Sağlık konusundaki toplumsal endişe günleri, yerini yavaş yavaş “normalleşme” sürecinin belirsizliğine bırakıyor. Evlerimizden çıkar çıkmaz, bugüne kadar yaşamadığımız büyüklükte bir ekonomik krizle yüzleşeceğimiz herkesin malumu.
Dünya, bu salgın günleriyle birlikte neo-liberal politikaların artık iflas ettiğini konuşuyor. Ne olacak, nasıl olacak henüz bilmiyoruz ama sol politikaların öne çıkmasının her zamankinden daha güçlü bir ihtimal taşıdığı kesin.
Kıbrıs’ın kuzeyinde kendimize özgü koşullara sahip olmamıza rağmen, yine de dünyayla benzer bir biçimde bu potansiyel mevcut. Toplumun geniş kesimlerinin sol siyasi aktörlere kulak verip vermeyeceğini ise, nasıl bir politik dilin tercih edileceği belirleyecek.
Solun en büyük hastalıklarından bir tanesi, sürekli durum tespiti yapmakla yetinmek. Ne kadar kötü bir düzende yaşadığımızla ilgili süslü laflar etme becerisini gösterirken, çözüm yollarını tartışmayı ihmal etmek.
Halbuki yönetme iddiasına sahip olmayan bir muhalif anlayış, toplumu ikna etme kapasitesini taşımaz. Toplum sizden ulaşılabilir hedefler üzerine ikna edici bir söylem bekler. Programınızın ne olduğunu duymak, somut koşullar karşısında neler önerdiğinizi anlamak ister.
Bunu göz ardı etmek ise, yalnızca kendi mahallenize seslenmekle yetinmek demek. Eğer muhalif olmayı, ya da solcu olmayı yalnızca bireysel bir kimlik olarak görüyorsanız, kendi mahallenizde naralar atarak dolaşmak her şeyden fazla cezbedici olabilir.
Ne de olsa gerçekleri yüksek sesle söyleyerek, kişisel tatmininiz için yeterli alkışı alıyorsunuzdur. Mahallenizin dışındaki insanlar sizi anlamıyorsa, bu onların sorunudur. Onlar sizin kadar cesur değillerdir, sizi anlayacak kapasite de zaten onlarda yoktur.
Bu yaklaşım sizi bir süre sonra kaçınılmaz olarak “devrimci lafazanlığa” sıkıştırır. Hiçbir sonuç üretmeyen, siyaseten taş taş üstüne koymayan bir lafazanlıktır bu. Somut koşulların tahliline hiç bulaşmaz, mücadeleyi ilmek ilmek dokumaya çalışanları küçümser, gerçek cesaretin, her türlü aracı kullanarak toplumu dönüştürme çabası sergilemek olduğunu asla hesaba katmaz.
Sol muhalefet önümüzdeki günlerde söz sahibi olmak istiyorsa, kendisini bu konfor alanından mutlaka kurtarmalı. Sol her şeyden önce kendi programını ortaya koyabilmeli. Sistemin dönüştürülebilmesi ile ilgili kolları sıvamaktan kaçınmayacağı mesajını verebilmeli.
Bu süreçte, insanların can derdiyle uğraştığı koşullarda, milliyetçi nutukların hiç bir karşılığının olmadığını gördük. Fakat aynı şekilde, dik durmakla, cesaretli olmakla ilgili ezberlenmiş sözlerin de herhangi bir manası yok.
Esas cesaretin gerektiğinde “solcu karizmanızı” çizdirmek pahasına yönetime talip olmak olduğunu anlamak. Bu şekilde sağın hegemonyasını yıkmayı, sol politikaları kitlelerle buluşturmayı mümkün kılmak.
Bugün solun her şeyden fazla ihtiyaç duyduğu işte bu...