Simge Çerkezoğlu
Kıbrıs müziğine yeniden hayat veren bir grup Sol Anahtarı. Başka bir kültür mümkün şiarı ile 2009 yılında yola çıkan grup; kültürümüzü, müziğimizi, hatta kendi varlığımızı bizlere yeniden hatırlatan bir değer… Üçüncü albümleri ‘Yolda’ dilimizden düşmeyecek pek çok parçadan oluşuyor. Yine sol değerlere hitap ediyor, yine protest söylemle halk müziğini harmanlıyor. Tüm bunları yaparken bu kez müzikalite olarak da kendilerini daha ileriye taşımayı başarmış görünüyorlar. Bana Kıbrıs’a ait melodileri dinlemeyi ne denli özlediğimi hatırlatan albümün detaylarını grubun solisti Tahsin Oygar anlatıyor. Yıllara yayılan müzik yolculuğunu bizimle paylaşıyor.
“İNSANIN VİCDANI SOL YANINDADIR”
Bugün üçüncü albümleri ile yola devam eden, on dört yıldan bu yana müzikle kendi değerlerini ortaya koyan Sol Anahtarı grubunun kuruluş hikâyesini bizim için Tahsin anlattı.
“2001 yılında Baraka Kültür Merkezi içinde müziğe ilgi duyan kişiler, bir gitar eşliğinde koro kurmuşlardı. Grubun ilk nüveleri böylece başladı. 2004 yılında ise bir müzik grubuna dönüştük. Daha profesyonel bir yapıya kavuşma fikriyle grubumuzu kurduk, dayanışma konserlerine başladık. Müziğin çok güçlü bir sanat olduğuna inandık. Müzik daha çok egemenlerin, yönetenlerin elinde olan bir sanattı. Baraka Kültür Merkezi’nin eşitlik, özgürlük, dayanışma değerlerini biz de müzikle daha geniş kitlelere ulaştırabileceğimize inandık. Böylece egemenlerin elinde olan müziği inandığımız değerler doğrultusunda kullanmaya karar verdik. Sol Anahtarı grubunu böylece kurduk. İsmimiz müzikal anlamdan öte, sol değerlere hitap eden müzik olduğu için bu ismi taşır. İnsanın kalbi, aslında, vicdanı sol yanındadır. Sol her zaman vicdan olmuştur. Biz solun anahtarı olmak için de bu ismi aldık.”
“ŞİLİLİ GRUP INTİ-ILLİMANİ’NİN YARATTIĞI GELENEĞİ KIBRIS’A TAŞIMAYA ÇALIŞTIK”
Başka bir kültür mümkün şiarı ile müzik yolculuğuna başlayan Sol Anahtarı, tam da buna uygun olarak 2009 yılında ilk albümleri ‘Başka Bir Şarkı’yı’ çıkardılar. İlk albüm hiç unutulmadı. Türkiye’deki bazı protest gruplar bile bu albümden şarkılara repertuarlarında yer verdi.
“O yıllarda Baraka Kültür Merkezi toplum tarafından henüz yeni yeni biliniyordu. Bu nedenle değerlerimiz doğrultusunda, fikirlerimizi daha iyi ortaya koyabilmek adına bir albüm yapalım diye düşündük. Başka bir kültür mümkün demeye çalışırken de başka bir şarkı mümkün diyerek bu albümü yaptık. Şilili müzik grubu Inti-Illimani’nin yarattığı geleneği Kıbrıs’a taşımaya çalıştık. Türkiye’de Yeni Türkü de bu düşünceyle kurulmuş bir gruptur. Hem protest hem de çağdaş halk müziğini birleştiren bir yapıyla, dünyada ezilenlerin yanında müzikle ideolojik bir savaş geliştirmişlerdir. Biz de Kıbrıs’ta bunu yapmak adına ilk albümümüzü çıkardık. Kıbrıs çağdaş halk müziği ve protest müziği harmanladık. Elbette ilk albümde çok deneyimsizdik ama amatör ruhun da ayrı bir güzelliği vardı. Ali Gören’nin besteleriyle Gavur İmam, Hasan Bulliler Destanı gibi bilinen eserleri içine katarak güzel bir albüm yaptık. Hala bu şarkılar çalınmaya, sevilmeye devam ediyor.”
