyi hazırlayanların yazdığı düşüncesine kapıldım!
Cümleler düşük, Türkçe; otur sıfır!
-*-*-
Boş verin Türkçeyi, ama madalyalar sahte iddiası çok ilginç değil mi?
-*-*-
“Ammman guzzzuuuuum”…
Hatta “vay guzzummmm vayyy”…
Haftaya pozitif başlamak için nedenlerim var!
Tottenham çok iyi oynadı ve farklı kazandı…
Arda Güler, Real Madrid’te ilk golünü attı…
Kozanköy 1. Lig’e yükseldi…
-*-*-
Yeşilırmak’ta çilek mevsimi başladı…
Güney’den bir kilo çok iyi soslanmış domuz eti aldım.
Hafta sonu birkaç şişe viski içtim.
Yürüyüş yaptım.
Tamamdır!
-*-*-
Adını duy duy, canım bastiş çekmedi dersem yalan olur.
Şimdi kalk, “en iyi bastişi filanca pastane yapar” diye yaz, yanlış anlaşılacak!
-*-*-
Neyse, haftaya pozitif başlamak için çok sebebim var…
Sağlığımda sıkıntı kalmadı…
Dizlerde ufaktan ağrı var, fazla kilodan olabilir.
O kadar…
-*-*-
Efendim Türkiye’de VAR öyleymiş de böyleymiş de!
Kardeşim, Liverpool – Manchester City maçının son saniyelerinde MacAllister’e yapılan da bence penaltıydı!
İzleyin ve keyif alın!
O kadar yani!
-*-*-
Bu hafta Tahsin abiyle Trabzon’a uçmak gibi bir niyetim var, bakacağız…
Götürürse, devlet de parasını öderse, “yancı olaraktan” Trabzon – Fener maçını izlemek isterdim doğrusu…
Beleşe!
Ama gitsek de olur, gitmesek de!
İçeri alınsak da alınmasak da, o köy bizim köyümüzdür!
İşte İngiliz, Rum ve Yunan zulmü nedeniyle yediğimiz otlar
Hem çok iyi bir turist rehberi, hem çok iyi bir yazar, hem de çok iyi bir tarihçi Hasan Karlıtaş’ın Yenidüzen için kaleme aldığı 15 Ocak 2020 tarihli bir yazısından aldığım bilgilere göre, “Kıbrıs Ovalarında yetişen ve Rum – Yunan; ayıca İngiliz zulmü nedeniyle yediğimiz doğal otlar” şunlardır:
-*-*-
* Ayrelli
* Yumurta otu
* Kara ot (gara tiken - sahura)
* Gaz Ayağı
* Dirigungullo (ince yapraklı bir bitki)
* Girdama (Kıyı Koruğu)
* Gafgarıt (bir tür yabani enginar)
* Yabani Ispanak
* Badayidano (salatalarda kullanılan hoş kokulu naneye benzer bir ot)
* Raica (Bakla ve böğrülce gibi kaynanmış yemeklerde kullanılır)
* Cinara
* Gömeç
* Mangallo
* Kekik
* Gappar (Kapari)
* Gavulya (nero gavlo)
* Ada çayı
* Tülümbe çayı
* Maraho
* Yabani Nane
* Mantar (Kırmızı, Burudi, Gavcar)
* Doğal Luvana
* Hosdez
* Lapsana
* Çitlemit (Çitlembik)
-*-*-
Biz bu bitkileri, otları nasıl ve neden yedik?
Ünlü gastrolog Ersin Tatar’a göre, Kıbrıslı Türkler bu gıdaları, otları, İngiliz, Rum ve Yunanlıların baskısı sonucu yemeye başlamış!
-*-*-
“Çok uğraşıyorsun Erisn abinle” dedi bir dostum!
Evet, her gün, o atıp tuttukça, ben de yazacağım be gardaş!
Biri lütfen “yeter artık” diyene kadar!
-*-*-
Yani bu seviyede “sallamayı”, Hasan Yılmaz Işık bile yapmadı şimdiye kadar!
O da dün dedi ki, “Holguin hanım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararların uysun!”
Hasan bey, Ersin beyin görüşlerine tam destek veriyormuş!
İyi de; “Ersin’den misin, Rumlardan mısın sevgili Hasan abi?”…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına keşke önce Türkiye uysa değil mi?
Ver Ersin Tatar’a desteği da bir tek sen kaldın zavallının yanında!
Maraho (fotoğraf)… Türkler “rezene” diyor…İngilizcesi “fennel” ve Latincesi “Foeniculum vulgare”… Bayılırım… Hastasıyım… Ne zaman mı yemeye başladım? Geçenlerde bir Rum arkadaşım getirdi; masaya koydu, yanında da bir şişe viski! Vallahi bıçak çekti, zorladı… Yoksa yemeyecektim!