Cemal Mert
Değerli dostlarım Tufan Erhürman ve Birikim Özgür arasında yaşanan siyasal polemik üzerinden sansasyonel olmayan ve soğukkanlı sonuçlar çıkarmamız gerekir. Mevcut statükodan şikâyetçi olan ve bu statükonun değişmesi için entelektüel çaba ortaya koyan iki değerli yazarın fikirlerini değerlendirmek ve yeni fikirler üretmeleri için kendilerini yüreklendirmek gerekir. Konulara sansasyonel yaklaşmak yazarların üretkenliğini sınırlandırabilir. Bu yazı ile sol kamuoyunun sağlıklı bir zeminde tartışmayı sürdürmesine küçük bir katkı yapmaya çalışacağım.
Son yıllarda sol çevrelerde yapılan tartışmalarda belli başlı konular üzerinden ayrışmalar yaşanmakta olduğunu gözlemlemekteyiz. Ekonomik yaklaşım temelli meselelere bağlı olan fikirsel düzlemdeki ayrışma noktaları, siyasal düzlemde açık ve net olarak deklere edilmediğinden ya da bütünlüklü siyasal bir program olarak ortaya konmadığından tartışmaların tarafları “kaçak dövüşen güreşçiler” pozisyonunda kalıyor. Tartışma konuları kitlelerin gözünde silikleşmiş bir hâl almış durumdadır. Tartışmaya katılan herkes pozisyonunu daha net ve anlaşılır bir şekilde ortaya koymak zorundadır. Çünkü genel geçer kavramları ifade etmek çoğu zaman bir şey söylememekle eşanlamlıdır.
Sol politik cephedeki bulanık ortamda bir şey söylemeden konum kapmaya hevesli olanlara fırsat vermemek gerekir. Bu durumda sol politikalar bağlamında ortaya çıkan örtük ya da açık tartışma ve ayrışma noktalarını cesurca ortaya çıkarmamız gerekmektedir.
Ayrışma Noktaları
Önemli bir ayrışma noktası, Türkiye’ye bakış konusudur. Sol siyasal düzlemde Türkiye’yi stratejik bir müttefik olarak görenler ile Türkiye’ye karşıtlık üzerinden politika üretenler arasında bir ayrışma vardır. Bu ayrışma yalnızca örgütler arasında değil aynı zamanda örgütler içindeki kadrolar arasında da yaşanmaktadır.
Diğer bir ayrışma konusu ise küreselleşme olgusudur. Küreselleşmeyi emperyalizmin yeni bir sömürü oyunu olarak görenler, kimlik/kültür temelli ulusalcı, muhafazakâr bir zeminde siyaset üretirken, küreselleşmeyi -kapitalizm öncülüğünde ve çelişkili bir süreç olsa bile- nesnel ve ilerici bir gelişme olarak değerlendirenler ise enternasyonalist ve dünya ekonomik sistemine entegrasyonu savunan politikaları güdüyorlar.
Ekonomiye yaklaşımda da önemli bir ayrışma yaşanmaktadır. Küreselleşmeye ulusalcı tepki gösteren solcular, devletçi ekonomik politikalardan kopuş yapamıyorlar. Küreselleşmeyi ilerici bir gelişme olarak gören solcular ise ekonomide toplumcu ekonomik politikalar zemininden hareketle çoğulcu mülkiyet ve ekonomik demokrasiyi savunmaktadırlar. Devletçi ekonomi yanlısı olanlar, ekonomide, ekonomik enstrümanlardan yalnızca birisi olan özelleştirmeye kategorik olarak karşı çıkmaktadırlar. Toplumcu ekonomi yanlısı olanların, çoğulcu mülkiyet anlayışları nedeniyle günümüzde daha çok önem verdikleri konu, üretim araçlarının mülkiyetinden ziyade, verimlilik ve ekonomik demokrasidir. Bu nedenle özelleştirme dâhil tüm ekonomik konulara pragmatik yaklaşmayı önermektedirler.
Avrupa Birliği konusu da açık değil ama örtük olarak bir ayrışma konusudur. “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” AB üyesi olmasından ötürü bunun çözüm için kaçınılmazlığı gündemdedir. Bu nedenle hiç kimse açıkça AB karşıtlığı yapamasa da bu konuda samimi olmayan örtük karşıt bir duruş vardır. Küreselleşme karşıtları aslında örtük olarak AB’ye de karşıttırlar.
Kıbrıs sorununa yaklaşım konusunda genel bir federalist çözümcü söylem birliği olmasına karşın bu konuda da örtük bir ayrışma yaşanmaktadır. Bu ayrışma ana hatları ile üç grupta toplanmaktadır. Bir grupta, Kıbrıs’ta bu koşullarda çözüm olmayacağı varsayımı ile müzakerelere duyarsız kalarak, Türkiye, NATO, BM ve AB karşıtlığı üzerinden politika üretenler; bir grupta küreselleşmenin çözüm için uygun bir zemin olduğunu, BM, AB ve Türkiye ile birlikte çalışarak sonuç alınabileceğini savunanlar; diğer grupta da Annan Plânı’nı Rumların reddetmesinden sonra örtük olarak sağ cenahın konfederalist tezine yaklaşanlar vardır.
