Mustafa Öngün
m.ongun85@gmail.com
Sokrates’in idama mahkûm edildiğini birçoğumuz biliyoruzdur. Bir kez daha hatırlatalım: Atinalı siyasetçiler gençliği yozlaştırdığı ve tanrılara inanmadığı için onu ölüm cezasına çarptırmışlardı. Bu karara karşı çıkan öğrencileri Sokrates’i kaçırmanın yolunu bulmuş, ancak o, zehir içerek ölmeyi tercih etmişti. Peki ama Sokrates niye idama mahkûm edilmişti? Ünlü filozof ne bir cani ne de bir düzenbazdı. Aksine, sevilen ve etkili bir filozoftu. Neydi onda iktidarı bu kadar rahatsız eden? Bu soruya vereceğimiz yanıt, bize Türkiye’nin içinden geçtiği dönem ile ilgili de önemli şeyler söyleyecektir.
Şimdi haklı olarak Sokrates ile bugünlerde olup bitenlerin ne alâkası var diyebilirsiniz. İlk bakışta değil gibi görünse de aslında çok alâkası var. Sokrates’in iktidarı tehdit eden karşı duruşunda şimdiye dair ve öğrenmemiz gereken özel bir durum mevcuttur. O da şudur: Sokrates sorgulanmamış inançları ve daha da önemlisi sorgulamayı aklımızdan bile geçirmediğimiz günlük deneyimleri sorgulamaya tabi tutmuştu. Onun bu yaklaşımı etrafındaki gençleri de etkilemişti. O kadar ki bu yolla genel kanıların, inançların ve pratiklerin çoğu zaman birbiriyle çelişen boş inançlar üzerine kurulduğu algısı giderek genç dimağlarda yaygınlık kazanmaya başlamıştı. Nitekim bugüne kadar gelen ve sıklıkla tekrarlanan “sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez” ve “bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” veciz cümleleri de Sokrates’e aittir. Tanrılar, doğru, yanlış, savaş, devlet… Sokrates ile birlikte bunların hepsi de sorgulanabilir hale gelmişti.
İktidar ise kendi varlığını korumak ve gücünü icra etmek için, bugün olduğu gibi, o gün de kesin, değişmez doğrulara gereksinim duymaktaydı. Bir başka ifadeyle iktidarın gücünü, şiddetini, hegemonyasını ve maddi olanaklarını meşrulaştırmasının yolu, değişmez ve sorgulanamaz mutlak doğrulara sahip olduğu iddiası ve bunun kabul görmesiydi; tıpkı bugün olduğu gibi. Böylesi bir yapının siyasal pratikteki karşılığı ise, bir yanıyla kendini her türlü eleştiriden muaf tutmaksa, bir diğer yanı da ölçüsüz bir kibire sahip olması, kendine karşı çıkanı imha etme hakkını kendine görmesi, bunu pervasızca hayata geçirmesi olacaktı. Sokrates işte tam da böyle bir yapının dokunulmazlığını, mutlaklık halini sorguladığı, kibirini sarstığı ve ona karşı çıktığı için idama mahkûm edilmişti.
İktidar karşısında hiçbir gücü olmayan “çapulcu” bir filozofun bütün inançların ve düşüncelerin sorgulanabilir olduğunu söylemesi, kesin olarak hiçbir şeyi bilemediğimizin altını çizmesi o iktidarı çileden çıkarmaya yetmiştir. Sokrates, iktidar için artık sadece bir filozof değil, onun varlığını sarsmayı başaran, tartışılır kılmayı başlatan, dahası şişkin kibirini patlatan bir tehlikedir. Öyledir, çünkü doğrular ve inançlar kesin değilse, kibir de kalmayacaktır. İktidar göğsünü kabartamayacak, kendine karşı olanları aşağılık çapulcular olarak göremeyecektir.
Buradan bugünkü Türkiye’ye gelecek olursak, tıpkı Sokrates’i idama mahkûm edenler gibi günümüz Türkiye’sinde iktidar olan ve olma iddiasında bulunan ana-akım siyasi güçler de kesin doğruları olduğunu düşünen ve bu kesin doğrulardan beslenen kibirli oluşumlardır. Cemaat, CHP, MHP, AKP… Hepsi de kendilerinden emin, kesin, sorgulan(a)mayan, değiştiril(e)meyen mutlak doğrularla hareket ettikleri iddiasındadırlar. Onlara dışardan bakıldığında resim net bir şekilde kendini göstermektedir: Genel itibarıyla güç odakları olarak siyasal yapılar, mutlakiyet zırhıyla ördükleri iktidarlarını hiçbir şekilde esnetmeye yönelmiyorlar. Ne Cemaat, ne AKP, ne de CHP bu konuda ödün veriyor, aksine bu yapıya karşı çıkanları ekarte etmeye çalışıyorlar, bir başka ifadeyle hepsi de Sokrates ve onun gibilerden kurtulmak istiyorlar. Hepsinin de nihai hedefi Sokrates’i idam etmek oluyor. İktidarın mutlaklık zırhına dokunmak, o zırhı kırmak yerine, kendi mutlaklık zırhlarını koruyarak onunla yer değiştirmeye talip oluyorlar.
Böyle olunca da Türkiye’nin esas sorunları hasıraltı ediliyor. Sorun, nasıl bir iktidar olacağından ziyade iktidarın mutlakiyetinin ve sorgulanamazlığının kime ait olacağı ile sınırlı kalıyor. Güç odakları, farklılıkları, ekonomiyi ve genel olarak toplumu nasıl ve ne şekilde yönetecekleri ile ilgili hiçbir şey söylemiyorlar. Bu durumda Gezi olaylarıyla ortaya çıkan ve adeta ‘Sokratik’ sorgulama hali olarak tecelli ederek bir umut ışığı halinde parlayan süreç, bugün itibarıyla hızını ve önemini yitirmiş gibi gözükmektedir. Belki de Türkiye için altı çizilmesi gereken husus bu yeni süreçte muhaliflerin Sokrates’in yanında olması gerektiğidir. Aksi bir durum, herkesin kaybetmesi ama iktidarın mutlaklığının ve kibirinin kazanması demektir. Başka bir şekilde söyleyecek olursak, Türkiye’nin cevaplaması gereken soru iktidarın mutlakiyet zırhına bürünmeden değiştirilip değiştirilemeyeceğidir. AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın ne otoriter mutlakiyet zırhından çıkmak ne de kibirinden vazgeçmek gibi bir derdi yoktur, aksine bunun sarhoşluğunu yaşamaktadır. Sokrates AKP iktidarı ve başbakan Erdoğan tarafından çoktan idam edilmiştir. Şu anda önemli olan iktidar olma iddiası içinde olan muhaliflerin, Sokrates’i ne yapacaklarıdır. Türkiye’nin sınavı tek soruluk bir sınavdır: Sokrates bir kez daha idama mahkûm edilecek midir?