“EVİNE DÖN AYŞE TÜRKİYE HALKLARINA KARŞI YAZILMIŞ BİR ŞARKI DEĞİL”
İkinci albüm, Kıbrıs Bizim 2011 yılında çıktı. Oradaki Evine Dön Ayşe şarkısı sadece Kıbrıs’ta değil Türkiye’de de çok sevildi. Barlarda çalınmasına ben dahi şahitlik ettim. Belki sözlerindeki anlamı herkes algılayamadı ama elbette melodisiyle de insanları çok etkiledi.
“İkinci albümümüzde de tarzımızı korumaya devam ettik. Çağdaş, protest halk müziği yaptık. Buna dikkat ettik. Elbette Mary Hopkin’nin söylediği ‘Those Were the Days’ şarkısının melodisini kullandığımız için ilk başta insanları çok etkiledi. Ama Kıbrıs Türk halkının asimilasyon politikaları çerçevesinde ezilmesi, görünmez bir işgal altında kendini hissetmesine karşı14 Ağustos’ta yapılan Bağımsız Kıbrıs eylemlerinde bu sözler kendiliğinden yazıldı. Elbette Türkiye halklarının değil ama Türkiye egemenlerinin buradaki işgaline, Ayşe tatile çıktı parolasıyla buraya yapmış oldukları meşru müdahaleden sonra, meşru olmayan burada kalışlarına bir gönderme olarak yazıldı. Kıbrıs halkı bu şarkıyı çok sevdi. Duygularının sesi oldu. Fakat ırkçılık anlamında da bir tehlike oluştu. Şunu söylemek isterim ki Kıbrıslılık milliyetçiliği anlamında bu şarkı yazılmadı. Türkiye’den gelen göçmenlere karşı bir tavır geliştirmek istenmedi. Hatta özellikle buna da engel olmamız gerektiğini düşünüyorum. Burada yaşanan sıkıntı Türkiye egemenlerinin yaptığı, emperyalizmin desteklediği, bizim Kıbrıslı Türk egemenlerin de işine gelen bir yapıdır. Bu vesile ile de bunu söylemek isterim. Bu şarkının Türkiyeli insanlara yöneltilmesini de doğru bulmadığımızı belirtmek isterim. Biz sadece Türkiye’nin işgaline karşı hayır bitti, evine dön demeye çalıştık. Sözleri de zaten 14 Ağustos Bağımsız Kıbrıs protestolarındaki sloganlardan esinlenilerek yazıldı.”
“YOLDA, MÜZİK KALİTESİ OLARAK DA PARÇALARA HAKKINI VEREN BİR ALBÜM OLDU”
Geçmişin muhasebesini yaptıktan sonra Tahsin’le yavaş yavaş esas konumuza, Yolda ismini verdikleri yeni albümlerini konuşmaya başlıyoruz. Severek dinlediğim bu albümün gerçekleşme sürecini keyifle dinledim.
