Sokaklara Sevdalı Çocuklar

Aslı Murat

Umut etmek de aşık olabilmeyi göze almak gibi cesaret istiyor. Ne de olsa kendinden sıyrılıp, ötekinin dünyasına korunaksız dalabilmek zor bir meziyet. Ama imkânsız değil.


Şu anda okuduğunuz yazıyı yazmadan önce çok düşündüm, cümleleri özenle sıralamaya çalıştım zihnimde. Bilindik ve basmakalıp tabirler kullanmak istemedim. “Salıncağın”* bana yansımasını, ona yaraşır bir şekilde aktarmalıydım. Günlük kullanılan dilin dışına çıkmak, belki de sihirli bir dünyanın bize sunduğu kelimelere sarılmalıydım. Çünkü sevgili Cenk romanını yazarken, hem kurgusu hem de okuyucuyu davet ettiği his evreninde bunlara dikkat etmişti. Aksini yapmak ihanet sayılırdı.

Alexia, baş kahramanımız. Kadınlık deneyimi edinmeden, ataerkilliğin ürettiği erkeklik kurgusu içinde yetişen bir yazarın, öteki ilan edilen cinsin ağzından kalem oynatması kolay değildir. Edebiyatta hata olmaz diye düşünebilirsiniz ama öyle değil. Çünkü sanatın her alanında olduğu gibi yazın türünde de, insanın ta içine dokunan bir yere doğru akarsınız. Bu yüzden, döşediğiniz yolda okuyucunun ayağı tek bir taşa bile takılsa, tüm asfalt çökebilir. Büyü bir anda bozulur.

Kurguladığınız olay örgüsü kadar onu anlatış şekliniz ve aktardığınız gerçeklik de önemlidir. Kendini feminist olarak tanımlayan bir şahıs olarak, roman boyunca aktarılan kimi kadınlık hâlleri ve onların dışa yansıma şekilleri beni rahatsız etse de, başarılı bir deneme olduğunu düşünüyorum. Hem kendi yaşam deneyimi olmayan bir cinsiyetin ve milletin gözünden bakmak hem de Kıbrıs’taki yıkımı yaratan savaşın erilliği karşısında bir kadının, düşmanlık ezberini bozan konumunda tasvir edilmesi, devrimci bir harekettir. Bu yüzden yazar, ayrı bir teşekkürü hak ediyor.

Sıra romanın sayfaları arasında gezinmeye geldi. Yazar hâlâ tabu olarak görülen ve dile getirenlerin hain diye tanımlandığı savaş tecavüzleri hakikatini vuruyor yüzümüze. Bir başka sayfada, geçmişin izini silip atmak için postalların ağırlığı altında ezilen sokakların isimlerinin değiştirilmesine değiniyor. Tüm yaşanmışlığı, bir tabeladaki ismi değiştirmekle yok edeceğini zannedenlere inat, hatırlamanın önemine işaret ediyor. Hatırlamak derken de, acı ve gözyaşına değil,  onları yaratan sorumluları ortaya çıkarmak için toprağı alt üst etmek gerektiğine vurgu yapıyor. Aslında barışı ve güzelliği haykırmaktan bahsediyor. Adadaki tüm farklılıkların bir araya gelebileceği ve ayrılığı körükleyenlerin sözünün sonsuza dek bu diyarı terk edeceği günleri hayal ediyor.

Roman boyunca sokaklarını kaybeden çocuklara rastlıyorsunuz. Türk veya Rum olmaları dışında aralarında hiçbir fark yok. Aidiyet sorunu yaşadıkları an, milli kimliklerinden sıyrılıp adalı olduklarını hatırlıyorlar. Savaşın ve onun ardından inşa edilen düzenlerin hafızlarında yarattığı tahribata rağmen, ileride oynamak için geçmişte bir yere saklanan oyuncaklar gibi, umut ışığını hemencecik gün yüzüne çıkarıyorlar. Bir diğer adı ile buna aşk diyebiliriz. Umut etmek de aşık olabilmeyi göze almak gibi cesaret istiyor. Ne de olsa kendinden sıyrılıp, ötekinin dünyasına korunaksız dalabilmek zor bir meziyet. Ama imkânsız değil.

Aşkı doyasıya yaşayacağımız sokaklar, uzağımızda olduğu kadar yakınımızda duruyorlar. Sadece bir süredir elimizi eteğimizi çekip, içimize kapanmış vaziyette olduğumuz için farkında değiliz. Bu yüzden aslında fazla anlam içermeyen gündemlerin içine hapsoluyor, gerçek mücadelenin ne olduğunu unutuyoruz. Hatırlamanın öneminden bahsetmiştim ya, işte esas mesele o. Ne zaman ki gözlerimize inen perdeler kalkacak ve dolup taşan foseptikin keskin kokusundan sarhoş olan algımız uyanacak, güzel günler o zaman gelecek. Kısacası barış çok uzağımızda değil, yeter ki ona şans verelim. Tıpkı aşk gibi…

*Cenk Mutluyakalı, Salıncak, Kor Kitap, 2020.