Hayatın ne denli kırılgan olduğunu, dengelerin bir anda altüst olabileceğini, yükseklerde uçanların her an düşüp yere çakılabileceğini bir kez daha anlamış bulunuyorum. Şu an klavyenin tuşlarına korka korka dokunan sol elim kırık. Özellikle kullanmaya çalışmam biraz da durumu kabul edememekten. Sanki bu başıma gelecekleri öngörmüşüm gibi oldukça dikkatliydim son sıralar. Özellikle geçen hafta sözünü ettiğim, otobüse koşarken geçirdiğim küçük kazadan sonra aman başıma bir şey gelmesin kaygısıyla bir sakınan göz modundaydım ki olan oldu işte. On beş günde bir eve temizliğe gelen Fatma Hanım oruçlu olduğundan ben de bir şey yiyip içmemiştim ayıp olmasın diye… Bir yandan da kadıncağız fazla yorulmasın düşüncesiyle boş durmayıp çalışıyordum onunla. Kafamı taktığımdan olacak sandalyeye çıktığında koşup tutuyorum “Aman dikkat et” diye. Sonunda Kırmızı Pazartesi gerçekleşiyor; perde asmak için masanın üzerindeyim ve gerisini hatırlamıyorum. Düşerken başımı vurduğumdan geçici hafıza kaybı yaşıyorum; neyse ki tomografi temiz çıkıyor. Sonuç kırık bir kol…
Siz okurlarımı en yakınlarım, akrabalarım saydığımdan bunu anlatmadan geçemedim. Pazar gününüze böyle tatsız bir paragraf verdiğim için kusura bakmayın lütfen. Geçen hafta yazdığım gibi hayatın bu kötü sürpriziyle yenilmiş değilim. Şu an bugüne kadar beni yalnız bırakmamış olan sol elime minnetle doluyum. Bir şeyin eksikliğini fark edince değerini anlıyorsun ya... Meğer ne kadar işe yarar bir şeymişsin sen sol elim. Sabah kalkınca üzerime örttüğüm çarşafı katlamak için ön dişlerim işe yarıyor şimdi. Pompalı su sebilini çalıştırmak için sol dizimi kullanıyorum. Tek elle klavye kullanmak mümkün ama büyük harfleri yazarken sorun çıkıyor. Onun da yöntemi var sonuçta. Bu hafta yazı yazmayıp “hastalık izni” kullanabilirdim ama “mağdur” hali yaşamak hiç sevmediğim bir şey.
Söylemek istediğim lütfen sahip olduğumuz, şu an bize doğal ve önemsiz gelen her şeyin, her sabah penceremize gelen gün ışığının değerini bilelim. Her yeni güne bize verilmiş bir armağan gibi sarılalım. Kıssadan hisse şekline dönüşmeye başlayan bu yazıya “son çıkış”ı kullanarak devam edeyim.
Son günlerde en çok işittiğim sözlerden birisi de “nazar değdi”. Kıbrıs’ta gıyabımda zeytin yaprağı tütütenler bile oldu. Böyle şeylere inanıyor musun yoksa diye soracaksınız. Vallahi binlerce yıllık insanlık deneyiminin vardır bir hikmeti diyeceğim. Sonuçta bilim dediğin de deneme yanılmaya dayanmıyor mu? Nazar denen şey bir bakış sonuçta. Bakışla geçen bir enerji, karşıdakine feleği şaşırtabilecek bir duygu aktarımı.
Dünya tuzaklarla, kötülüklerle dolu… Biz farkında olmasak da birileri hayatımızı karartacak bazı planlar içinde olabiliyor. Bizim doğrularımız başkaları için kabul edilemez, hatta bir “ihanet” sayılabiliyor. Sevinçlerimiz ve başarılarımız bir kıskançlıkla yıkıcı bir gerilime dönüşebiliyor.
Ne olursa olsun hayattaki güzelliğe ve iyiliğe inanmaya devam edeceğim ben. Her şeyin zincirleme kötü gittiği dönemlerde bir aksiliğin diğer aksilikleri çağırması daha çok da başımıza gelen ilk kötü şeyin dengemizi bozması nedeniyledir. Bizi kıskacına alıp dalgınlaştırır, sakar ve beceriksiz kılar ilk aksilik. Onun verdiği üzüntü ile hüzünlü bir bulutun içine girer önümüzü göremeyiz. Başkalarının acıyan bakışları daha da çoğaltır karanlığımızı. Pek çok insanın yaşadıkları sıkıntıları saklamaları biraz da bundandır.
Ben sevinçlerin paylaşılarak çoğalacağına, acıların ise paylaşılarak azalacağına inananlardanım. Kırık bir kolla bu hafta da ağır aksak bir yazı yazmayı başardım ya; bu bana yeter. Önümde zor bir ay var bunu biliyorum ama radius alt uç kırığının beni yenmesine de zinhar izin veremem.