“İlk iki albümde müzikal anlamda sokakta, sahnede, konserde çalabileceğimiz biçimde müzik yapmaya çalıştık. Biliyorsun daha çok sokaklarda, eylemlerde konserler veren bir grubuz biz. Kıbrıs Türk Hava Yolları direnişlerinde, Kıb-Tek, Bu Memleket Bizim Platformu eylemlerinde, 1 Mayıs’ta hep alanlarda olduk. Bu yeni albümde ise öyle yapmadık. Müzikal anlamda bu albüme hakkını vermek istedik. Elbette yine sokaklarda olacağız dedik ama bu albümü dinleyenler de albümün keyfine varmalı dedik. Her parça için içimizden hangi enstrüman geçiyorsa, albüm kaydında bunu kullanmaya karar verdik. İlk kez bu yöntemi denedik. Elbette her konserde bu performansı yakalamak mümkün olmayacaktır ama sözlere, bestelere hakkını verdik. Onbir parçadan oluşan bir albüm yaptık. Pek çok müzisyen dostumuz Serhan Candaş, Hüseyin Kırmızı, Emre Yazgın, Yusuf Binici ve Şeyma Tüfekçi’ye de gönüllü desteklerinden ötürü teşekkür ederiz.”
“HAYAT YOLUNDA YAŞADIKLARIMIZI BİRİKTİRİP BU ALBÜMÜ OLUŞTURDUK”
Albümün neden ‘Yolda’ ismini aldığını sorarken, tek tek yazamasam da, her parçanın hikâyesini öğreniyorum.
“Son albümden bu yana geçen zamanda insanlar sürekli bizden albüm bekledi. Biz de hep soranlara albüm için yolda ifadesini kullandık. Elbette bu süreçte yaşanan olaylar, katıldığımız eylemler, Baraka Kültür Merkezi tiyatro ekibi için hazırladığımız besteler birikti. Bir anlamda hayat yolunda yaşadıklarımızı biriktirip bu albümü oluşturduk. Albümde bizim yazdığımız sözler, vermek istediğimiz mesajlar da var, Kıbrıslı sanatçıların bize armağan ettiği sözler, besteler de, evrensel değerler de… Varacağız şarkısında mesela Bertolt Brecht’ın sözlerini kullandık. Pek çok şeyi ezilen halkların yarattığına vurgu yapmaya çalıştık. Üreten biziz, yöneten de biz olacağız dedik… Bunun yanında Mustafa Tozakı’dan da söz ve beste aldık. Albümün ilk şarkısı Pusu’nun ise sözleri Bülent Fevzioğlu’na, müziği Mustafa Tozakı’ya ait.”
ALBÜMDE MUSTAFA TOZAKI’DAN İKİ BESTE
Beni albümde en çok etkileyen şarkılardan Pusu ve Sevgiliye… Her iki eserinde besteleri de Mustafa Tozakı’ya ait…
“Mustafa Tozakı her ne kadar daha çok karikatürist yönüyle bilinse de dönemin popüler gruplarından Güzelyurt Gelişim’de müzisyen kimliğiyle yer aldı. Benim de çok sevdiğim, küçük yaştan bildiğim çok güzel bir parçadır. Aslında Acar Akalın’a ait Güzel Günler parçasıyla birlikte çıkan bir eserdir ama biraz geride kaldı. Böylece bizler bu eseri gün yüzüne çıkarmak istedik. Mustafa Tozakı’dan rica ettik, seve seve kabul etti. Pusu da çoktan hazırlanmış bir parçaydı. Radikal bulunduğu için bu güne kadar kimse seslendirmemişti.”
NEŞE YAŞIN’NIN GÖLGE ŞİİRİ DE BU ALBÜMDE
Kıbrıslı şairlerimizden Neşe Yaşın’nın Gölge şiiri bu albümde bir kadın sesiyle hayat buldu. Sözleri bağlamında da çok anlamlı oldu.
“Grubumuzda uzun zamandır bir kadın solist yoktu. Saadet Çaluda aslında gruba yan flüt çalmak amacıyla katıldı. Biz ondan şarkı söylemesini de istedik. Çok da iyi oldu. Çünkü bir kadının söylemesi gereken bu parçayı güzel yorumladı. Neşe Yaşın’nın Gölge şiiri çok anlamı bir şiir. Hem bir kızın babaya duyduğu özlemi, hem de babanın onu engelliyor oluşunun anlatıldığı bu diyalektik çok etkileyiciydi.”