Kuzey Kıbrıs’ta sol tartışmalarda nüfus konusunda da ayrışmalar yaşanmaktadır. Türkiye kökenli nüfusun toptan adadan ayrılmasını savunan görüşlerin yanı sıra genel kabul gören yaklaşım, Annan Plânı ölçütlerine göre federal devletin yurttaşlığını kazanacak olanların Kıbrıs’ta yaşamaya devam etmesi şeklindedir. Yasal veya yasal olmayan şekilde Kıbrıs’ta çalışan göçmen işçilere, Avrupa’daki şekliyle yabancı düşmanlığı güden çevreler olduğu gibi bu konuyu düzgün muhaceret politikaları ile kontrol edilebilecek teknik bir konu olarak değerlendirenler de vardır.
Ayrışmanın Temelleri
Bu sayılan konuların temeli, küreselleşme bağlamında ekonomiye yaklaşım ile oluşturulan sosyo-ekonomik, politik ve kültürel politika anlayışlarının farklılaşmasıdır.
· Küreselleşme’ye yaklaşım konusunda ayrışma devam ettiği sürece sol içinde nihai bir uzlaşma ve ortaklaşma sağlamak bana göre olanaklı değildir. İki siyasetin referansları farklı olduğu için nihai politikalarda da sonuçlar farklı olacaktır.
· Bir taraf son noktada ulusalcı reflekslere yönelecek diğer taraf ise küreselleşmeyi insanileştirmek gailesi ile enternasyonalist politikalara yönelecektir.
· Bir taraf bu bağlamda AK Parti’yi küreselleşmeci olarak gördüğü için Türkiye ile stratejik ilişkileri savunacak, diğer taraf yerelci/ulusalcı yaklaşımla Türkiye karşıtı pozisyonunu kemikleştirecektir.
· Bir taraf ekonomide dünya sistemine entegrasyonu savunacağı için yabancı sermaye, özelleştirme, piyasa ve diğer ekonomik argümanlara pragmatist yaklaşacak, diğer taraf bunları kategorik olarak reddedecektir.
· Bir taraf emeğin, sermayenin, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını savunma pozisyonu gereği Türkiye kökenli nüfusa teknik bir muhaceret politikası olarak bakarken diğer taraf bunu toplumsal kimlik ve kültürün yok olması olarak algılayacak.
· Bir taraf ulusalcı reflekslerle Türkiye kökenli nüfusa ötekileştirici gözle bakıp yabancı karşıtlığını beslerken ironik olarak toplum nazarında Rumlara karşı dostane söylemini anlamsızlaştıracak, öteki taraf bunu nerede ise faşizmle eş tutacak.
Bıçak Gibi Kesen Nesnel Olgu
Görüleceği üzere sol sosyo-ekonomik, politik ve kültürel siyasetleri bıçak gibi ayıran nesnel olgu küreselleşme bağlamında ekonomiye yaklaşımdır. Bu yaklaşımdaki farklılık politikaların referanslarını değiştirdiği için ayrışma devam ediyor.
Ancak daha büyük bir sorunumuz var: Tartışmalar bu zemin üzerinden açık ve net bir şekilde yapılmadığından toplum, seçmenler ve sol kadrolardaki kafa karışıklığı da aşılamıyor. Açıkçası taraflar, belki alacakları tepkiden çekindikleri için belki tartışma kültürümüzün gelişmemişliğinden belki de dağınık olan solu daha da bölmekten korktukları için kaçak dövüşen güreşçiler ya da nazlı gelinler gibi tartışıyorlar.
1974’ten itibaren Kıbrıs’ın kuzeyindeki ekonomik sistemi de büyük oranda Türkiye tanzim etmiştir. Şimdi de yardım heyeti vasıtası ile paralel bir hükümet kurulmuş ve ekonomiyi o dikte ediyor. Buradaki ana felsefe Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağımlılığını idame ettirmektir. Ekonomik paketler gelirken söylenen güzel sözler sadece kamuflajdır. Biz -küreselleşmeyi ilerici gören solcular- bunları da bilerek değişim derken siyasette ve ekonomide bağımlılık ve vesayet ilişkisine son vermeyi ve Kıbrıslı Türkler olarak kendi istediğimiz ekonomik modeli uygulamayı hayata geçirmeyi savunuyoruz. Ama sorun toplumumuzun, partilerimizin ve sendikalarımızın bu konuda samimi olmamalarıdır. Çünkü çoğunluk, Türkiye versin ve hükümet nerden bulursa bulsun mantalitesinde ısrar ediyor. Bu ise vesayetçi ve bağımlılık politikalarını yaratan ekonomik anlayışa hizmet ediyor. Kıbrıslı Türk solunun küreselleşme karşısında tutumunu netleştirmesi ve Türkiye ile ilişkiler dahil her konuda özgün siyasetlerini çekinmeden ve özgüvenle ortaya koyması gerekir. İşte değişimin başlayacağı nokta burasıdır.